Sayfalar

26 Aralık 2013 Perşembe

Küfrü Hükmi - Heva-ü Heves

ثُمَّ جَعَلْنَاكَ عَلٰى شَر۪يعَةٍ مِنَ الْاَمْرِ فَاتَّبِعْهَا وَلَا تَتَّبِـعْ اَهْوَٓاءَ الَّذ۪ينَ لَا يَعْلَمُونَ 
Sonra emirden bir şerîat üzere seni memur kıldık, onun için sen o şerîate ittiba eyle de ilmi olmayanların hevalarına uyma.  (casiye 18)
Cenab-ı Hak kullarına şeriatına ittiba ederek hevadan uzak durmalarını emretmektedir. Yani Müslüman olan İslam şerefi ile müşerref olan kullarının artık cahil olup da İslam’dan haberi olmayan kimselerin hevalarına dünyalık arzu ve isteklerine meyletmemelerini emrediyor.
Çünki Cenab-ı Hakk’ın kullarına bahşetmiş olduğu İman ve İslam nimeti o kadar mukaddes bir nimettir ki, bir kısım kullarına Cenab-ı Hakk lütfen bahşetmiş olsa dahi kaybetmesi çok kolay  muhafazası hususiyet ile emek isteyen ve kişinin hem dünyasını hem de ahiretini bahtiyar etmek için koruması gereken yegane mücevheridir.   
Cenab-ı Hakk insanları dört kısım olarak yaratmıştır;
1-      Şehadet getirip amel eden ve sağlam bir itikad sahibi olan kişi. Bu kimse ‘Muhlis’dir.
2-      Şehadet getirip amel ettiği halde itikadı olmayan kimsedir. Bu kimse ‘münafık’dır.
3-      Şehadet getirip iman ettiği halde amel etmeyen kimsedir. Bu kimse ‘fasık’dır.
4-      Şehadet getirmeyen kimsedir. Bu kimse ‘kafir’dir. (mev’ıze-i hasene 128)

Demek ki kişinin tam iman sahibi olabilmesi için evvela şehadet getirmeye, itikadının yani inancının sağlam olmasına ve dinin icapları ile amel etmesine ihtiyacı vardır. Yoksa sahip olduğu iman tam kamil bir iman değildir. Bu nedenle Cenab-ı Hak
قَالَتِ الْاَعْرَابُ اٰمَنَّاۜ قُلْ لَمْ تُؤْمِنُوا وَلٰكِنْ قُولُٓوا اَسْلَمْنَا وَلَمَّا يَدْخُلِ الْا۪يمَانُ ف۪ي قُلُوبِكُمْۜ
 “Bedevîler "inandık" dediler. De ki: Siz iman etmediniz ama "Teslim olduk." deyin. Henüz iman kalplerinize yerleşmedi.” ( hucurat 14) buyurmaktadır. Yani imanı kalbine yerleşmemiş olan kimseleri lisanen mü’min sayıp henüz tam iman etmediniz buyurmaktadır.
İşte kulun kurtuluşa erebilmesi için evvela tam bir imana sahip olması, bu imanı da son nefes dahil muhafaza etmesi gerekmektedir. Çünkü nasıl sadece iman ettim demek sadece dil ile söylemek imanı kamil kılmıyorsa, kaybetmek içinde illaki dil ile küfür kelimelerini söylemeye lüzum yoktur.
Küfür dört çeşittir:
 1. Küfrü Cehli,
 2. Küfrü İnâdi,
 3. Küfrü Nifâki,
 4. Küfrü Hükmi.

 1. Küfrü Cehli : Sebebi cehalettir. Bu da, Semâvât, Arz, Güneş, Ay ve diğer varlıklar gibi Allâh’ü Teâlâ’nın kudretine delalet eden akli deliller hususunda düşünmemek, iltifat etmemek, kulak vermemektir.
Avam insanların küfrü böyle (cehli) dir.

 2. Küfrü İnâdi : İnkar yolu ile küfürdür. Musa Aleyhisselâm’ın bir çok mucizelerini görmelerine rağmen Firavn’ın küfrü gibi.
 Küfrü İnadinin sebebi: Kibirlenmek, riyaset sevgisi ve insanların kötülemesinden korkmaktır.
3. Küfrü Hükmi: Şeriat hükmünce küfür sayılan her şeydir. Yani; kalben tasdik bulunmasına rağmen Allâh’ü Teâlâ’nın yalanlama emaresi saydığı söz ve işleri işlemektir.
 Şer’an tazim edilmesi gereken hususları (mukaddesatı) hafife almak gibi...
Dini (hususlara) ehemmiyet vermemek gibi… (tefciruttesnim fi kalbin selim 1/229-234)
Mü’min’in en çok dikkat etmesi gereken küfrü hükmidir. Çünkü küfrü hükmi kişinin çoğu zaman farkına varmadan söylediği bir tek cümle ile husule gelip imana zarar veren bir küfürdür ki, bu cümlelerin çoğu da kulaktan dolma, manası düşünülmeden alışkanlıklar nisbetinde söylenen sözcüklerdedir. (yukarda Allah var demek gibi, halbuki Allah’a mekan izafe edilmez.)
Bu sebeple kulun zahiran küfür sayılan şeyleden uzak durmaya gayret gösterdiği gibi hükmen küfür sayılan şeylerden de uzak durması lazımdır.
İşte Cenab-ı Hakk’ın başta zikredilen ayeti kerime de “ilmi olmayanların hevalarına uyma.  (casiye 18)” buyurmasının sebebi de budur. Zira dikkatsizce edilen cahilce bir söz imanımıza zarar vermekte dünya ve ahiretimizi ziyan etmektedir. Öyle ise geçici olan dünya hayatında kısa süreli zevkler, arzu ve istekler için, heva-ü nefs için ahiretimizi ziyan etmemek için ince eleyip sık dokumak ve imanımızı muhafaza etmek mecburiyetindeyiz. Ancak bunu yapmaya çalışırken dahi elbette imana düşman olan nefis ve şeytan boş durmayacak insanların alışkanlıkları zamanın getirileri üzerinden bizleri yolumuzdan saptırmaya imanımızdan koparmaya çalışacaklardır.
Oysaki iman etmeyen kafir dendiği, iman etmiş gibi görünen imansızlara münafık denildiği gibi;
Kişi zamanı ön plana çıkarır hadiseleri zamana isnad ederse o dehri’dir (tefciruttesnim fi kalbin selim 1/241) yani karanlığa düşmüştür.  Aydınlık olan imanı bulmuş ancak itikadı karanlığa saptığı için kendisine dehri denilmiştir.
Demek ki iman adetler değil, ayetler nisbeti ile korunur. İmanı muhafaza edebilmek için değil fiili işlemek benzemekten dahi sakınmak icap eder.
Şeytan bir gün haz İsa'ya gelerek ona; ‘La ilahe ilallah’ de! Diye teklif eder. Hz İsa; “doğru sözdür, fakat onu senin demenle söylemem.” Diye karşılık verir.
Çünkü onun kötülük yolundaki hesapsız tuzakları gibi iyilik yolunda görünen tuzakları da vardır. Birçok abidi, zahidi, zengini ve çeşitli zümreye mensup kimseleri bu yoldan helake sürüklemiştir. (kalplerin keşfi 588)
İşte zamanımızın en büyük hastalıklarından biride neticesi düşünülmeden kötülüğün, küfrün içinde olduğu halde hayır ve doğru olduğuna, zararsız olduğuna iman ve islamımıza zarar vermeyeceği iddiası ile işlenen fiiller ve söylenen sözlerdir.
Halbuki peygamber efendimiz giyim kuşamından tırnak kesmesine kadar ehemniyyet göstermiş hatta Abdullah bin Amr bin el As’ın üzerinde usfur denilen ot ile boyanmış iki elbise görünce “hakikat bu, kafirlerin elbiselerindendir. Bunu giyme!” buyurdular. (müslim 6/144 – kırk mevzuda kırk hadis 408)
Yine başka bir hadisi şeriflerinde;
“kişi dostunun dini ve ahlakı üzerinedir. Öyle ise herhangi biriniz dostluk edeceği kimseye baksın.” Buyurarak, dostluk ettiğimiz, kendisi ile hemhal olduğumuz, yememiz içmemiz ve hatta giyinmemiz ile kendisine benzediğimiz kimseler ile dinimizin yani imanımızın bir olduğunu haber vermiştir.
İşte ahir zaman diye isimlendirilen ve bütün peygamberlerin dahi şerrinden hz Allah’a sığındıkları bu devirde imanımızı muhafaza edebilmek ve elbette zahiri küfürden kaçındığımız gibi hükmen dahi kafir olamamak için azami dikkat göstermek bu hususta gayret sarfetmek lazımdır. Dünyevi heva ve heves uğrunu uhrevi hayatı mahvetmemek lazımdır. Peygamber efendimiz hevaü heves hakkında;
“yeryüzünde tapılan tanrılardan, Allah Teâlâ’nın en çok buğzettiği; heva-i nefsdir.” Buyurmuşlardır. (ihya-u ulumiddin 1/88)
Çünkü nefsin arzu ve isteklerinin kırılması çok zordur. Sırf bunun uğruna pek çok kimse dininden vazgeçmekte, geçici zevkler uğruna ahiretini feda etmektedir.
Halbuki hevesleri uğruna ahiret feda edilen dünya hayatı geçicidir. İnsanlar tarafından bu kadar kıymet verildiği halde Cenab-ı hakkın nazarında hiçbir değeri yoktur.
Peygamber efendimiz ashabı ile beraber ölü bir koyunun yanından geçerken;

-          Gördüğünüz şu koyun ölüsünün sahibi nezdinde bir kıymeti var mı? Diye sorunca, oradakiler;
-          Kıymeti olmadığı için onu buraya attı, dediler. Bunun üzerine rasul-i ekrem;
-          Nefsim yed-i kudretinde olan Allah’a yemin ederim ki; bu dünya bu koyunun sahibi yanında olan kıymetinden ziyade Allah katında değerli değildir. Eğer dünyanın Allah katında sivri sinek kanadı kadar bir kıymeti olsaydı, Allah Teâlâ ondan kafire bir yudum su içirmezdi. Buyurdular. (ihya-u ulumiddin 3/453)
İşte bizlerin uğruna ahiretimizi feda ettiğimiz dünyanın hz Allah katında hiçbir kıymeti yoktur.
Necran’dan ikiyüz yaşında bir zat valiliği sırasında hz Muaviye’yi ziyarete gelir. Hz Muaviye bu uzun ömürlü adama;
-          Dünyayı nasıl buldun? Diye sordu. Adam;
-          Bazı yıllar darlık ve bazıları da bolluk yılları. Geçen her gün ve gece de doğan oluyor, ölen oluyor. Doğanlar olmasa nesil tükenir, ölenler olmasa dünya dar gelirdi, dedi. Hz Muaviye;
-          Benden ne istersen iste, deyince, adam;
-          Geçen ömrümü geri çevirir veya gelen ecelimi durdurabilir misin? Dedi. Hz Muaviye;
-          Bunlara gücüm yetmez, deyince, adam;
-          O halde ben daha ne isterim… demiştir.
Davud-u Tai hz;
“Ademoğlu, ne kadar gafilsin. Emelime ulaştım diye sevinirsin halbuki ömür sermayen gitmiş, ondan haberin yok. Bu arada amelini de ihmal edersin. Sanki amelin başkası içinmiş gibi buna aldırış etmezsin.” Buyuruyor (ihyau ulumiddin 3/472)
Hal böyle olunca kul için geçen yıllara yahud gelecek senelere bel bağlayıp sevinmek yahut zamanını nefsinin arzusuna uyarak ziyan etmek yerine Rabbinin rızasının peşinde koşması lazım gelir.
Özellikle Cenab-ı hakkın gadabını çekecek hal ve davranışlardan ve hatta böyle meclislerden uzak durması lazım gelir.
İbn-i Ömer (r.a.) teşebbüh (benzemek) hakkında şöyle buyururlar: “Bir kimse müşriklerin arzına ev bina edip, onların bayramlarına katılmak suretiyle onlara benzerse, o kimse kıyamet günü onlarla beraber haşrolunur.” (Feyzü’l-Kadir, 104)

İmam-ı Rabbani Müceddid-i Elf-i Sani Hazretleri de: “İki dini tasdik eden dahi, şirk ehlinden sayılır. İslam hükümleri ile küfrü bir araya getirmeye teşebbüs eden dahi müşriktir. Hâlbuki küfürden teberri etmek (uzaklaşmak) şirk şaibelerinden sakınmak tevhiddir.” buyurarak, şöyle devam eder:
Hinduların büyük bildikleri günlere tazim, Yahudilerce bilinen adetlere uymak, küfrü icap ettirir. Nitekim ehl-i İslam’ın cahilleri, bilhassa kadınlar, küffarın belli günlerindeki küfür merasimini icra etmektedirler. Bunları, kendileri için de bayram kabul edip, kızlarının ve kardeşlerinin evlerine onlar gibi hediyeler yollarlar… Böylelikle o merasime tam manası ile itina ederler.” (Mektubat-ı imam-ı Rabbani, 3/41)

Yine Mektubat-ı Şerife’nin 1. cildinin 266. mektubunda buyuruyorlar ki:
“Bir defasında, bir hastanın ziyaretine gittim. Ölümü yaklaşmıştı. Haline teveccüh ettiğim zaman gördüm ki kalbi şiddetli zulmet içinde. Her ne kadar bu zulmetin kalkması için teveccüh ettiysem de kalkmadı. Çokça teveccühten sonra bilindi ki, bu zulmetler, kendisinde saklı duran küfür sıfatındandır. Bu sıkıntıların menşei dahi küfür ehli ile dost geçinip durmasıdır. Bundan sonra belli oldu ki bu zulmetlerin def’ii için teveccüh yerinde bir iş değildir. Zira onun bu zulmetlerden temizlenmesi cehennem azabına kalmıştır. -Ki küfrün cezası da odur.- Ve bana malum oldu ki, onda imandan bir zerre miktarı mevcuttur ve bunun bereketiyle cehennemde ebedi kalmaktan kurtulacaktır.”
Demek ki, bu hal ve davranışları işlemek şöyle dursun işleyenlere benzemek dahi imanımızın zevaline sebebiyet vermektedir. Her ne kadar biz niyetimiz küfür değildir desek dahi hz Allah ayeti kerimesinde;
وَلَئِنْ سَاَلْتَهُمْ لَيَقُولُنَّ اِنَّمَا كُنَّا نَخُوضُ وَنَلْعَبُۜ قُلْ اَبِاللّٰهِ وَاٰيَاتِه۪ وَرَسُولِه۪ كُنْتُمْ تَسْتَهْزِؤُ۫نَ
Eğer kendilerine sorarsan, "Biz sırf lafa dalmış, şakalaşıyorduk." derler. De ki: "Allah ile, âyetleri ile ve peygamberi ile mi alay ediyorsunuz?" (tevbe 65)
اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ اشْتَرَوُا الْحَيٰوةَ الدُّنْيَا بِالْاٰخِرَةِۘ فَلَا يُخَفَّفُ عَنْهُمُ الْعَذَابُ وَلَا هُمْ يُنْصَرُونَ۟
Bunlar ahireti, dünya hayatına satmış kimselerdir. Onun için bunlardan azap hafifletilmez ve kendilerine bir yerden yardım da gelmez. (bakara 86)


Cenab-ı Hakk cümlemizi dünyalık bir günlük, bir gecelik, bir anlık hevesler uğruna ahiretini feda etmekten, ahireti dünya hayatına satmaktan muhafaza buyursun.

1 yorum:

bu sohbeti yılbaşı kasdı ile, ancak sair zamanlarda da istifade edilebilmesi amacı ile hazırladım. ümid ediyorum faydalı olabilmişimdir.

Yorum Gönder