Sayfalar

23 Şubat 2010 Salı

Mevlid Kandilinde Ne Yapılır?

Rasulullah efendimiz (s.a.v.) rebiulevvel ayının 12. Gecesinde kainata teşrif etmişlerdir. Bu itibarla bu ayın 12. Gecesi hicri senenin ilk kadilidir.
Bu ay içerisinde mümkün olduğu kadar Salatü selam getirmeli; salatı nariye, salatı münciye veya salatı Fethiye okumaya çalışmalıdır. Bu gecenin manevi zenginliğinden istifade etmek için bir tesbih namazı kılmalı, bir de hatmi enbiya yapmalıdır. nam5-1
Tesbih namazına şu şekilde niyet edilmelidir:
“ya Rabbi! Niyet eyledim rızayı şerifin için tesbih namazına. Ya Rabbi! Bu gece teşrifleriyle alemi nura gark ettiğin Habibin, başımızın tacı rasulü zi şan efendimizin hürmetine ben aciz kulunu da afv-ı ilahine, feyz-i ilahie mazhar eyle. Allahü Ekber” diyerek namaza başlanır…

Bookmark and Share

Mevlid (Veladet) Kandili

 

Muhterem dinleyenlerim! Bu gece veladet kandili1 bu gece bizi yoktan var eden, yerdeki karıncadan, havada uçan kuşa kadar bütün mahlukatı insanoğlu için halk eden, rahmeti mağfireti bol olan rabbimizin; “Sen olmasaydın, bu alemi halk etmezdim” dediği, insanların sevgilisi, insü cinin nebisi, 70bin alemin efendisi olan sevgili peygamberimizin dünyayı şereflendirdiği gece…

Allah’ın rasulü dünyayı şereflendirmeden önce onun mübarek nuru şereflendiriyor ve o nur Hz. Adem’den Hz. İbrahim’e oradan Hz. İsmail’e ve dedesi abdulmuttalip’e ve oradan da gercek sahibi olan peygamberimize intikal ediyor. Bu gece de peygamber efendimiz buyuruyorlar ki;

اَوَّلُ مَا خَلَقَ اللهُ نُورِي اَوْ رُوحِي وَ كُنتُ نَبِيًّا وَآدَمَ بَيْنَ اْلمَاءِ وَالطِّينِ

“Hz. Allah ilk önce benim nurumu ve ruhumu yarattı. Adem (a.s.) su ve toprak arasından iken ben peygamber idim. Benim peygamberliğim ilan edilmişti.” muhammed-nurfelak5

Bu hadis-i şerife göre peygamberimiz, peygamberlerin ilki, birincisi ama madde itibarı ile de sonuncusudur. Demek ki ilk peygamber Muhammed (a.s.), son peygamber yine Muhammed (a.s.)’dır. Çünki zaten onun nurundan bütün kainat (arz ve semavat) yaratılıyor.

Nitekim bir gün Cebrail (a.s.) peygamber efendimizin yanına geliyor ve “ya Muhammed! Hz. Allah beni yaratınca arşı alanın altında 18bin sene tuttu. 18 bin yıl arş-ı ala’nın altında ben rabbimi zikir ile onu tesbih ile meşgul olduktan sonra rabbime sordum: ‘ya Rabb! Benden önce bir başka mahluk yarattın mı? Bir başkasını halk ettin mi Allah’ım?’ Allahü Teala buyurdu ki;

‘فَانْظُرْ اِلَي اَمَامَكَ Önüne bak ya Cibril!’ نَظَرْتُ وَ رَاَيْتُ نُوراً عَظِيماً ben önüme baktım ve azim bir nur gördüm. Gözlerimi kamaştırıyordu. ‘ya Rabb! Bu nur kimin nurudur? Nedir bu ya Rabbi!’ Hz. Allah buyurdu ki; ‘o nur var ya o nur benim habibimin nurudur ya Cibril! Bak bakalım habibimin sağına!’ sağına baktım bir nur, soluna baktım bir başka nur. Önüne ve arkasına baktım yine iki tane nur gördüm. ‘peki Allah’ım bu habibinin nurudur bunu anladım! Ama sağında solunda önünde arkasında olan bu kimin nurudur.’ Hz. Allah buyurdu ki; ‘onlar habibimin çok sevdiği ashabının nurudur ya Cebrail! Bu dünyada ki makamları. Ahrette ki makamları; onlara kendi didarımı, yüzümü gösteririm, cemalimi seyrettiririm. Onlar benim cemalimi serederler. Ya Cibril! Onları sevenleri, allah’ın rasulüne ve dört eshabına muhabbet besleyenleri vallahi cennetime koyarım!’ diyerek üç defa tekrarladı.”

Mevlamız “ya Cibril! Eğer Muhammed olmasa idi, seni yaratmazdım. Kainatı yaratmazdım. Arşı kürsü levhi kalemi yaratmazdım.” Buyuruyor. Cenab-ı Hakk mahlukatın bir kısmını şefkat ve rahmet nazarı ile diğerini de dehşet nazarı ile halk ediyor. Hz. Allah’ın şefkat nazarı ile halk ettiklerinden birisi de arşu ala, kürs, levh ve kalem. Bunların dördünü Hz. Allah şefkat nazarı ile halk etmiş ondan sonrada dehşet nazarı ile kaleme nazar etmiş. Kalem açılmış Hz. Allah “ يَا قَلَمْ اُكْتُبْ Ey kalem yaz!” “ مَا اَكْتُبُ ne yazayım ya Rabbi!”

اكتب قولي لا اله الاالله انا وحدي لا شريك لي في مثلي و ان محمد سيد و حبيب

“ ey kalem! Ben Allah’ım! Benim şerik ve nezirim yoktur ve ben tekim. Benim tek olduğumu yaz. Muhammed (s.a.v.)’inde benim Habibim olduğunu ilan ediyorum. Onu da yaz!” kalem dehşete kapılıyor. “Allah’ım senin şerik ve nezirinin olmadığını biliyorum ama Muhammed kimdir? Onu bana öğretir misin?” Allahü Teala buyuruyor ki;

“ey kalem! Eğer Muhammed olmasa idi; arşı yaratmazdım. Kürsi yaratmazdım. Levhi yaratmazdım. Seni yaratmazdım. Bütün zerratı kainatta ne varsa onların her birerlerini Muhammed hürmetine yarattım! Onun nurundan yarattım.” Buyuruyor.

Nitekim 1965 yılında Amerikan ve İtalyan arz mütehassısları yerin derinliklerine indikleri zaman toprağın beyaz çıktığını görünce değişik bir manzara ile karşılaştıklarından dehşete kapılarak ‘vallahi bu beyazlık Hz. Muhammed’in nurunun beyazlığıdır.’ Deyip iman etme mecburiyetinde kalmışlardır.

aaaaaaaaaaaaaaa İşte bu nuru Muhammedi ilk önce Hz. Adem’e intikal ediyor. Hz. Allah o nuru Adem as’ın alnına yerleştiriyor. Melekler her gün o nuru seyretmek için Adem as’ın yanına geliyorlar ama Adem as o nuru göremiyor. H. Allah’a dua ediyor. ‘ya Rabbi! Ne olur o nuru benimde görebileceğim bir yere koy.’ Diyor. Bunun üzerine Hz. Allah o nuru Adem as’ın alnından alıp baş parmaklarına koyuyor ve Adem as’da doya doya seyrediyor.

Daha sonra bu nuru Muhammedi Hz. İbrahim’e intikal ediyor. İbrahim as dünyaya geldiği gece dünyayı bir sancak aydınlatıyor. Dünya bir anda, Hz. İbrahim’in dünyaya gelişi ile aydınlanıyor. Bütün melekler alemine ‘bu Hz. Muhammed’in nurudur.’ Nidası yayılıyor. Melekler aleminde bir heyecan bir coşku! Allah rasulünün nurunun Hz. İbrahim’e tecelli ediş merasimini, Hz. İbrahim’in dogduğu gece seyrediyorlar.

Daha sonra İbrahim as’dan İsmail as’a intikal ediyor.

Allah rasulünün nesebi, soyu Hz. İsmail’e dayanır. Ceddi âlisi (büyük büyük dedesi)Hz. İsmail’dir. Hz. İsmail’den dedesi abdulmuttalip’e oradan da oğlu Abdullah’a yani peygamber efendimizin babasına geliyor.

Bir gece dedesi Abdülmuttalip Kâbe-i Muazzama’nın gölgesinde uyuyup kendinden geçiyor ve dehşetengiz bir ruya görüyor. Hemen kalkıp kureyşin olduğu yere geliyor. Kureyşin kahinleri bilim adamları “sen de bir telaş görüyoruz. Sende bir heyecan var, nedir bu heyecanlı halin? Nedir bu telaşın?” dediklerinde Abdülmuttalip şöyle cevap veriyor:

“vücudumdan bir ağacın çıktığını gördüm. O çıkan ağacın dalları bütün dünyayı sardı ve göklere ulaşıyordu, yükseliyordu. Dalları doğudan batıya doğru uzamış yayılıyordu. Baktım ki kureyşin bir kısmı bu dallara sarılıyor, bir kısmı da bu dalları kesiyordu. Arap olan ve olmayan bütün insanlık bütün kainat o ağaca secde ediyordu. Ben de dedim ki; şu ağacın dallarından birine de ben yapışayım. Yapışmak istedim, ona sarılayım dedim ve bir ses işittim: ‘Ey Abdülmuttalip! Sen git, bunda senin nasibin yoktur’ denildi.”

Evet, nuru Muhammedi! Allah rasulünün nuru, dedesi Abdülmuttalip’e intikal etmişti ama dedesinin onda nasibi yoktu. Onun peygamberliğini göremeyecekti. Onun peygamberliğini ilan ettiği güne kavuşamayacaktı. Onun için ‘sen git, senin bunda nasibin yok’ denildi.

“bunda kimin nasibi vardır dedim, cevaben denildi ki; ‘onu tutmuş olanların, ona yapışanların sarılanların, dünya hayatta oldukça sulbünden (soyundan) meydana geleceklerin, o ağaca secde edeceklerin, neslinin tamamının nasibi var.’ Denildi.”

Elhamdülillah, işte bizde o nasiplilerdeniz. Eğer o nasiplilerden olmamış olsaydık bu gece burada olamazdık. Fahri kainatın veladetini böyle ihya edemezdik.

İşte böyle bir gecede o gün abaü ecdadımız sarılamasa da secde ettikleri için torunları olarak elhamdülillah bu gün secde ediyoruz. İnşallah şefaatlerine bu gece kaydımızı yaptırırız.

Evet, böyle bir geceye devam edip ihya edenler, nasibi olanlardır. Ama o ağacın dallarını kıranlar, şu anda peygamber efendimizin doğduğu gece olduğunu bile hatırlamayanlar, rasulümüzü unutanlar nasibi olmayanlardır.

Bu nasibi olmayanların halini hepimiz görüyoruz ve duyuyoruz. Ama bu gece biz onların hidayeti içinde Hz. Allah’a dua edeceğiz. İnşallah Hz.mevla bu gece âlemleri şereflendiren habibi hürmetine onlara da hidayet ihsan eylesin. Onları da kulluğuna kabul etsin, habibinin listesine kaydeylesin.

Abdülmuttalip bu ruyayı anlatınca, kahinler, o devrin papazları, bilim adamları telaşa kapılıyorlar. ‘eğer dediğin doğru ise, o senin neslinden gelecek bir peygamberdir. Eğer öyle ise peygamberlik artık, Yahudilerden alınıp kureyşe veriliyor. Onun için onun dünyaya gelişi bizim için felakettir.’ Diyorlar.

Böylelikle nuru Muhammedi Abdülmuttalip’ten oğlu Abdullah’a, Abdullah da evlenince nuru Amine validemize geciyor. Ve nihayet o muhteşem gece, o eşi benzeri görülmeyen olay meydana geliyor. Güneş sanki yeniden doğuyor. Toprak sanki yeniden yeşeriyor. İşte o Yahudilerin korktukları an yavaş yavaş yaklaşmaya başlıyor.

Evet, rebiulevvel ayının on ikinci pazartesi gecesi, iki cihan güneşi peygamber efendimiz Muhammed Mustafa (s.a.v.) Mekke ufukları ağarırken dünyayı şereflendiriyor. Bunca alem, yüzü suyu hürmetine yaratılan Hz. Allah’ın hakkında ‘Habibim, sevgilim’ buyurduğu zat dünyaya teşrif ettiği zaman allah’ın rasulü geliyor diye bayram etmektedir.

Onun doğduğu sabah alem başka bir alem oldu. Cihan nurla doldu. Zira onun teşrifi sıradan bir olay değildi. Bütün peygamberlerin geleceğini müjdelediği ins-ü cinin ve melaike-i kiramın teşriflerini beklediği bir peygamberdi o! Onun içindir ki bu gece, geceler içinde benzeri olmayan bir gecedir. Kainatın en azametli olayı bu gece meydana geliyor. Bu ece bütün alemlerin beklediği bir geceydi. Bir pazartesi gecesiydi.

Fahri kainatın hayatında 5 pazartesi vardır:

1- Allah’ın rasulü pazartesi günü dünyayı şereflendirdi.

2- Allah’ın rasulüne bir pazartesi günü peygamberlik verildi.

3- Mekke-i mükerreme’den Medine-i münevvere’ye bir pazartesi günü hicret etti.

4- Fahri kainat pazartesi gecesi miraca çıkarıldı.

5- Allahü zül celalin cemalini bir pazartesi günü müşahede etti ve diğer aleme de bir pazartesi günü irtihal etti.

Peygamber efendimizin hayatı bir pazartesi günü başlamış ve yine bir pazartesi günü son bulmuştur. Onun için peygamber efendimiz pazartesi ve Perşembe günleri oruç tutarlarmış. “ya Rasulallah! Niye bu iki günü oruçla geciriyorsunuz?” diye sorulunca; peygamber efendimiz cevaben: “Allahü zül celale kulun amelleri pazartesi ve Perşembe günleri çıkarılır.”

Pazartesi ikindi namazında melekler nöbeti teslim alır. Perşembe günü ikindi namazından sonra teslim eder. Onun için bu iki gün hiç olmazsa ikindi namazından sonra hemen kalkmayalım. Hiçbir şey bilmiyorsak bir Fatiha üç ihlası şerif okuyalım, Allah’ın rasulüne salat ve selam getirelim. Nöbeti teslim alan melekler: “ya Rabbi! Şu kulun ikindi namazını kıldı. İmam fatihayı okuduğu halde bu kulun Fatiha suresini ve ihlas suresini okudu. Habibine Salatü selam getirdi. Nöbeti böyle aldım.” Öteki de “bende nöbeti aynı şekilde teslim ettim.” Biri aldım digeri teslim ettim diyor. Hz. Allah “öyle ise ey meleklerim! Pazartesi ile Perşembe günü arasındaki Salı, Çarşamba ve Perşembe ikindiye kadar geçen zamanı kuluma Kur’an-ı Kerimi okumuş muamelesi yapın, amel defterine onu işleyin” buyuruyor Hz. Mevlamız.

İşte o yüzden peygamber efendimiz de pazartesi günlerine çok dikkat ederlermiş. Evet, Allah’ın resulü işte böyle mübarek bir pazartesi günü dünyayı şereflendiriyor.

Fakat doğumdan tam iki ay önce yani ana rahminde 7 aylıkken babası Medine’de vefat ediyor ve Abdullah’ın öldüğü gece bütün melekler ağlıyor ve Hz. Allah’a şöyle iltica ediyorlar: “ya Rabbi! Sen Hz. Muhammed için ‘o benim habibimdir, o benim sevgilimdir’ hakkında

‘لَوْلاَكَ لَوْلَاكَ لَمَا خَلَقْتُ اْلاَفْلَاكْ sen olmasaydın ey Habibim alemi halk etmezdim.’ buyurmuştun. Hâlbuki şimdi o habibinin babasını alıyor ve o habibini yetim ve gözü yaşlı bırakıyorsun.” Deyince Cenab-ı Hakk “ey meleklerim! Evet, o benim habibimdir. Ben onu çok seviyorum ve ben onun babasını o doğmadan aldım. Çünki erkek evlatlar babasının terbiyesinde büyür, onun himayesinde yetişirler. Fakat habibimi bizzat ben terbiye etme istiyorum, onu ben yetiştirmek istiyorum. Onun için babasını aldım.” Buyuruyor.

Ve peygamber efendimizin doğduğu gece dünyada fevkalade hadiseler oluyor. Tam 35 tane alamet zuhur ediyor.

O devrin en büyük devletlerinden olan İran’ın kisra sarayında mimarların, mühendislerin yıkılmaz dedikleri ondört sütun birden yıkılıyor. Sava gölü kuruyor. Mecusilerin 1000 yıl boyunca yanan ateşleri sönüyor. Yeryüzünde yüzüstü düşmemiş kırılmamış put kalmıyor, müşriklerin Kabe-i Muazzama’ya koydukları bütün putlar teker teker yıkılıyor. Tabi bu hadiseler çok mühim şeylere işaret ediyor. Çünki Hakk gelmiş batıl zail olmuştu, hakkı telkin ve tebliğ edecek olan Kainatın efendisi, peygamberler peygamberi, Fahri alem Muhammed Mustafa doğmuştu. Allah şefaatinden mahrum etmesin.

Gerçektende ileride İran’ın saltanatı yıkılacak, Bizans imparatorluğu dağılacak, putperestlik sönecek, küfrün bataklığı kuruyacaktı.

Ve Amine validemiz şöyle anlatıyor:

“Hz. Muhammed dünyaya geldiği gece gördüm ki, doğuda bir bayrak, batıda bir bayrak, Kabe-i Muazzama’nın üzerinde bir bayrak. Doğum tamamlanmıştı. Oğlumu dünyaya getirmiştim. Yavruma baktım. Secdeye kapanmış kelime-i şehadeti getiriyor ve ümmeti ümmeti diye feryad ediyordu.”

Bu gece bir telaş var, feryad eden biri var. Fahri kainatın dünyaya gelişi ile şeytan-ı aleyhillane sesinin cıktığı kadar bağırıyor. Askerleri etrafına toplanıyorlar “ne oldu niye feryad ediyorsun?” dediklerinde şeytan-ı aleyhillane “ben feryad etmeyeyim de kimler etsin. Bu gece benim cennetten çıkarılmama, meleklerin yanından kovulmama, dünya da perişan olmama sebep olan dünyaya geldi. İsmini söylemeye korkuyorum. O dünyaya geldi. Onun dünyaya gelişi ile Allah kullarını af etti.” Diyor.

Annesi olan Hz. Amine hiç zahmet çekmeden dünyaya getiriyor bu nur topu çocuğu. Dedesi Abdülmuttalip’e müjdeleyince, bahtiyar dede torununun doğumuna çok seviniyor, hemen bir ziyafet vererek ona bir isim koyuyor.

Kureyşoğulları: “bu ziyafete vesile olan çocuğa ne isim verdin?” Diye sorduklarında Abdülmuttalip “Muhammed ismini verdim!” diyor. Onlar “ecdadında olmayan bu ismi vermekten kastın nedir?” Abdülmuttalip “umarım ki, onu yerde halk, ulviler aleminde Hakk övecek” diye cevap veriyor. Zira Muhammed: pek çok sena olunmuş kimse manasına gelmektedir.

Hz. Allah tevbe suresinde (128) buyuruyor ki:

لَقَدْ جَاءَكُمْ رَسُولٌ مِنْ أَنْفُسِكُمْ عَزِيزٌ

“ey insanlar, size sizin nefislerinizden aziz olan bir rasul geldi.” Size sizin gibi bir insan geldi, bir rasul gönderildi. Oda aynen sizin gibi bir insandır. Melek değildir. Sizin cinsinizden sizin gibi bir peygamber geldi. Şereflidir. Faziletlidir.

عَلَيْهِ مَا عَنِتُّمْ حَرِيصٌ عَلَيْكُمْ بِالْمُؤْمِنِينَ رَءُوفٌ رَحِيمٌ

“sizin sıkıntıya düşmeniz, ona çok ağır gelir.” Ümmetinin sıkıntıya düşmesine o asla tahammül edemez. Ümmetinin çileye azaba düçar olmasına o rıza gösteremez.

İşte peygamber efendimiz böyle şerefli bir peygamber. Hayatı boyunca ümmetine hiç beddua etmemiş, onu taş yağmurlarına tutanlara bile dua etmiştir. Böyle bir peygemberin ümmeti olduğumuz için Cenab-ı Hakk’a ne kadar şükretsek azdır. Yine Taif halkını İslam’a davet etmişti. Taif halkının gençleri fahri kâinatı taş yağmuruna tutuyorlar. Mübarek vücudundan kanlar akmaya başlıyor. Fahri kâinata zarar gelmesin diye kölesi zeyd ona siper oluyor. Allah’ın rasulünün vücudundan kanlar akarken yeryüzüne hükmeden melek geliyor “ya Rasulallah! Müsaade eder misiniz, sizi taş yağmuruna tutan şu taif halkını yerin altını üstüne getirerek helak edeyim.” Diyor. Allah’ın rasulü buyuruyor ki;

اَللَّهُمَّ اهْدَي قَوْمِي فَاِنَّهُمْ لَا يَعْلَمُونْ

“ey Allah’ım benim kavmime hidayet ver, onlara hak ve hakikati göster, sana giden yolu onlara öğret. Ya Rabbi! Onlar benim kim olduğumu bilmiyorlar, eğer onlar benim kim olduğumu bilmiş olsalardı ya Rabb! Beni taş yağmuruna tutmazlardı.” Buyuruyor ve kendisini taş yağmuruna tutan insanlara dua ediyor. Böyle şerefli bir peygamberin bu güzel ahlakını gören melek “vallahi Rabbimin seni isimlendirdiği gibi sen rauf ve rahimsin, sen merhametli, şefkatli bir peygambersin, seni taş yağmuruna tutmalarına ragmen insanlık için dua ediyorsun.” Diyor.

Bütün ömrü boyunca ümmetini düşünen kainatın efendisi, son nefeslerinde dahi ümmetini düşünüyor, nasıl mı? Mübarek irtihal edeceğinde Azrail as ruhunu alırken, biraz sıkıntı çekiyor. Peygamber efendimiz soruyor: “ya Azrail! Can vermek bu kadar zor mu?” Azrail as “ey Allah’ın rasulü! Ölümlerin en hafifini sana tatbik ediyorum.” Deyince “aman ya Azrail! Bu ölümlerin en hafifi ise ümmetim nasıl sıkıntı çeker kimbilir. Ne olur kardeşim Azrail! Ümmetimin son anda çekeceği o sıkıntının yarısını şimdi ben çekeyim benden al!” buyuruyor.

Böyle bir peygambere meccanen istemeden yalvarmadan aramadan ümmet olmuşuz. Öyle ya geçmişimizde “Allah’ım bizim ümmeti Muhammed’den olmamızı nasip eyle” diye dua etmedik ki! Hayır, işte meccanen ümmet olmuşuz. Peki bunun kadrini kıymetini anlayabiliyor muyuz? Şükrünü eda edebiliyor muyuz? O peygamber ki, inşallah ahirette bizlere şefaatçi olacak. Sıratta, mizanda, kabirde, suallerde onun yardımı ile cehennemlerden kurtulacağız.

Bakın bu gecenin ihyası neticesinde, elde edilecek mükafatların neler olduğunu, peygamber efendimizin dünyaya teşrif ettiği bu geceyi değerlendirenlere verdiği müjdeleri şöyle kısaca bir izah edelim:

Hz. Ebu Bekir efendimiz: “Allah’ın rasulünü tanımak, onu anlamak, onu insanlığa öğretmek için bir eseri alıp bir mü’mine okumak ve okutmak veya onun ile alakalı anlatılanları öğrenmek için bir araya gelirse o, cennette benim arkadaşımdır.” Buyuruyor. İşte peygamber efendimizin “benden sonra güneşin üzerine doğup battığı Ebu Bekir’den daha hayırlı kimse yoktur!” diye tarif ettiği o büyük sahabe ile bu geceyi ihya edenler, ahirette arkadaş olacaklardır. Cennette beraber olacaklardır. Hz. Ebu Bekrinis Sıddık ile cennette beraber olmaktan onun ile arkadaş olmaktan daha büyük daha şerefli ve daha faziletli bir şey olur mu?

Hz. Osman efendimiz: “kim ki peygamberimizin doğumu için bir dirhem harcarsa, o geceyi ihya maksadı ile bir dithem sadaka verse bedir ve huneyn savaşlarına iştirak etmiş gibi sevap alır.”

Hz. Ali efendimiz: “fahri kainat efendimizin dünyaya teşrif ettiği veladet gecesine kıymet veren o gece yapılan toplantılara iştirak eden gönlü ile ruhu ile cesedi ile bizzat hazır bulunanlar bu dünyadan ahrete giderken iman ile göç ederler.” Ne kadar büyük bir müjde…

İşte bu büyük sahabelerin tarif ettiği, anlattıklarından başka bir şey ile anlatmaya lüzum yoktur herhalde…

Böyle bir geceye iştirak eden, okunanları dinleyen salat ve selam ile o geceyi ihya edenler, bu alemden öbür aleme imanla giderler. En büyük saadet bu değil mi? Bizde böyle bir gecede bir araya gelerek bu mübarek geceyi ihyaya çalışıyoruz. İnşallah yatsı namazını da eda ettikten sonra bu tağrif edilen mükafatları kalbimize doldurarak bu geceyi nihayete erdireceğiz. İnşallah bu gecede yapacağımız ibadetlerle bir nebze de olsun şükrünü eda edip şefaatlerine nail olmaya çalışacağız.

Cenab-ı Hakk cümle ümmeti Muhammed’in evladına böyle mübarek gecelere sıhhat ve afiyet içerisinde çoluk ve çocuğu ile kavuşmasını, onlarla beraber ihya etmeyi cümlemize nasip etsin.

Ve yine Cenab-ı Hakk Hz. Ebu Bekrinis Sıddık’a arkadaş, Hz. Alinin ifade buyurduğu gibi bu alemden öbür aleme imanlı olarak göç edebilmeyi, ruhumuzu teslim edebilmeyi cümlemize nasip eylesin.

Mevlam ibadetlerimizi Salih, rızasına muvafık ve riyadan uzak eylesin!

Bookmark and Share

17 Şubat 2010 Çarşamba

Şükür

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا كُلُوا مِنْ طَيِّبَاتِ مَا رَزَقْنَاكُمْ وَاشْكُرُوا لِلَّهِ إِنْ كُنْتُمْ إِيَّاهُ تَعْبُدُونَ

(bakara 172)

“ey iman edenler! Size rızık olarak verdiğimiz maddeten ve manen şeylerin en temiz olanlarından yiyin, Allah’a şükredin. Eğer hakikaten ona kulluk ediyorsanız.”

Muhterem kardeşlerim…

Allah’a karşı kulluk vazifelerimizden birisi, onun ihsan etmiş olduğu nimetlere şükretmektir. Bu şükür vazifesi, lütufları saygıya sığmayan, nimetlerinin arkası kesilmeyen rabbimize karşı şükretmek her Müslüman’a farzdır.

İmam-ı Rabbani Hz. “kendine nimet verilen kişinin, nimet verene aklen ve şer’an şükretmesi vacip (farz)dır.” Buyurmuşlardır. (Mektubat-ı şerif c:1 sf: 71)

hamd6 Rabbimizin bize ihsan etmiş olduğu nimetleri birer birer saymamız mümkün değildir. Çünki Rabbimiz buyuruyorlar ki;

وَإِنْ تَعُدُّوا نِعْمَتَ اللَّهِ لَا تُحْصُوهَا ۗ إِنَّ الْإِنْسَانَ لَظَلُومٌ كَفَّارٌ

“eğer Allah’ın bunca nimetlerini birer birer saymak isterseniz sayamazsınız. Hatta adetleri katlayarak bile onları saymak isteseniz, yine güç yetiremezsiniz.” (İbrahim 34)

Rabbimizin bizi insan olarak yaratması, anlamak için akıl, görmek için göz, işitmek için kulak ihsan etmesi hepsi birer nimettir. Zaten eğer nimet olmasa idi şükür emredilir miydi?

Ya bir günde 24bin defa alıp verdiğimiz nefesler, hayatımızı devam ettirdiğimiz o nefesler birer nimet değil midir?

Her nefesin alınması bir nimet, verilmesi ise diğer bir nimettir. Şu halde her nefes için Allah’a iki defa şükretmek gerekmektedir. İşte bunun imkânı olmadığı için, bu şükrü eda etmeye güç yetiremeyeceğimiz için Erzurumlu İbrahim Hakkı Hz. “sana hakkı ile şükredemedik ya meşkûr.” Buyuruyor.

قُلْ هُوَ الَّذِي أَنْشَأَكُمْ وَجَعَلَ لَكُمُ السَّمْعَ وَالْأَبْصَارَ وَالْأَفْئِدَةَ ۖ قَلِيلًا مَا تَشْكُرُونَ

“Habibim sen söyle! O Allah-ü Zül-Celal ki, sizi en güzel bir şekilde yarattı. Yani sadece maddi güzellikler değil, kendi envarının zinetleri, rasulünün tezyinatı ve günde 364 defa rahmet nazarı ile kalbinizi şereflendirip, manevi güzelliklerle de kalbinizi süsledi” (mülk 23)

Ve bize işitecek kulak, görecek gözler ve idrak edecek gönüller (letaif) ihsan etti. İşitme nimeti, hakikatleri, ilahi kitabı duymak dinlemek için verilmiştir. Basiret (görme) doğruyu görmek, ibret almak için verilmiştir. Kalp ise Hz. Allah’ın hidayet nuru ile hakikatleri anlamak için verildiği halde Mevlamız c.c.

قَلِيلًا مَا تَشْكُرُونَ

“sizin pek azınız şükrediyorsunuz.” Buyurmaktadır. Yani sizden pek azınız bu nimetleri Allah yolunda kullanıyor. Bu ayetlerden anlaşıldığı üzere her nimetin şükrü kendi cinsindendir.

Allah’ın bize verdiği nimetlerin en büyüğü hiç şüphesiz iman ve hidayet nimetidir. Bu nimet ahiret hayatının ebedi nimetlerini elde etmeye bir vesiledir.

Rivayet olunur ki: isa (as) cüzam hastalıgına yakalanıp etleri dökülen, kör olan ve her tarafı çürüyüp perişan olan yatalak bir hastanın “mahlûkatın çoklarından beni üstün kılıp, faziletlendiren ve müptela olduğu belalardan bana sıhhat ve afiyet veren Allah’ıma hamd-ü senalar olsun.” Diye dua ettiğini görünce “sana gelmeyen bela mı kaldı?” diye sorar. Bunun üzerine hasta “ey Allah’ın nebisi! Her ne kadar benim vücudumun her tarafı yara bere ve çürük olsa da hamd olsun ki iman ve marifet sahibiyim.” Yani kalbim sağlam çürümedi diyor.

İsa (as) onun bu cevabından çok memnun oluyor, mucize-i rasul olarak dua ediyor ve o hasta bedenen de sağlıklı oluyor.

Hz. Sehl’e birisi gelerek “ya Sehl evime hırsız girdi. Kıymetli eşyalarımı çaldı.” Diye şikâyet edince, mübarek zat “dua et! Şükret ki nefis ve şeytan hırsızı kalbine girip imanını çalmamış.” Diye onu hem teselli ediyor, hem de en büyük zayiatın imanını kaybetmek olduğunu beyanla daha mühim bir hususa dikkat çekmiş oluyor. (risale-i kureyşiyye sf89)

Duha namazında kılarken yaptığımız niyetlerde de buna işaret vardır. Nitekim duha namazının ilk iki rekâtında “ya Rabbi! Niyet ettim şükründen aciz kaldığım ilahi bütün nimetlerine teşekküren” ikinci rekâtında “şükründen aciz kaldığım İslam nimetine teşekküren” üçüncü iki rekâtında ise, nimetin artan büyüklüğü karşısında adeta ayakta duracak halim ve mecalim kalmadı dercesine oturduğu yerden kılacağı bu rekatlarda “ya Rabbi! Niyet ettim, şükründen aciz olduğum ümmeti Muhammed’den olma nimetine teşekküren duha namazına” diye niyet etmekteyiz.

İslam büyükleri “şükür 3 aza ile olur” buyurmuşlardır:

1- Kalple şükür: daima kalben hayrı kastetmek ve bütün mahlûkata bu kalbi şükrü gizlemek, içten yanmak, içten pişmek, içten mü’mini hakiki olmak iledir.

2- Dil ile şükrü eda etmek: ‘Elhamdülillah’ ve ‘eşşükrü lillah ’ demekle yapılan şükürdür.

Şüphesiz ki Cenab-ı Hakk, bir et parçası olarak yaratıp da konuşma gibi büyük bir nimet ihsan ettiği dilden, her şeyden evvel kendine hamd ister. Nitekim ilk insan Âdem (a.s.)’ı halk edip Cebrail (a.s.) vasıtasıyla ona ruh üfürdüğü zaman, ruh burna geldiğinde Âdem (a.s.) aksırıyor ve dilinden dökülen ilk kelime ‘Elhamdülillah’ oluyor.

3- Azalarla yapılan şükürdür: Hz. Allah’ın kendi hazinesinden ihsan etmiş olduğu nimetleri yine Allah’ın rıza ve hoşnutluğu yolunda harcamak, kullanmakla yapılan şükür. Vücudun bütün azalarının şükrü vardır.

Gözün şükrü: harama bakmamaktır.

Lisanın şükrü: daima Allah’ı anmak, kötü sözleri dilinden çıkarmak iledir.

Ellerin şükrü: elleri harama uzatmamaktır.

Ayakların şükrü: ayaklarla Cenab-ı Hakk’ın men ettiği yerlere yürümemektir.

Midenin şükrü: haram lokma yememek iledir.

Cenab-ı Hakk azalarımızı haram ve yasak olan şeylerden muhafaza buyursun.

Kıymetli kardeşlerim!

Eğer nimete şükredilirse Cenab-ı Hakk kuluna verdiği nimeti ziyade kılar.

وَإِذْ تَأَذَّنَ رَبُّكُمْ لَئِنْ شَكَرْتُمْ لَأَزِيدَنَّكُمْ ۖ وَلَئِنْ كَفَرْتُمْ إِنَّ عَذَابِي لَشَدِيدٌ

(İbrahim 7)

“hatırlayın ki rabbiniz size şunu bildirmişti: And olsun! Şükrederseniz, elbette sizin nimetlerinizi artırırım. And olsun! Eğer nankörlük ederseniz hiç şüphesiz benim azabım cidden çetindir.”

Görüldüğü gibi şükrün derece ve mertebeleri vardır. Şükür ziyadeleştikçe karşılığındaki in’am ve ihsan da ona mütenasip olarak büyümektedir.

Hadis-i şerifte “kim nimete şükrederse Hz. Allah’ı daha fazla anlamış olur ve elinde ki nimeti hiçbir zaman kaybolmuş olmaz.” Buruluyor.

Nimet karşı şükredildiği takdirde ziyadeleştiği gibi, nankörlük yapılıp şükür terk edilecek olursa karşılığı da Allah’ımızın çetin azabıdır. Aynı zamanda kıymeti bilinmeyen nimeti elde tutmak çok zordur.

Efendimiz (s.a.v.) buyuruyorlar ki:

“nimet ürkek bir şeydir kıymeti bilinmezse sahibinden kaçar. Onu şükür bağıyla bağlayın.” (ruhul beyan c: 6 sf: 335)

Muhterem kardeşlerim!<I style="mso-bidi-font-style: normal"></I>

İbn-i Ata’dan bir rivayette; bir gün Hz. Aişe (r.a.)’a gittim. Allah’ın rasulünde gördüğün en büyük hallerden birini bana anlat dedim. Hz. Aişe (r.a.) ağlayarak: “onun her hali önemli ve akıllara durgunluk verecek mahiyetteydi. Ancak birini sana anlatayım.

Bir gece yanıma geldi. Yattı ve bana: ‘ey Ebu Bekrin kızı müsaade eder misin Rabbime ibadet ve kulluk edeyim.’ Dedi. Ben de ‘Senin Allah’a yaklaşmanı isterim’ dedim. Hemen kalktı ve acele abdest aldı. Ağlayarak namaz kılmaya başladı. Kıyamda, rükûda, secdede ve namazın sonunda gözyaşları devam etti. Öyle ki gözyaşları göğsüne kadar indi. Bunun üzerine kendisine; ‘senin gelmiş ve gelecek günahların bağışlanmıştır. Neden bu kadar üzülüyorsun?’ dediğimde; ‘ben Rabbime karşı şükreden bir kul olmayayım mı?’ buyurdular.” (ihya-u ulumiddin)

Muhterem kardeşlerim;

Yine buyruluyor ki:

Kim dünya hususunda kendisinden düşük olana, din hususunda kendisinden üstün olan bakarsa Allah o kimseyi sabredici ve şükredici olarak yazar.

Aziz kardeşlerim!

Şükür nimetin Allah’tan geldiğini itiraf etmektir. Musa (a.s.) Rabbimize soruyor: “Ya Rabbi! Âdem (a.s.) kendisine yaptığının şükrünü nasıl ödeyebildi? Onu kudretinle yarattın… Ona ruh üfledin… Cennetine koydun… Meleklerine emrettin. Ona secde ettiler…” Rabbimiz de; “ya Musa! Âdem (a.s.) bütün bunları benden bilerek hamd etti. Bu ise nimetlerime şükür oldu.” (Tenbihül Gafilin)

Şükrün çoğu üç şeydedir:

1- Allahü Teala sana bir ihsanda bulunduğu zaman o ihsanı kimin yaptığını görüp hamd etmendir.

2- Sana verilene razı olmandır.

3- Verilen şeyin faydası olduğu, kuvveti bedeninde bulunduğu müddetçe Allah’a asi olmamandır.

Bir kimse kendisine verilen ufak bir hediye karşılığında onu veren kimseye hemen teşekkür eder. Allah’ımızın ihsan ettiği bunca nimetlere karşılık hissiz davranıp, şükrünü unutmak elbette ki bir mü’mine yakışan bir hareket değildir.

Bir mü’min Allahü Teâlâ’ya hamd etmek için yeni bir nimete ermeyi beklememelidir. Cenab-ı Hakk’a arzı şükranda bulunabilmek için vesile ve sebepler araştırmalı ve her imkândan faydalanarak Cenab-ı Hakk’a hamd etmelidir.

Mesela uykudan kalkan bir kimse vücudunun yorgunluğunu dinlendirmiş ve ölümün küçük bir misali bulunan uykudan kalkıp hayati faaliyetlere atılmış olduğundan dolayı Allahü Teâlâ’ya hamd-ü senada bulunmalıdır.

Ne kadar insan var ki sağlığını kaybetmiş olduğu için yatıp uyumakta veya canlı girdiği yataktan ölüsü kalkmaktadır..

Yine hadis-i şerifte:

“Hz. Allah kuluna bir nimet ihsan ettiği zaman o kul ‘Elhamdülillah’ derse şükür vazifesini eda etmiş olur. Tekrar hamd ederse günahları af olunur.”

Bu ilahi ikramdan faydalanmak isteyen bir mü’min elde ettiği nimetin Hamdini yerine getirmekte gaflet göstermemeli ve hemen şükrünü eda etmelidir.

Sevgili peygamberimiz hadis-i şerifte buyuruyorlar ki;

“kim yemeğini yer, karnını doyurur, sonra ‘beni yedirip doyurana, içirip kandırana hamd ederim’ derse anadan doğmuş gibi günahsız olur.”

Bir hadis-i şerifte “zikreden dil, şükreden kalp, sabırlı beden, Saliha ve mü’mine bir kadın, bu dört şey ki bunlar bir kimse de olursa ona dünyanın ve ahretin hayrı verilmiş demektir” buyruluyor.

Şükrü eda edilen bir nimet sahibi için bir baldır. Onun için hadis-i şerifte “şükrünü eda ettiğin az bir şey, şükrüne güç yetiremediğin çok şeyden hayırlıdır.” Buyruluyor. Öyle ise bir mü’min Cenab-ı Hakk’ın kendisine ihsan ettiği nimetlere karşı şükretmeli, elde olana kanaat göstermelidir.

Allah cümlemize şükrünü eda edebilecek nimetler ihsan etsin, ihsan ettiği nimetlerin şükrünü eda edebilmeyi nasip etsin.

Bookmark and Share

12 Şubat 2010 Cuma

İman

 

وَبَشِّرِ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ أَنَّ لَهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ ۖ كُلَّمَا رُزِقُوا مِنْهَا مِنْ ثَمَرَةٍ رِزْقًا ۙ قَالُوا هَٰذَا الَّذِي رُزِقْنَا مِنْ قَبْلُ ۖ وَأُتُوا بِهِ مُتَشَابِهًا ۖ وَلَهُمْ فِيهَا أَزْوَاجٌ مُطَهَّرَةٌ ۖ وَهُمْ فِيهَا خَالِدُونَ

MANASI: İman edip Salih amel işleyenlere şunu müjdele; onlar için ağaçlar altında ırmaklar akan her türlü meyvelerle süslenmiş cennetler var. Kendilerine ne zaman onlardan bir meyve ve rızık yedirilse her defasında bu daha önce bizim yedigimiz saydır diyecekler. Onalr için orada temiz zevceler var. Onlar o cennette ebedi kalacaklar. (bakara 25)

tevhid İman: şer-i mana da: Hz. Allah ve ondan geleni tasdik etmekten ibarettir. Tevhid ve şehadet kelimelerini dil ile söyleyip kalp ile tasdik etmektir.

Kelime-i tevhid: LA İLAHE İLLALLAH MUHAMMEDEN RASULULLAH

Kelime-i şehadet: EŞHEDÜ EN LA İLAHE İLLALLAH VE EŞHEDÜ ENNE MUHAMMEDEN ABDÜHÜ VE RASULÜH

Kişi bunları dili ile söylüyor kalp ile tasdik etmiyorsa o kimse munafıktır. Kalp nasıl tasdik etmez? İmam-ı birgüvi Hz. Mekamet isimli kitabında şu şekilde buyuruyor: “Bir kimse yanında kendi cinsinden birisi olduğu zaman kötülük yapmaktan hem korkar hem de utanır. Lakin yalnız kaldığı zaman o kötülüğü yapmaktan ne korkar ne de utanır. Vücudunda şahitlik yapan 384 meleği unutur. O zaman o kimsenin Hz. Allah’a ve meleklere imanı nerde kaldı. Halbuki her gün Amentü billahi ve melaiketihi (….) dersin. Lakin yalnız kaldığın zaman yapaceğın kötülükten geri kalmazsın. O zaman sadece dil ile iman etmiş olur ki bu insan munafıktır. İmanın kemali kalp ile tasdik dil ile ikrar ve erkanı ile de ameldir.” Biraz önce de dediğimiz gibi kişi dil ile ikrar edip kalp ile rasdik etmiyorsa münafıktır. Kalp ile tasdik edip dil ile ikrar etmeyen mü’min değildir.

Hepimizin malumudur ki İslam tarihinde isimleri altın harflerle altın gönül sayfalarında işlenmiş olan Bilal-i Habeşilerin, Sümeyyelerin ve daha nice mücahid ve mücahidelerin imanlarında sebat göstererek nelere katlandıkları… bu mübareklerin isimleri ile vebalimizi nurlandırmak ve kendimiz ile söyle bir muhasebe etmek amacı ile bir bakalım.

Bilal-i Habeşi Hz. Kendisi Habeşistanlı bir köledir. Adı Bilal’dir. Kölelerden ilk iman edenler arasında olup azılı kâfirlerden Ümeyye bin Halef’in kölesidir. Bu mübarek zatın tek suçu akıldan ve mantıktan mahrum olanlara tapmaması, kendisini yaratan Hz. Mevlasına abid olmasıdır. Efendisinden çekmediği işkence kalmamıştır. Onu kızgın kumlara yatırdırlar. Böğrünü saf ve ağır taşlar ile dağladılar. Yeni kesilmiş hayvan derisinin içine koyup güneş altında bıraktılar. –ki o ne olur? Deri ısındıkça küçülür. Ve bu Arabistan güneşi…- Ama o zat-ı mübarek ‘Allahü ehad Allahü ehad’ sedaları ile sokakları çınlatıyordu. Allah şefaatlerinden mahrum etmesin. Var mı bu zamanda böyle bir durum. Damarlarına tırnaklarının şeflerine kadar işlemiş iman, Allah korkusu, rasul sevgisi. Onlar için canın önemi yok! O can ki zaten emanet, sahibi sen değilsin. Varlığın görünüşünden ibaret! Ruhun emanet! O halde ne diye bu kadar sıkıntıya giriyorsun. Niçin dünya telaşı ve hatası ile yoruluyorsun. İşte bizim rehberlerimiz, önderlerimiz, bu insanlara bakıp zaman zaman kendimiz kalbimizde ki iman derecesini kontrol edip yoklamamız lazımdır.

Yine bir gün kızgın kumların üzerinde yatıyor. Mübarek vücudu başına dikilen Ümeyye “ya Bilal! Eğer dininden dönmezsen, bizim dinimizi kabul etmezsen sana kahr ederim. Öldürmem. Canlı cesedini sokaklarda süründürürüm. Kafanı çocuklara oyuncak yaparım.” Diyerek ağzını köpürte köpürte, kudurmuş köpekler gibi saldırıyordu. Zayıf bedeni ile Bilal-i Habeşi Hz. “Allahü ehad” diyordu. O kafirin bu hareketi ancak onun imanının kuvvetlenmesine sebep oluyor, imanında zerrece bir eksiklik olmuyordu.

Ve bu hazin durumu yoldan gecerken Hz. Ebubekir (r.a.) görüyor ve “ey Ümeyye! Rahat bırak zavallıyı ne hale getirmişsin.” Ümeyye “sen karışma! O benim kölemdir, malımdır. İstediğimi yaparım.” Deyince kalbindeki dince kardeşlik sevgisinin verdiği merhametle Hz. Ebubekir (r.a.) “bu köleyi bana sat! Kaç dirhem alırsın, ne istersin?” diye bir alış-veriş başlıyor. Netice de Hz. Bilal’i satın alıyor. Daha sonra azad ediyor. Yani Bilal-i Habeşi artık hürriyete kavuşmuş oluyor.

Yine tarihin altın isimlerinden Hz. Sümeyye (r.a.) validemiz. Kocası Hz. Yasir Yemenden gelen bir kafileden Mekke’ye ticaret için geldiği zaman kendisini çok beğeniyorlar ve köle olduğu için cariye olan Hz. Sümeyye’yi veriyorlar. Ve Mekke’ye yerleşmesini istiyorlar. Hz. Sümeyye’nin 3 oğlu vardı. Bunlardan Hz. Ammar, hakkında ayet inen bir sahabedir. Hz. Ammar bir gün Müslüman oluyor. Ve annesine durumu açmak üzere eve geliyor. Bir de ne görsün; annesi perdenin arkasında gizlice namaz kılıyor. Annesi de Müslüman olmuş ailesinden gizliyormuş. Beraber durumu Hz. Yasir’e anlatmak için çare düşünüyorlar. Akşam oluyor. Yemek esnasında Hz. Yasir “ben bu gün Müslüman oldum. Siz ne dersiniz?” deyince hepsi çok seviniyorlar. “Biz de sana onu söyleyecektik.” Diyorlar. “bizde Müslüman olduk.” Diyorlar. Ama hür değiller. Netice de bunlar köle ve cariye, evlatları da öyle. Efendi durumu öğrenince işkenceler ve eziyetler başlıyor. H. ümeyye’nin gözlerinin önünde kocasını şehit ediyorlar. Ve onu da dininden dönmediği için kızgın çöllerde sürüklüyorlar. Bir gün işkence yapılırken Rasulullah efendimiz bizzat görüyor ve Hz. Sümeyye “her gün böyle ya Rasulallah!” diyor. Peygamber efendimiz “sabredin ey Yasir ailesi! Rabbiniz size cenneti hazırladı.” Buyuruyor. Peygamber efendimiz oradan ayrıldıktan sonra Hz. Sümeyye’nin bir bacağını bir devenin boynuna iple bağlıyorlar. Öteki bacağını başka bir deveye, bir kolundan bir deveye öteki kolundan diğer bir deveye bağlıyorlar. Develeri kamçılayıp ters istikametlerde koşturuyorlar. Hz. Sümeyye ortadan dörde bölünüyor. Zayıf vücudu paramparca yere düşüyor. Ve yere akan kanı La ilahe illallah Muhammeden Rasulallah (…) yazıyor. Azgın kafir kuduruyor. Nasıl kudurmaz? Öldürdü, şimdi de kanı dininde sebat ediyo. Kanın üzerini kumla örtmeye çalışıyorlar. Kan yine kumun yüzeyine çıkıyor. Bir türlü örtemiyorlar. Evet! Sıra Hz. Ammar’a geldi. Gözünün önünde babasını sonra annesini öldürdü azgınlar. Onu da çarmıha geriyorlar. Hayatı ile ölüm ile tehdit ediyorlar. Hz. Ammar düşünüyor: ‘acaba kalbim iman ile mutmeîn olduğu halde onlardan kurtulmak için dilimle kelime-i küfrü icra etsem, söylesem ne olur ki?’ diye. Ve düşündüğünü yerine getiriyor.

Duyanlar hemen peygamber efendimize gidiyorlar: “ya Rasulallah! Ammar dininden döndü.” Diyorlar.

Bunun üzerine ayet nazil oluyor. “Kalbi iman ile mutmeîn olduğu halde kim ki kelime-i küfrü icra ederse, ona ruhsat verilmiştir.” Fakat bunda ki şart şudur: o kimse ikrah-ı mülci yani asarım, keserim, öldürürüm şeklinde tehdit olunursa, bu şekilde ikrahta zorla bırakılırsa, kalbinin hangi tarafta olduğundan emin olduğu halde sadece dili ile tamam kabul ettim demek caiz görülmüş bu ayet ile. Ayetin nüzülü ile Hz. Ammar rahatlıyor. Daha sonra bir çok cenklerde bulunmuş, rasülullahın etrafında pervane olmuş, vazifelerini tamamladıktan sonra ebediyete göç etmişlerdi. Allah cümlesinden razı ve memnun olsun.

Aziz mü’minler! İnsanın dünyada iken dostu 3’tür.

1- Mal ve mülktür; ölünceye kadar,

2- Aile efradıdır; mezara kadar,

3- İman ve ameli salihasıdır; o kimsenin ebediyen dostudur. Hakikisi o 3.südür. cemali ilahiyeye kadar arkadaşlık eder. Öldüğü zaman elinden tutacak tek dostu budur. Kişi kabre geldiği zaman kabrini bir nur aydınlatır, parlatır ve ona der ki: “beni tanımadın mı?” o kimse onu tanımaz. O zaman o nur: “ben senin dünyada iken iman-ı kamile ile okumuş veya dinlemiş olduğun Kuran-ı Azimüşşan’ım!” der ve o nur kıyamete kadar o kimsenin kabrini aydınlatır. Şeytan ise daima imanını ve amelini nasıl alsam diye uğraşır durur.

Peygamber efendimiz bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyuruyorlar:

“Kalbin iki kulağı vardır. Birine ruh diğerine şeytan seslenir. Eğer imanı kuvvetli ise şeytanın sesini duymaz. Eğer o kimsenin imanı zayıf ise o kimse ruhun sesini işitmez. Hz. Allah semadan şeytan-ı aleyhillaneyi kovduğu gibi kişide ki kuvvetli imanda vücudundaki şeytanı kovar.”

وَلَقَدْ زَيَّنَّا السَّمَاءَ الدُّنْيَا بِمَصَابِيحَ وَجَعَلْنَاهَا رُجُومًا لِلشَّيَاطِينِ ۖ وَأَعْتَدْنَا لَهُمْ عَذَابَ السَّعِيرِ

Manası: “Biz azimüşşan, sema-i dünyayı yıldızlar ile süsledik ve o yıldızları şeytana taş eyledik. Ve onlara azab-ı elim hazırladık.” (mülk 5)

Şeytan semaya çıkmak istediği zaman yıldızlar onun oraya çıkmasına mani oluyorsa: iman nuru da şeytanın kalp kulağına fısıldamasına mani olur. Mevla cümlemizi şeytana uyaktan muhafaza eylesin.

İmam-ı Azam (ks) öyle buyuruyorlar: “Cenab-ı Hakk’ı rüyamda gördüm ve şöyle dedim ‘ya Rabbi! İmanımın zail olmasından korkuyorum.’ Rabbimde bana şu duayı tavsie etti:

…….. (ya hayyü ya kayyümü ya zel celali vel ikram. Eselüke en tühyıye kalbi binuri magrifetike ebeden ya Allahü ya Allahü ya Allahü ya bediassemavati vel arz.)”

Beyazıt-ı bestami Hz. Kabe-i şerifin orada bir gencin Kabe-i şerifin duvarına dayanmış hıckırıklarla ağladığını görüyor. Gencin yanına giderek niçin ağladığını sual ediyor. Genc evvela kimseye derdini söylemek istemiyor. Fakat Beyazıt-ı Bestami Hz.’nin simasına bakıp nur yüzünü görünce onun mübarek bir insan olduğunu anlayıp derdini anlatmaya başlıyor. “biz üç kardeştik. Büyük abim 30 sene müezzinlik yaptı. 30 sene sonra vefat edecegi zaman bizden Kuran-ı Kerim istedi. Getirdik. Kur’an-ı Kerimi eline aldı. ‘bu kitap hak değildir. Batıldır.’dedi ve imansız gitti. Onun küçüğü, abim 20 sene müezzinlik yaptı. O da öleceği zaman ölüm yatağında bizden Kuran-ı Kerim istedi ve getirdik. O da Kuran-ı Kerimi eline aldı ve ‘bu kitap hak değildir, batıldır.’ Dedi ve o da imansı gitti. Bende 10 senedir müezzinlik yapıyorum. Benim sonumda onlar gibi olur bende imansız gidersem diye ağlıyorum.”

Şimdi düşünelim; o 30 sene 20 sene müezzinlik yapan kimseler elbette beş vakit namazını kılmışlardır. Oruçlarını tutmuşlardır ve Kuran-ı Kerimi okuyup pek çok ameller yapmışlardır. Fakat yine de imansız gittiler. Öyle ise her zamana son nefesimiz dahil imanı kamil için yani son nefeste dahil imanlı olabilmemiz için Hz. Allah’a duada bulunmamız lazımdır. H. Allah hepimizi son nefes dahil iman-ı kamil ve hidayetten ayırmasın.

Yine İmam-ı Azam’a sordular: “İnsanın imanı hangi sebepten zail olur, imansız hale gelir?” İmam-ı Azam Hz. ; ‘3 sebepten’ buyurdular.

1- İman nimetine nail olduğu halde buna şükretmemek

2- İmansız gitmekten korkmamak

3- Hz. Allah’ın kullarına zulmetmek

O halde daima bir kimsenin ne yapması lazım? İman şerefi kendisine nasip olduğu için şükr etmesi, imansız gitmekten korkması lazımdır. Zira insan her ne kadar iman etse de yine de imansı gidebilir. Buna göre şunu düşünelim: acaba ibadet etmeyen insan nasıl ruhunu iman ile teslim edebilecek? Ve Hz. Mevla’nın özenerek yarattığı mahlukata ve kullarına da merhametli olmak lazımdır.

Bir insan nasıl yaşarsa %22 öyle ölür. Yani hayatında ne ile meşgul olursa, son anında da onun ile ruhunu teslim eder.

Ebu Zekeriyya bin Zahid ölüm döşeğinde yatar. Ve sahabe-i kiram da etrafında toplanmışlar. Kelime-i şehadeti söylemesini istiyorlar. Fakat bu zat yüzünü çevirir. Biraz uğraştıktan sonra kendisine gelir. Sahabe:

- Ya Zekeriyya bin Zahid! Sen ibadetle çok meşgul olurdun. Neden kelime-i şehadeti söyletmek istediğimizde yüzünü çeviriyorsun? Deyince şöyle söyler:

- Ben sizi hiç duymadım. Bana bir şeytan musallat oldu. Elinde su var, imanını ver suyu vereceğim diye beni zorluyordu. İşte ben onu defetmeye çalışıyordum. Diyerek kelime-i şehadeti söyler ve ruhunu teslim eder. İşte hakiki iman sahipleri şeytanı böyle maglup ederler. Mevlam cümlemize şeytana karşı galip gelmeyi nasip eylesin.

Peygamber efendimiz bir hadis-i şeriflerinde:

“sizden biriniz beni, babasından, kendisinden, evladından ve insanlardan daha çok sevmedikçe kamil imana sahip olamaz.” Buyuruyor.

Kamil bir imana sahip olabilmenin yolu peygamber efendimizi çok sevmektir. Kişi onu sevdikçe kemale ulaşır. İman olgulaştıkca rasulullahı daha çok sever.

İmanı kamileden bahsederken bir menkıbeyi anlatmak yerinde olacaktır.

Firavunun kızının Maşita adında bir cariyesi, dadısı vardı. Allah’a iman eden Musa (as)’ın peygamberliğini tasdik eden Saliha bir hatun idi. Fakat ne hikmettir ilahlık iddiasında bulunan firavun gibi bir mel’unun kızına hizmet ediyordu. Her sabah onun saclarını tarardı. Bir gün yine onun saclarını tararken tarağı elinden düşürüyor ve yerden alırken “bismillahirrahmanirrahim” diye alıyor. Bunu duyan kızı “sen ne söyledin Maşita! O da ne demek? Kim ki, onun adıyla başlıyorsun? Seni babama söyleyeceğim.” Diyor ve babasına gidiyor, durumu anlatıyor. Firavun Maşita Hz.ni huzuruna çağırıyor “doğrumu duyduklarım?” deyince Maşita Hatun; “evet! Senden korkacak değilim! Seni, beni, senin ceddini, benim ceddimi, şu sarayını, her şeyi, daha görmediğimiz çok şeyleri yaratan Hz. Allah’tır. Ve ondan başkasına da tapılmaz.” Diyor. Firavun melunu küplere biniyor.

Zulüm başlıyor! Hz. Maşita’yı evvela söz ile vazgeçirmeye çalışıyor. Olmuyor. İşkenceler yapıyor. Üç evladı ve kocasını getiriyor. Ve “ya Maşita! Eğer dininden dönmez bana itaat etmezsen, seni çarmıha gerer, gözünün önünde kocanı öldürür kanını sana içiririm.” Diyor. Maşita Hatun “Kafir, Allah’tan başka ilah yoktur.” Diyor. Firavun kudurmuş kelp (köpek)gibi Maşita’nın üzerine giderek onu çarmıha gerdiriyor ve kocasını öldürüp kanını ona içiriyor. Tekrar Maşita Hz.ni tehdit ediyor. “eğer hala iman etmezsen büyük evladını keser, kanını sana içiririm!” diyor. Fakat dinleyen kim! O yine imanında sebat gösteriyor. “Hayır” diyor. Firavun dediğini yapıyor. Büyük oğlunun kanını zorla ağzını sürüp içiriyor. Zaten elleri ayakları çarmıha gerili…hiçbir şey yapamıyor. Tekrar ikinci evladı da aynı şekil de oluyor. 3. Ve daha 2 aylık bebeği eline alıyor “Ya Maşita! Buna da mı acımıyorsun?” deyince Maşita Hatun annelik şefkati ile sızlamaya başlıyor. “söylesem bir şey olur mu? ” diye düşünürken Firavunun elinde ki bebek lisana geliyor. “anneciğim, sakın imanından dönme! Kardeşlerim ve babam cennet-i âlâ’da bizi bekliyorlar. Onların hiç canı yanmadı. Benim de yanmaz. Sende yanımıza gel sonra.” Hayret! Dehşet! Koca kafir kuduruyor. Adeta bebeği parcalıyor. Aynı hal! İman nasibi olanlar iman ediyor ve baktı ki olacağı yok… Maşita’yı diri diri kazana atıyor, diğerlerinin de ölü cesetlerini kazanda kaynatıyor. Ama o işkenceyi ancak onların cesetlerine yapabilir. Ruhları çoktan Firdevs-i mualla’ya uçtu bile. Çoktan Rabbi onlara cenneti baş etti ve cemalini göstermişti bile!

Evet, aziz mü’minler! Demekki imanımızın bu derecede olması lazımdır. Düşünelim! Bize bu gün, şu anda birisi dese ki; Sen Allah için yurdunu terk et! Cihad et! Yuvanı unutup Allah için koş dese ve bizde bunu tereddüt etmeden yapabileceksek, ne mutlu bize imanımız kemalde demektir. İnşallah!

Hz. Ömer (r.a.)anlatıyor: Bir gün Allah rasulü ile beraberdik, diğer arkadaşlarla halka şeklinde oturuyorduk. İçeriye gayet beyaz, zümrüt gibi simsiyah sakalı olan biri girdi. Üzerinde sefer alameti yoktu. Uzaktan geldiği sanılmıyordu. İçimizden tanıyanda yoktu. Peygamber efendimizin huzuruna geldi. Selam verdi. Peygamber efendimizin dizlerine kendi dizlerini dayadı. (o şekilde oturdu.) ellerini dizlerinin üzerine huşu içinde koydu. Biz hayret içinde izliyorduk. Peygamber efendimize:

- İslamiyetten haber ver! İslamiyet nedir ya Rasulallah? Dedi. Peygamber efendimiz

- İslamiyet demek: senin Allah’tan başka ilah kabul etmeyip, Muhammed’in de rasulü olduğunu kabul etmendir. Namazını düzgün kılman, ramazan-ı şerif orucunu tutman, zekatını vermen, yola gücün yeterse hacca gitmendir. İşte budur. Buyurdu. O zatta:

- Doğru söylediniz ya Rasulallah! Dedi. Biz hayret ediyorduk. Soruyor ve cevaplıyordu. Biz böyle konuşamazdık. Peygamber efendimize soran kişi tekrar soruyor

- Ya Muhammed! Bana imandan haber ver. İman nedir? Deyince paygamber efendimiz

- Senin Hz. Allah’a, peygamberlere, kitaplara, meleklere, ahret gününe, kader hayır ve şerrin Hz. Allah’tan olduğuna inanmandır. Buyurdular.
İman peygamber efendimizin buyurduğu şeylerin hepsine olursa hakiki iman olur. Eğer bir kimse Hz. Allah’a, meleklere, kitaplara, peygamberlere, ahret gününe inanıp başına bir hayır veya şer geldiğinde onun Hz. Allah’tan olduğuna inanmazsa o kimse iman etmiş sayılmaz. Burada imam-ı Birgüvi Hz.nin buyurmuş olduğu şeyi hatırlayalım. İmam-ı Birgüvi Hz. “eğer ki bir kimse yanında kendi cinsinden biri, bir insan olduğu zaman kötülük işlemekten korkar ve utanırsa, fakat yanında kendi cinsinden bir kimse yokken vücudunda olan 384 tane (dile kolay) meleği hiçe sayarak o günahı işlerse o halde o kimsenin meleklere olan imanı nerde kaldı. Bir kimse imanın bütün şartlarına inanırda Hz. Allah’ın meleklerine inanmazsa o kimse iman etmiş sayılmaz. ) O zat;

- Doğru söylediniz ya Rasulallah! Buyurdular ve sonra tekrar sordular;

- Ya Rasulallah! İhsan nedir? Peygamber efendimiz

- İhsan: senin Hz. Allah’ı görür gibi ibadet etmendir. Sen görmesen bile Hz. Allah seni görüyor. Buyurdular. –Hz. Allah böyle ibadet etmeyi nasip eylesin- sonra o kimse bu defa

- Kıyametten haber ver! Deyince peygamber efendimiz kıyamet alametlerinden bir kacını saydı. Daha sonra o zat arka arkaya çıkıp gitti. Hiç kimse o zat kimdi diye de peygamber efendimize bir şey sormadı.

Birkaç gün sonra peygamber efendimiz Hz. Ömer’e “o gelen kimdi biliyor musun ya Ömer! O gelen Cebrail (as)’dı. Size dininizi öğretmek için geldi.” Buyuruyorlar.

Baştaki ayeti-i kerime de Hz. Allah “İman edip Salih amel işleyenlere şunu müjdele; onlar için ağaçlar altında ırmaklar akan her türlü meyvelerle süslenmiş cennetler var. Kendilerine ne zaman onlardan bir meyve ve rızık yedirilse her defasında bu daha önce bizim yedigimiz saydır diyecekler. Onalr için orada temiz zevceler var. Onlar o cennette ebedi kalacaklar.” Buyurduğunu söylemiştik. Ayet-i kerimeden anlaşıldığı üzere bu müjde ve nimetler sadece iman edenler için değil, hem iman edip hem de Salih amel işleyenler içindir. Öyle ise bizler iman etmekle kalmayacağız. İşte; ben Hz. Allah’a, meleklere, kitaplara inanıyorum, ahret gününe de inanıyorum, kadere hayrın ve şerrin Hz. Allah’tan olduğuna da inanıyorum. Fakat namaz kılamıyorum. Oruç tutamıyorum. Yani Salih amelleri işleyemiyorum demiyeceğiz.

Bakın ameli salihin insana 5 tane faidesi vardır:

1- Dünyada o kimsenin imanını korur. Eğer ki insan ameli Salih yani ibadetini güzel bir şekilde yapmıyorsa o kimse imanını muhafaza edemez. Zira kişinin imanını ameli Salih korur ki, o da olmadığı zaman muhafazanallah o kimse imansız bir şekilde ruhunu teslim eder.

2- Ruhun bedenden kolay çıkmasına sebep olur. Eğer ki bir insan ibadet etmezse amel-i Salih işlemezse ruhu da bedenden kolay bir şekilde çıkmaz, Hz. Allah bundan da muhafaza buyursun.

3- Ölüm ve kabir zamanında tebşirata yani müjdelenmeye nail olur. Kişi ameli Salih işlerse ölüm zamanında ve kabir de melekler tarafından cennet ile müjdelenir. Ve kabirde cennet ile müjdelenen kimseye derhal manevi bir hat bağlanır ve o kimsenin kabri cennet bahçelerinden bir bahçe olur. Hz. Allah cümlemizin kabrinin cennet bahçelerinden bir bahçe olmasını nasib-i müesser eylesin.

4- Kabir ve kıyamette nur olur. Yani o amel-i Salih sahibi için amel-i salihi işleyen kimse için hem kabirde hem de kıyamette nur olur.

5- Cezadan halas olarak cennet ve cemale mazhar olur. Hepimizin isteği de bu değil midir? Hz. Allah’ın cennetine ve hassaten de cemaline mazhar olmayı istemez miyiz? Hz. Allah cümlemizi cennetine giren ve cemalini gören kullarından eylesin. (amin)

O halde bizlerinde iman ile ameli bütünleştirmemiz, Salih ameller, Salih ibadetler işlemeye gayret etmemiz lazımdır.

İsrailoğullarından bir hükümdar dünya nimetleri içinde boğulmuşken bir türlü hayatından zevk alamaz. (bu durum şu zamanda da mevcuttur. Kişinin malı mülkü çoktur fakat hayatından zevk alamıyordur.) bir gün bakanlarını toplar. “halk da benim gibi hayatlarından zavk alamıyor mu?” diye sorar. Bakanlar ‘hayır (alıyorlar)’ diyerek hükümdara cevap verirler. Hükümdara ‘hepsi hayatlarından memnun neşeli ömür sürüyorlar.’ “benim de onlar gibi olmam için ne lazım.” Diye sorduğunda bakanlar ‘dinde istikamet! Siz de bunu yaparsanız hayatınızda neşeli ve rahat olursunuz.’ Hükümdar bu tavsiyeleri dinler. Hayatından zevk almaya başlar. Mutluluk içerisinde yıllarca yaşar. Bu sırada şeytan kendisine musallat olur ve hükümdara ‘sende üluhıyyet (ilahlık) sıfatı var, yoksa ömrün bu kadar olmazdı. (birkaç yüzyıl)’ der. ‘üluhıyyetine ömrünü delil olarak gösterirsin.’ Der. ‘halkı kendine ibadet etmeye çağır.’ Diye söyler.

Şeytan ne yapar yapar hükümdarı kandırır ve onu doğru yoldan saptırır. Nihayet hükümdar bir gün halkı toplar. Şeytanın telkin ettiği gibi “ey ahali! Sizden şimdiye kadar gizliyordum. Fakat bu gün açıklıyorum. Bende üluhıyyet sıfatı var, bana kulluk etmeniz lazım. Şayet bende sizin gibi bir kul olsa idim….” Diye halkı ibadetine çağırır. Fakat düşmanlarını bir anda yok etmeye kadir olan Hz. Allah’ın kahrına uğrar. Kısa bir süre sonra memleketi düşmanların istilasına uğrar, kendisi de esir alınarak idam olunur.

Buradan anladığımız; eğer ki dünyadan zevk almak istersek, dinde istikamet etmemiz yani iman edip Salih amel işlememiz, ibadetler yapmamız lazımdır. Zaten biz bunları güzel bir şekilde yaptığımız zaman Hz. Allah razı olur. Hayatımızdan memnun olmamızı nasip eder.

Dinde istikamet edenlere bakınız şu ayette ne müjdeler vardır; Cenab-ı Hakk ayeti kerimesinde mealen şöyle buyuruyorlar: “Rabbimiz Allah deyipte sonra dosdoğru giden şu kimseler, onlar üzerine melekler inerler ki, korkmayınız, mahzun da olmayınız ve dünyada iken vecd olunduğunuz şu cennet ile müjdelendiniz. Dünya hayatında ve ahrette biz sizin yardımcılarınızız. Orada sizin için nefislerinizin arzu ettiği şeyler var, temenni ettiğiniz şey orada vardır.” Buyruluyor.

İnşallah Hz. Allah’ın bu müjdeleri bizlerin üzerimizde olur. Hz. Allah hepimizi son nefesimiz dâhil imanı kamilden, kamil-i hidayetten ve Salih amellerden ayırmasın… Âmin

Bookmark and Share

8 Şubat 2010 Pazartesi

Surelerin Havassı

 

On sure on şeye mani olur:

1- Fatiha suresi: Allahü Teâlâ’nın gazabını giderir.

2- Yasin-i şerif suresi: Kıyamet gününde susuzluğu önler.

3- Duhan suresi: Kıyamet gününde korku ve dehşeti önler.

4- Vakıa suresi: Fakirliği yoksulluğu önler.

5- Mülk suresi: Kabir azabını önler.

6- Kevser suresi: Düşmanların husumetini önler.

7- Kafirun suresi: Ölüm zamanında küfre gitmeyi önler.

8- İhlas suresi: Nifakı önler.

9- Felak suresi: Hasedcilerin hasedini önler.

10- Nas suresi: Vesveseleri önler.

Bookmark and Share

Hadislerde Surelerin Fazileti

Surelerin fazileti hakkında hadis-i şerifler
“Levh-i mahfuza ilk yazılan ‘bismillahirrahmanirrahim’dir.”
Fatiha suresi her derde deva, zehire şifadır.” (ramuz 321/11-12)
Fatiha suresi Kuran’ın üçte birine bedeldir. Kitabın fatihası Kuran’ın anasıdır.”
“Bir millete Allahü Teâlâ azap göndermeyi hükmetti. Onların çocuklarından biri Fatiha-i Şerife’yi öğrenip okuyunca Allahü Teâlâ onların üzerinden kırk yıl azabı kaldırdı.” (beyzavi 1/14)
“Allah’a yemin ederim ki, ne Zebur da, ne İncil de, ne Tevrat’ta ve ne de Kur’an da Fatiha suresinin bir misli nazil olmamıştır.” (tergıb 3/183)
bakara suresi Kuran’ın evi veya perdesidir. Onu öğretiniz. Çünki onu öğrenmek bereket, terk etmekse hasrettir. Bu sureye sihirbazlar güç yetiremezler.” (beyzavi 2/274)
kuran-i-kerim-sureleri “Kur’an okumayı terk edip de evlerinizi kabirlere benzetmeyiniz. Sure-i Bakara’nın okunduğu evde şeytan mutlaka kaçar.” (tegib 185)
“Her şeyin bir senamı (âlâsı, zirvesi) vardır. Kuran’ın zirvesi Bakara suresidir. Kim evinde gece o sureyi okursa, üç gece şeytan o eve gelmez. Kimde gündüz okursa, şeytan üç gün o eve yaklaşamaz.” (ramuz 128/8)
“Kur’an-ı kerim’de en azim ayet ayet-el Kürsi’dir.”
Bakara suresinde bir ayet vardır ki, Kuran’ın ayetlerinin seyididir. O ayet bir yerde okundu mu, şeytan oradan mutlaka çıkar (kaçar). Bu ayet’el kürsi’dir.” (ramuz 300/9)
“Ayet-el kürsi’yi okuyan kimseye Kürsi büyüklügünde ecir verilir. Meleklerde ona istiğfar ederler.”
“Yatarken Ayet-el Kürsi’yi okuyan kişiyi, onun komşusunu ve etrafında bulunan bütün komşularını Allahü Teala emniyet altına alır.” (beyzavi 2/259)
“Sure-i bakara’nın sonundaki iki ayeti (Amenerrasulü… ilah…) geceleyin kim okursa, o, ona yeter.” (beyzavi 2/274)
Hz. Ömer (r.a.) “aksam Amenerrasulü’yü okumadan yatan kişiyi biz akıllı saymazdık.” (hak dini kur’an dili)
“Ali İmran suresini Cuma günü okuyana Allahü Teâlâ rahmet ve melekler güneş batıncaya kadar Salatü selam ederler.” (beyzavi 2/63)
“Nisa suresini okuyan kişi, sanki bütün mü’min kadın ve erkeklere sadaka dagıtmış ve bir köle azad etmiş gibi ecir alır ve Allahü Teâlâ’nın günahından vazgeçtiği kullarından olur.” (beyzavi 2/132)
“Kuran’ın yedi uzun suresini –ki Nisa suresi de onlardandır.- kim öğrenip okursa o kişi âlim sayılır.”(ahmed ibni hanbel)
“Maide suresini okuyan kişi’ye Cenab-ı Hakk dünyada yaşayan Yahudi ve Hıristiyanların adedince istiğfar ederler.” (beyzavi 2/178)
En’am suresi’ni okuyan kişi için yetmişbin melek bu surenin harflerinin adedince istiğfar ederler.” (beyzavi 2/217)
“Kim sabah namazını cemaatle kılar ve namaz kıldığı yerde oturarak En’am suresinin başından üç ayet okursa Allah bu sayede ona yetmiş melek görevlendirir. Bunlar kıyamete kadar Allah’ı tesbih ve okuyan kişiye istiğfar ederler.” (deylemî)
Âraf suresini okuyan kimse için Cenab-ı Hakk kıyamet gününded şeytanlara karşı bir perde halk eder. (onu şeytanlardan korur) ve Âdem (as)’ı ona şefaatçi kılar.” (beyzavi 3/40)
Enfal ve berâe surelerini okuyan kişiye ben kıyamette şefaatçi olacağım.” (beyzavi 3/58)
Yunus ve Hud surelerini kim okursa (kendisine) sayısız dereceler ihsan olunur. (beyzavi)
Not: Hud suresi 41. Ayeti ni (bismillahi mecraha…) Nuh (as) gemiye binerken kendisine tabi olanlara okumayı emretmişti. Okudular. Selamet buldular. Bizler de vasıtaya binerken 3 veya 7 defa okursak, manevi emniyet kemerlerimizi bağlamış oluruz.
“Yusuf suresini herhangi bir mü’min okur ve aile efradına öğretirse, Cenab-ı Hakk onlara ölüm hastalığını kolay kılar ve Müslümanlara hased etmek duygusundan kurtarır.” (beyzavi 3/144)
“Raad suresini okuyan kişiye, Allahü Teala bütün şimşekler adedince ecir ihsan eder ve onun ahdini ifa etmiş kişi olarak diriltir.” (3/154)
“Nahl suresini okuyan kişi, o gün ölürse Allahü Teala onu dünya da ihsan ettiği nimetlerden dolayı hesaba çekmez.” (beyzavi 3/195)
Kehf suresinin evvelinden on ayet ezberleyen, Deccal’ın fitnesinden emin olur.(tergıb 3/192)
“Kim Cuma günü Kehf suresini okursa, iki Cuma arasında ona nurdan bir ışık yakılır.” (tergıb )
“Kim Cuma günü Kehf suresini okursa, bulunduğu yerden göklerin tavanına kadar bir nur yükselir. Bu nur kıyamet gününde onu aydınlatır. Ve onun iki Cuma arasında vaki olan bütün günahları afvedilir.” (tergib)
Kehf suresini inzal olunduğu gibi (tamamını) okursa, bulunduğu yerden Mekke’ye ve semaya kadar dolu nur verilir.” (tergıb 3/192)
Enbiya suresini okuyan kişinin hesabını Cenab-ı Hakk kolay kılar ve peygamberler onunla musafaha ederler.” (beyzavi 4/48)
Hac suresini okuyan, Hac ve umre yapanların sevapları gibi sevap alır.” (beyzavi 4/62)
“Kendileriyle yalvarılıp dua edildiğinde Cenab-ı Hakk’ın kabul buyurduğu ‘ism-i azam’ Kuran’ı kerim’de şu üç surededir: Bakara, Âli İmran, Taha.” (Darimi)
“Allah-ü Teala, Âdem (as)’ı yaratmadan bin yıl önce Taha ve Yasin surelerini okumustur. Melekler işitince ‘bunların indirileceği ümmete, bunları okuyacak dillere, bunları ezberleyecek gönüllere ne mutlu.’ Demişlerdir.” (Darimi)
“Mü’minun suresinin evveli ve ahiri cennet hazinelerindendir. Evvelindeki üç ayetle amel eden, ahirinde ki dört ayetin nasihatini dinleyen kişi kurtulur, felah bulur.” (beyzavi 4/73)
Furkan suresini okuyan mü’min olarak Hz. Allah’a kavuşmuştur.” (beyzavi 4/100)
Neml suresini okuyan, kabrinden haşrolunduğunda, ‘LA İLAHE İLLALLAH’ diyerek kalkar.” (beyzavi 4/122)
Ahzab suresini okuyup ehline öğreten, kabir azabından emin olur.” (fethul kadir)
“Kim yatsıdan sonra Mülk ve Secde surelerini okursa Kadir gecesini ihya etmiş gibi olur.”
Secde ve Mülk surelerini okuyunuz. Zira bu iki surenin her ayeti diğer surelerin 70 ayetine bedeldir. Kim bu iki sureyi yatsıdan sonra okursa, (bu ikisini) Kadir gecesinde okumuş gibi sevap alır.” (Tirmizi)
Yasin suresini ölülerinize okuyunuz.” (Tirmizi)
“Her şeyin bir kalbi vardır. Kur’an-ı Kerim’in kalbi de Yasin suresidir. Kim Yasin’i okursa Cenab-ı Hakk ona on defa Kur’an okumuş kadar sevap ihsan eder.” (tirmizi)
“Kim geceleyin Yasin okursa, afedilmiş olarak sabaha çıkar.” (tirmizi)
Yasin’i her gece okuyan şehit olarak ölür.” (el-manevi)
Yasin-i okuyunuz. Onda on bereket vardır. Aç okursa doyar. Çıplak okursa giyinir. Bekar okursa evlenir. Korkan okursa emin olur. Mahzun okursa ferahlar. Misafir okursa seferde yardım görür. Kayıp bulunur ve hasta okursa şifa bulur. Ölü üzerine okunursa azabı hafifler. Susayan okursa, suya kavuşur.” (Ramuz 79/4)
“Her kim anne ve babasının veya bunladan birisinin kabrini her Cuma ziyaret eder ve yanlarında Yasin okursa, her harfinin sayısınca ona mağfiret olunur.” (Hak dini Kur’an dili)
Yasin-i şerifi gece okuyan, yedi hatim sevabına nail olur.”
Yasin-i şerifi gece okuyana 20 hac sevabı verilir.” (künüz)
Vakıa suresini her gece okuyan, hiç fakirlik görmez.” (beyzavi 5/65)
“Zuhruf suresini okuyan kimse için kıyamet günü ‘ey kulum bu gün sana korku ve üzüntü yok’ denilir.” (beyzavi 5/65)
“Duhan suresini okuyupta yatan kişi mağfiret olunmuş olarak kalkar.” (beyzavi 5/68)
“Gecenin evvelinde Duhan suresini okuyan kişi için, yetmiş bin melek sabaha kadar istigfarda bulunur.” (tirmizi)
“Cuma günü ve gecesi Duhan suresini okuyan kişi için Allahü Teala cennette bir köşk ihsan eder.” (feyzül kadir)
Câsiye suresini okuyanın Allahü Teala ayıplarını örter ve hesap korkusunu giderir.” (beyzavi 5/71)
“Bu gece bana bir sure nazil oldu ki, o bana üzerine güneş doğan her şeyden sevgilidir. Bu ‘İnna Fetehna leke…’dir.-fetih suresi-”
Haşır suresini okuyan kişinin geçmiş ve gelecek günahları(ndan bazıları) afvolunur.”
“Bir kimse sabahleyin üç kere ‘Euzü billahissemiıl alimi mineşşeytanirracim’ der de, Haşır suresinin sonundan üç ayet okursa, Allahü Teala ona yetmiş bin melek vekil eder ki, onlar aksama kadar kendisine dua ederler. Eğer o gün ölürse şehit olarak ölür. Akşamleyin okursa yine bu menzilede olur.” (ramuz 434/12)
“Allah’ın ayetleri içerisinde ‘İsmi azam’ sure-i Haşr’ın ahirindedir.” (hüvallahüllezi… ilah)
“Kim gündü veya gece de Haşr suresinin sonunu okur, sonra da o gün veya gecede ölürse Allah ona cenneti vacip kılar.” (beyhaki)
Münafikın suresini okuyan nifaktan beri olur.”
Teğabün suresini okuyan kişiden Allahü Teala ani ölümü defeder.” (beyzavi 5/136)
Talak suresini okuyan kişi, sünneti Rasulullah üzere ölür.” (beyzavi 5/36)
Tahrim suresini okuyana Allahü Teala tevbe-i Nasuh nasip eder.” (beyzai 5/140)
Mülk suresini okuyan kimse leyle-i kadri ihya etmiş gibidir.” (5/142)
Tebarake (sure-i mülk) kabir azabına manidir.” (Tirmizi)
“Bir kimse her gece sure-i Kıyame (ki La uksimü bi yevmil kıyamet..) okursa, kıyamet günü yüzü ayın ondördü gibi parlayarak Allah’a kavuşur.” (ramuz 438/6)
İnşikak suresini dört defa okuyan kişi, sanki Kur’an’ın tamamını okumuş gibidir.”(beyzavi 5/179)
İza zülzile suresini (zilzal) dört defa okuyan kişi sanki Kuran’ın tamamını okumus gibidir.” (beyzavi 5/192)
Tekasür suresini okuyan, ani ölüme uğramaz.”
“Sizden biriniz her gün bin ayet okuyamazsa ‘Elhakümüttekasür..’ü okuyamaz mı?” (ramuz 82/8)
“Size bir sure okuyacağım ki, kim ağlarsa cennetliktir. Ağlayamazsa hüzünlü bulunsun. Bu ‘Elhakümüttekasür’ suresidir.”
Kafirun suresini okuyan kişi, sanki Kuran’ın dörtte birini okumuş gibidir.” (beyzavi 5/192)
“Ey Cübeyr! Sefere çıktığında arkadaslarının içinde en iyi hal ve en fazla azık sahibi olmaktan hoşlanır mısın? Şu beş sureyi oku; ‘Kul ya eyyühel kafirun..’ ‘İza Cae nasrullah…’ ‘Kul hüvallahü ehad…’ ‘Kul euzü birabbil felak…’ ‘Kul euzü birabbinnas…’
“Yatağına geldiğinde ‘Kul ya eyyühel kafirun’ suresini oku, sonra uyu. Bu şirkten beri olmaktır.” (Ramuz 37/5)
İhlas suresini okuyan kişiye cennet vacip olmuştur.” (beyzavi 5/200)
‘Kulhüvallahü ehad’ Kuran’ın üçte birine bedeldir.” (ramuz 335/7)
“Bir kimse ihlas suresini elli defa okursa elli senelik, iki yüz defa okursa iki yüz senelik günahı affolunur. Bin defa okursa kendini Allahü Teâlâ’dan satın almış olur.” (ramuz 438-9-11)
“Bir kimse far namazlardan sonra on defa İhlas okursa, Allahü Teala’nın rızasını ve mağfiretini kendisine lazım kılar.” (Ramuz 438/12)


Bookmark and Share

5 Şubat 2010 Cuma

DUA

اُدْعُوا رَبَّكُمْ تَضَرُّعًا وَخُفْيَةً
Mevlamız ayeti kerimesinde “yalvara yakara gizlice dua edin” buyuruyor.
Dua Allah ile kulları arasında bir bağdır. Sıkışan daralan kul kurtuluşu Allah’a yalvarmakta bulur ve hemen o anda duaya sarılır. Yukarıdaki ayette geçtiği gibi rabbimiz kullarının dualarını duyar. O bize her şeyden daha yakındır. Kendisine acılan elleri gören ve yapılan duaları duyan haz. Allah o duanın sahibini hiç bos çevirmez.
O sonsuz merhamet sahibidir. Yeter ki ona acılan eller ona yalvaran diller samimi olsun ve yapılan istekler usulü ile yapılsın.
Şimdi sırası ile duanın usulü ve kabul olmasının şartlarını teker teker öğrenelim.
Yapılan dualardan umulan faidelerin tahakkuk etmesi için duanın usulüne ve adabına tam manası ile riayet edilmesi ve duaların ihlasla yapılması lazımdır. Yoksa gelişi güzel yapılan her duanın kabul edilmeyeceğini söylemeye bile gerek yoktur. Peygamber efendimiz bir hadis-i şeriflerinde:
DUAg“kim güç ve sıkıntılı zamanında duanın kabul edilmesini isterse bolluk ve rahatlık zamanında çok çok dua etsin.” Buyurmaktadır.
Müslümanlar toplanıp İbrahim bin ethem hz’nin huzuruna çıkarak diyorlar ki;
- Ey Allah’ın dostu! Biz Allah’a dua ediyoruz fakat bir türlü kabul etmiyor. Bunun sebebi nedir? O mübarek veli şöyle cevap veriyor;
- “*Siz Hz. Allah’ı biliyor fakat onun emrini yerine getirmiyorsunuz,
*rasulü erkemi seviyoruz diyorsunuz fakat onun sünnetlerini terk ediyorsunuz,
*Hz. Allah’ın nimetlerini görüyor fakat onun şükrünü eda etmiyorsunuz,
*şeytanın düşman olduğunu biliyor fakat ona uymaktan kaçınmıyorsunuz,
*ölümün var olduğunu biliyor fakat takva sahibi olmuyorsunuz,
*kendi ayıplarınızı unutup başkalarının ayıplarını araştırmakla meşgul oluyorsunuz,
*cennet haktır diyorsunuz faka t oraya girmenize Sebeb olacak amelleri yapmıyorsunuz,
*ölülerinizi defnediyorsunuz fakat ibret almıyorsunuz.” Buyuruyor.
Şimdide duası makbul olan kimseleri öğrenelim;
- Baba ve annenin evladına yaptığı dua ve beddua: Allah’ın sevgili dostlarından bir zat Kâbe-i muazzama’yı tavaf için yola çıkıyorlar. Yolda bir köye uğruyorlar. Mezarlıktan geçerken bir kişi mezarından kalkıyor, merkep (eşek) gibi anırdıktan sonra tekrar mezarına yatıyor. O mübarek zat bu kişinin kim olduğunu öğrenmek isteyip akrabalarından birisi ile görüşmek istediğini söylüyor. Köylüler hayatta sadece annesi olduğunu söylüyorlar. O zatta gidip annesine niçin olgunun böyle yaptığını soruyor. Kadın: “oğlum her zaman içki içip eve gelirdi. Yine bir gün içkili geldi. Ona niçin böyle yaptığını sorduğumda bana ‘merkep gibi anırma’ dedi. Bu sözü çok ağırıma gitti ona beddua ettim. O günden beri böyle anırıyor.” Diye cevap veriyor.
- Misafirin yaptığı dua
- Evliya-ı kiramın duası; büyük zatlardan birinin hali gayet dar olup ailesinin ihtiyaçlarını karşılamaya muktedir değildir. Bir gün hanımı yanına gelir “sen Allah’a dünyayı bizim üzerimize geniş kılması için dua et!” der. Yani Allah’tan bizim için bolluk bereket iste demek ister. O zatta dua eder ve ertesi gün kadın odaya girdiğinde altından bir kerpiç bulur hemen esinin yanına gider ve kerpici gösterir. İaşe temini için kullanmaya karar verirler. Ancak o gece rüyasında da o zat kendisini cennete girmiş olarak görür. Ve cennette kendisine verilen köşkün bir kenarında bir tane kerpicin eksik olduğunu fark ediyor. Ve oradaki hizmetkârlarına “bu eksik kerpiç nerede” diye soruyor. Onlarda “biz onu Allah’ın emri ile dünyada iken sana getirdik.” Diyorlar. O zat dehşet içerisinde uyanarak kerpici alıyor ve secde-i rahmana kapanıp “ya rabbi! Bunu yerine iade ettim kabul et” diye dua ediyor. Cenab-ı Hakk da kerpici yerine iade ediyor.
Peki, dua nasıl yapılır? Adabı nedir?
1- Şerefli vakitleri aramak:
şerefli vakitler sene içerisinde arefe günleri, aylardan ramazan ayı, haftalarda Cuma günleri, gün içerisinde seher vaktidir.
Musa (as) Cenab-ı Hakk’a “ya rabbi sana hangi vakitte dua edeyim ki, benim dualarımı kabul edesin” buyuruyor. Hz. Allah “bana hangi saatte dua edersen kabul ederim.” Musa (as) aynı niyazı bir kaç defa tekrar edince Cenab-ı Hakk “gecenin yarısında dua et. Zira o saatte bana dua eden eşkıya dahi olsa duasını kabul ederim.” Buyuruyor.
Harun Reşid’in çok Salih bir komşusu olup çok fakirdir. Küçük çocukları da olan bu zatın yiyecek bir şeyleri olmadığı için çocukları çok açtı. Bu zat gecenin yarısında kalkıyor. İki rekât namaz kılıyor. Hz. Allah’a dua ediyor. Harun Reşid de o anda rüyasında şöyle bir ses işitiyor. “ya Harun! Sen tok yatıyorsun. Komşun çocukları ile aç yatıyor.” Bunun üzerine Harun Reşid hemen kalkıp mutfakta yiyecek cihetinden ne mevcut ise hepsinden birer tane alıp komşusuna götürüyor. İhtiyar komşusu henüz duasını tamamlamadan Harun Reşid’in yiyecek getirdiğini görüyor ve hemen Hz. Allah’a şükür secdesine varıyor.
2- Şerefli hallerden istifade etmek:
Ebu Hureyre şöyle buyuruyor: “gök kapıları İslam ordusu ile küfür ordusunun karşılaştığı, yağmurun yağdığı ve farz namazların kılındığı esnada açılır. Bu vakitleri ganimet bilip dua edin.” Buyuruyor.
Ve yine hadis-i şerifte “kulun Allah’a en yakın olduğu yer secde mahallidir.” Buyruluyor. Bilindiği üzere şeytan-ı aleyhillane Hz. Allah’ın huzurundan kovulduğu zaman “senin kullarını saptıracağım ve senin cennetine giden yolun ortasına oturacağım. Cennete salmayacağım.” Diyor. İşte o anda Hz. Allah şeytana iki yeri yani altı ve üstü (secde ve dua) unutturuyor. Onun için secde halinde Mevla’ya iltica etmemiz lazım.
3- Kıbleye dönerek, kollarının altı görünecek şekilde ellerini açarak dua etmek:
İbn-i Abbas’ın rivayetinde: “rasulü Ekrem dua ettiği zaman avuçlarını birleştirir ve iç kısmını yüzüne çevirirdi.” Buyruluyor.
Peygamber efendimiz: “duayı bitirdiğiniz zaman ellerinizi yüzünüze sürün onda bereket vardır. Çünki her iki el de semavi bereketlerle dolmuştur. Ondan bereketleri azaların en hayırlısı olan yüzünüze akıtmış olursunuz.” Buyuruyor.
4- Duayı gizlice yani hafif sesle yapmak:
Nitekim Rabbimiz bir ayeti Celilesinde mealen: “Rabbinize gönülden ve gizlice yalvarın” buyuruyor. Gönülden yani Hz. Allah’ın gayrısını kalpten çıkararak, sırf Mevla ile meşgul olarak dua etmek lazımdır.
Hz. Allah bir hadis-i kutside “ey insanlar! Kalbiniz benden başkasına çevrilmiş olduğu halde dua ederseniz gittiğiniz bu yol batıldır.” Buyuruyor. Hadis-i kutsiden anlıyoruz ki; kişi dua ettiği zaman sadece Hz. Allah’ı düşünmeli, hem lisanen hem de kalben dua etmelidir. Böyle yapılan duanın kabul olmasına hiçbir mani yoktur.
5- Duada yapmacık sözlerden sakınmak:
Dua eden kapıda ki dilenci gibidir. Tevazu ve huşu içinde istemelidir. Külfetli ve yapmacık sözlerden kaçınmalıdır. Peygamber efendimiz bir hadis-i şerifte buyuruyor ki: “dua da yapmacık sözlerden kaçının. Allah’ım senden cennet ve cennete yaklaştıracak söz ve amel diler, cehennem ve cehenneme yaklaştıracak söz ve işlerden sana sığınırım demek kâfidir.”
6- Huzur ve huşu içinde Allah’tan korkarak ve kabulünü umarak istediği şeyde ısrarlı olmaktır.
7- Duasında azimli kabulünde ümitli olmak sureti ile Hz. Allah’a karşı hüsn-ü zanda bulunmak. Hadis-i şerifte: “sizden biriniz dua ettiği zaman kabul olunacağına büyük ümit besleyin. Çünki onun kabulü Allah için kolaydır.”
8- Tekrar tekrar isteyerek duada ısrar etmek. İbn-i mesut peygamber efendimiz hakkında: “dua ettiği zaman üç defa dua eder. Allah’tan bir şey istediği zaman 3 defa isterdi.” Buyuruyor.
9- Duaya besmele ile başlamak. Seleme bin akça Hz. Şöyle anlatıyor. “                  بِسْمَانِى رَبِّيَ اْلعَلِىِّ اْلاَعْلَي اْلوَهَّابْ (bismani rabbiyelaliyyil aglel vehhab) demeden peygamber efendimizin duaya başladığını duymadım.”
10- Duanın kabul olmasının asıl sebebi tevbe etmek, helalleşmek, bütün himmetini Hz. Allah’a bağlamaktır. Süfyan-ı servi Hz. Anlatıyor. Beni israilde 7 yıl yağmur yağmadı. Kıtlıktan çöp leşlerini yiyecek hale geldiler. Hatta çocuklarını bile yediler. Bu vaziyette dağlara çıkarak Allah’a yalvardılar. Fakat Hz. Allah onların peygamberlerine vahyetti:
- Bana yürümekten ayaklarınız dizlerinize kadar sürtse, elleriniz semaya değecek gibi yüksek dağlara tırmansanız kul hakkını ödemedikçe duanıza icabet etmem ve ağladığınıza acımam. Bunun üzerine onlar birbirleriyle helalleştiler ve Hz. Allah bereketini onlar üzerine indirdi.
Bazı kere dua kabul olunmaz. Bu dua ya nefsinde zayıf olduğu içindir yani bir kişi nefsinde bir kişiye nefret beslerse Hz. Allah o duayı kabul etmez. Veya duanın kabulüne bir mani vardır. Haram yemek, zulm etmek, kalbinin günahları sebebi ile kararması ve gafletin kendisine galip gelmesi gibi şeyler dolayısı ile.
Şu anlatılanlardan anlıyoruz ki Allah’a dua eden kimsenin midesinde haram lokma bulunmamalıdır.
Nitekim bir defasında sahabeden Saad bin ebi vakkas peygamber efendimize söyle dedi: “ya Rasulallah! Hz. Allah’a dua ediyorum fakat duam kabul olunmuyor.” Peygamber efendimiz “ey Saad! Haramdan sakın zira midesine bir lokma haram girmiş olan kimsenin duası 40 gün kabul olunmaz.”
Şeyh ishak Hz. Bir köye giderken yolda Salih bir derviş ile karşılaşıyor. Derviş “sübhanallah, biz zatına dua ettirmek için geliyorduk. Burada intisab ettik.” Deyince şeyh ishak “size ne oldu ki bana dua ettirmek üzere geliyorsunuz?” derviş “sultan bize iki köle teslim etmişti. Bir kere kaçtılar, Gürcan vilayetinde bulduk. Yine kaçtılar. Eğer bulamazsak sultan hepimizi öldürecek.” Şeyh Hz. Hemen iki rekât namaz kılıyor ve dua etmeye başlıyor. Biraz sonra kölelerin bulunduğuna dair haber geliyor. Şeyh Hz.nin hizmetinde bulunan derviş “bunca zamandır hizmetinizde çalışıyorum. Hiçbir kusur etmeden rızanızı almaya çalışıyorum. Kıldığınız şu iki rekât namaz ile yaptığınız duayı şu fakire öğretinde bir hacetim olduğu zaman benimde duam kabul olsun.” Der. Şeyh “ey derviş! Bu duanın kabulü şimdiki namaz için olmayıp 30 senedir nefsimi haram lokmadan muhafaza ettiğim içindir.”
Duaya başlarken dikkat edeceğimiz bir hususta başında ve sonunda salâvat-ı şerife okumak duanın kabulüne vesile olur.
Nitekim peygamber efendimiz hadis-i şerifte: “dua ile Allah arasında peygamber ve ashabına Salatü selam getirilinceye kadar bir perde vardır. Salatü selam getirilince hemen perde kalkar dua kabul edilir. Getirilmezse dua geri döner.”
Cenab-ı Hakk dualarımızı indi ilahiyesinde makbul, müesser ve müstecap buyursun. Âmin
Bookmark and Share

Çeşitli Dualar -1

 

اَلَّلهُمَّ الرْزُقْنَا اِيمَانًا دَاءِمًا وَ يَقِينًا صَادِقًا وَ قَلْبًا خَاشِعًا وَلِسَانًا زَاكِرًا وَعَمَلاً مَقْبُولًا وَ ِرزْقًا وَاصِعًا وَعِلْمًا نَافِعًا وَدَرَجَتًا رَافِعَتًا وَ تَوْبَتًا نَصُوحَتًا قَبْل َاْلمَوْتِ وَ رَاحَتًا عِنْدَ اْلمَوْتِ وَمَغْفِرَتًا بَعْدَ اْلمَوْتِ وَ اَمْنًا مِنَ اْلعَذَابِ اْلقَبْرِ

Okunuşu:

allahümmerzukna imanen daimen ve yekînen sadıkan ve kalben haşian ve lisanen zakiran ve amelen makbülen ve rızkan vasian ve ilmen nafian ve deraceten rafiaten ve tevbeten nasuhaten kablel mevti ve rahaten ındel mevti ve magfireten bagdel mevti ve emnen min azabil kabri

Manası:

Ey Allah’ım! Sen bizi daim, yakîn ve sadık olan iman, senden korkan kalp, zikir edici olan lisan, makbul olan amel, geniş rızık, menfaatli olan ilim, yüksek derece, ölümden önce Nasuh tevbesi, ölüm anında rahatlık, ölümden sonra mağfiret ve kabir azabından emniyet ile rızıklandır.”

dua

Bookmark and Share

3 Şubat 2010 Çarşamba

KİBİR

 

وَلَا تُصَعِّرْ خَدَّكَ لِلنَّاسِ وَلَا تَمْشِ فِي الْأَرْضِ مَرَحًا إِنَّ اللَّهَ لَا يُحِبُّ كُلَّ مُخْتَالٍ فَخُورٍ

LOKMAN (18)

Meali: insanlardan kibirlenip yüz çevirme. Yeryüzünde şımarık yürüme. Zira haz. Allah her kibir taslayanı, kendini beğenip övüneni sevmez.

Ayeti kerimeden anlaşıldığı üzere mevzumuz; kibrin zararları üzerine olacaktır. Cenab-ı Hakk rızasına ve kitabına uygun ifade ve istifadeyi cümlemize nasip etsin.

Kibir kişinin kendini büyük görmesi, Allah’ın verdiği şeylerin emanet olduğunu unutarak kendini maletmeye kalkışmasıdır. Bu hastalığa tutulan kimse başkasının fikrini beğenmez ve kimsenin sözü ile hareket etmez. Benlik duygusu kabarmıştır. Kibirli bir kimse kendisini akılda dahi, kuvvette Rüstem, servette herkesten üstün görür.

Büyüklük ve azamet ancak Cenab-ı Hakk’a mahsustur. Kibirlenen bir kimse bilerek veya farkında olmadan Allah’a ait olan bu sıfata heveslenmiş olur. Kahhar sıfatı ile muttasıf olan rabbimiz o kimseyi dünyada sefil, ahrette zelil eder.

Çünki haz. Allah hadisi kutsi ‘de

“Azamet benim gömleğim, kibriya kaftanımdır. Bunlardan birisinde bana kafa tutanı cehenneme atarım.” Buyrulmaktadır.

Yüce rabbimiz bir ayeti kerime ile bizi uyarmakta ve şöyle buyurmaktadır;

وَقَالَ رَبُّكُمُ ادْعُونِي أَسْتَجِبْ لَكُمْ إِنَّ الَّذِينَ يَسْتَكْبِرُونَ عَنْ عِبَادَتِي سَيَدْخُلُونَ جَهَنَّمَ دَاخِرِينَ

(mü’min 60)

Meali: bana dua edin. Size icabet edeyim. Çünki bana ibadette büyüklük taslayanlar hor ve hakir cehenneme gireceklerdir.

Kibir üç kısımdır ki bunlar; haz. Allah’a, rasullere ve sair insanlara karsı kibirdir.

Sair insanlara ve rasullere karsı kibir de, haz Allah’a kibirdir ve insanı helake götürür. Nitekim Hz. Allah şeytan aleyhillaneye Âdem (as)’a secde etmesini emrettiği zaman şeytan kibirlenerek “ben ateşten yaratıldım, o ise topraktan yaratıldı. Ben ondan hayırlıyım!” diye secde etmedi ve sonunda helak oldu.

Yine firavun aleyhillane hem Hz. Allah’a hem de rasulüne kibirlenmiştir. Vehb diyor ki; Musa (as) Firavuna “iman et mülkün saltanatın sende kalsın” dedi. Fiavunda “Haman (vezirinin adı) ile bir görüşeyim” dedi. Haman “nasıl olur? Aramızda tanınan bir Rabb iken simdi ibadet eden bir kul mu olacaksın?” dedi

Haz. Allah’a kul, Musa (as)’a ümmet olmaktan kaçındılar ve sonunda helak oldular.

Ebu Hureyre’den rivayet olunduğuna göre peygamber efendimiz söyle buyurmuşlardır:

“üç kimse vardır ki kıyamet gününde Allah onlarla ne konuşur ne de tavaflarına bakar. Onları ağır bir azap beklemektedir. Bu kimseler şunlardır;

1- İhtiyar zinakâr

2- Yalancı devlet başkanı

3- Kibirli fakir.”

Yahya bin Cedel’den rivayet olunduğuna göre; bir gün peygamber efendimiz “kalbinde hardal tanesi kadar kibir bulunan kimse cennete giremez.” Buyurdu. Bunun üzerine sahabelerden birisi kendisine “ya Rasulallah! Elbisemin temizliği, pabucumun şıklığı, değneğimin kıvrık olması hoşuma gidiyor. Bu kibir sayılır mı?” diye sorunca peygamber efendimiz söyle cevap vermiştir:

“Allah güzeldir ve güzeli sever. Ayrıca kuluna bir nimet bağışlayınca eserini görmeyi sevdiği gibi, yoksul görmekten de nefret eder. Kibir Hakk’a önem vermemek ve insanları hor görmektir.”

Büyüklenen ve kibrinden dolayı insanlara bakmayan bir sultan vardı. Bir takım hizmetçileri ile birlikte mağrur bir eda ile yürürken eski elbiseler giymiş bir adam kendisine selam verdi. Fakat sultan selamı almadı. Adam onun atının yularını tuttu. Sultan mani olup uzaklaştırmak istediyse de muvaffak olamadı. Adam sultana dedi ki;

- Sana kısa bir sözüm var. Sultan;

- Atımdan ininceye kadar sabret! Dedi. Adam;

- Hayır! Hemen söylemem lazım. diye sıkıştırdı. Sultan;

- Söyle bakalım! Ne diyeceksin? Deyince adam;

- Söyleyeceğim şey gizlidir. Dedi, sultanın kulağına eğildi ve “ben ölüm meleğiyim” dedi. Bunu duyan sultanın rengi değişti. Ne söyleyeceğini şaşırdı.

- Beni bırak biraz izin ver de ehlimin evladımın yanına gideyim, ihtiyaçlarını göreyim ve onları birbirlerine emanet edeyim. Dedi. Bunun üzerine Azrail (as)

- Hayır! Sana izin yok. Sen ehlini ve aileni göremeyeceksin. Dedi ve ruhunu aldı. Daha sonra Azrail (as) devam etti ve yolda mü’min bir kulla karsılaştı. Selam verdi o da selamını aldı. Mü’mine;

- Seninle görülecek biraz işim var. Dedi ve kulağına eğilerek gizlice “ben ölüm meleğiyim” dedi. mü’min bunu duyunca;

- Hoş geldin! Bana ayrılığı uzak olan kişi. Azrail (as);

- Nasıl istersen canını o hal üzere alayım. Dedi. Adam;

- Bu mümkün mü? Diye sordu. Azrail (as);

- Evet! Bunu yapmakla emrolundum. Diye cevap verdi. Adam;

- Öyle ise izin ver de abdest alayım. Namaz kılayım. Secde de bulunduğum sırada canımı al. Dedi. Azrail (as)’da canını o hal üzerine aldı. İşte mütevazı ve mütekebbire ölüm halinde yapılan muamele bu şekilde farklı.

Kibrin sebepleri 7’dir;

1- İlim

2- İbadet

3- Nesep

4- Cemal

5- Kuvvet

6- Mal

7- Etba (çocuklar akrabalar ve kendisine tabi olanlar)

Haz. Ali (kerremallahü vecheh) şöyle buyuruyor: insanoğlu nasıl iftihar ediyor, övünüyor hayret ediyorum. Hâlbuki onun evveli nutfe(az bir su) sonu da cife (lâşe)’dir. Kendiside bu arada (hayatında) pislik hamalıdır.” Buyurdu. İşte peygamber efendimizin sahabeleri, görülüyor ki onlar alcakgönüllüğü prensip edinmişlerdi. Bu yüzden hem insanlar gözünde hem de melekler ve haz. Allah’ın nazarında aziz oldular.

Büyüklerimiz; “evladım havada uçmak kerametse kuşlar da havada uçuyor. Suda yürümek kerametse su yılanları su hayvanları suyun daha derininde yüzüyor. Eğer dünyanın her tarafını bir anda dolamsak kerametse bunu şeytanda yapıyor.” Buyurarak bunların hepsini yaptıkları halde tevazu göstermiştir.

Bakınız âlemler kendisi yüzü suyu hürmetine yaratılan peygamber efendimiz ve onun yolundan giden ashab-ı kiram ile diğer Allah dostları bu şekilde tevazu gösteriyorsa biz acizler Hz. Ali efendimiz ‘İn tabiri ile evvelimizin nutfe sonumuzun lâşe olduğunu bildiğimiz halde nasıl oluyor da kibirlenebiliyoruz.

Mevla’m cümlemizi alçakgönüllülük ile Allah katında dereceleri yükselen kullarından eylesin. Cefakar, fedakarane ve vefakarane, nazsız, garazsız, mahza kendi rızası için hizmet eden kullarından eylesin.

Kibrin afeti ise, muhtaç aciz ve zayıf olan hiçbir şeye gücü yetmeyen kulun kadir azim ve melekûtun sahibi, Kibriya ve ceberrüt sahibi olan rabbi ile mücadele etmek bu afetlerin basında gelir.

Bir zat anlatıyor; “Kâbe-i muazzama’yı tavaf ederken etrafında hizmetçileri: ve yanında insanları uzaklaştıran bir adam gördüm. O da Kâbe’yi tavaf ediyordu. Aradan bir zaman geçtikten sonra o kimseyi Bağdat köprüsünün üzerinde insanlara avuç açmış dilenir bir şekilde gördüm ve o kimse olup olmadığından emin olmak için dikkatlice “baktım. Bana niçin dikkatli bakıyorsun dedi. Bende “bir müddet önce beyt-i şerifi tavaf ederken görmüştüm etrafında hizmetlilileri yanındakileri uzaklaştırarak kibirli bir şekilde tavaf ediyordun” dedim. Bunun üzerine o kimse “evet o kimse benim. Ben herkesin tevazu gösterdiği yerde kibirlendim. Hz. Allah da beni herkesin yükseldiği yerde alçalttı.” Dedi.” Mevla’m cümlemizi muhafaza buyursun.

İşte böyle muhabbet ehli ayrılığa sabırlı olmadığı ve visalet iştiyakından dolayı ölümü temenni ederler.

Enes bin malik haz. Rivayet edilen hadisi şerifte “muhakkak cehennemde tabutlar vardır ki oraya kibirlenenler konulur ve üzerlerine kilit vurulur. (yani orada şiddetli bir azaba dücar olurlar.)”

Peygamber efendimizin yanına bir Arabî geldi ve dedi ki: ben ramazan-ı şerif orucunu tutarım, her gün 5 vakit namazımı kılarım. Bunlardan fazla bir şey yapmam. Çünki ben fakir bir kişiyim. Üzerime zekât hac farz değil. Kıyamet koptuğunda hangi hal üzerine olurum?

Peygamber efendimiz gülümseyerek söyle buyurdu: gözlerini iki şeyden haramdan ve halka tahkir nazarı ile bakmaktan, kalbini iki şeyden kin ve hasetten muhafaza ettiğin zaman, dilini de iki şeyden yalandan ve gıybetten koruduğun zaman cennette benimle beraber olursun. Buyurdular.

Kibrin alametleri mütekebbirin ahlakı:

1- Bir meclise girdiği zaman insanların kendisi için ayağa kalkmalarını veya insanların kendisi önünde ayakta durmalarını ister
zira haz. Ali efendimiz “kim cehennem ehli bir kimseye bakmak isterse kendisi oturduğu halde topluluğu ayakta tutan kimseye baksın” buyurmuştur.

2- Evin dışında ve carsıda yalnız yürümeyip yanında başkaları ile yürümek.
Peygamber efendimiz Medine de baki billâh mezarlığına giderken bir kaç kişi görmüş ve arkasına takılmışlar. Peygamber efendimiz arkasında ayak sesleri işitince durarak onlara öne geçmelerini emrediyor. Ashab-ı kiram hikmetinden sual edince; “kalbime kibir gelir diye öne geçirdim” buyuruyor

3- Kendi dengi ve emsali olanları ziyaret etmemek

4- Başkasının kendisine yakın olmasından kaçınmak

5- Hastalarla özürlülerle birlikte oturmaktan kaçınmak

6- Evi ile meşgul olmamak eşyasını evine kendisi taşımamak

Zira haz. Ali efendimiz “kişinin ailesi için evine bir şey taşıması olduğundan bir şey eksiltmez.” Buyuruyor.

7- Değersiz ve ucuz elbise giymekten sakınmak. Peygamber efendimiz “eskimiş ve değersiz elbise imandandır.” Buyuruyor. Haz Ömer efendimiz elinde süt olduğu halde çarşıya çıkıyor ve üzerinde ki elbisesinde 14 yama bulunuyor. Hatta yamalardan bazısı deridenmiş.
Veysel Karani haz. Çöplüklerden bez parçalarını toplar onları yıkar birbirine ekler, diker ve giyermiş.

8- Fakirin davetine icabet etmekten kaçınmak.

Yine bir defasında Hz. Musa Hz. Allah ile tekellüm ederken söyle dedi: Ya rabbi! Mahlûkatın içinde en çok nefret ettiklerin kimlerdir?

Haz Allah “ya Musa en çok nefret ettiklerim, kalbi kibirli dili kaba imanı zayıf eli sıkı olan kimselerdir.” Buyuruyor. Mevla'm cümlemizi bu zümreden muhafaza buyursun.

Tabiinden hasan-ı Basri haz buyuruyor ki:

“kötülüğün esası 3 şeydir. Hırs, haset ve kibir.

İblisi haz. Âdeme secde etmekten kibir alıkoydu.

Ebedi kalma hırsı Âdem (as)’ı cennetten çıkardı.

Âdem (as)’ın oğlu kabilin kardeşi Habil’i öldürmesine haset sebep oldu.”

Kibir afetlerin büyüğü ve belaların birçoğunun kaynağı olması sebebiyle her Müslüman’a haramdır. Ancak insanlardan şu kimselere karsı kibirlenmek haram değildir.

1- Mütekebbir. Yani kibirlenen kimseye karşı kibirlenmek haram değildir. Kibirlenen kimseye karşı mütevazı olmakta caiz değildir. Nitekim “mütekebbire karşı kibirlenmek sadakadır.” Buyrulmuştur. Çünki ona tevazu gösterildiği zaman o sapıklığa devam eder kibirlenildiği zaman ise uyanır.

2- Kâfirlere karşı savaş esnasında kibirlenmek haram değildir. Bu kibirlenme onların şevkini kırmak ve kalplerine korku salmak içindir.

3- Sadaka vermek esnasında kibirlenmek haram değildir. Bu kardeşine verdiği şeyin (kendi gözünde) kadri kıymeti olmadığını beyan içindir.

Bookmark and Share