Sayfalar

30 Temmuz 2010 Cuma

ZEKÂT



وَأَقِيمُوا الصَّلَاةَ وَآتُوا الزَّكَاةَ ۚ وَمَا تُقَدِّمُوا لِأَنْفُسِكُمْ مِنْ خَيْرٍ تَجِدُوهُ عِنْدَ اللَّهِ ۗ إِنَّ اللَّهَ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ

Meali: Namazı dosdoğru kılın, zekâtınızı verin. Kendiniz için önceden ne hayır yollarsanız Allah katında onu bulacaksınız. Şüphesiz Allah ne yaparsanız hakkıyla görücü ve mükafat vericidir. (bakara 110)

Zekâta ‘zekât’ denilmesi: maldan haramı kaldırdığı temizlediği için temizlik manasına olan zekat denilmiştir. Ayrıca zekât üreme ve artma manasınadır. Cenab-ı Hakk ayeti kerimesinde:

وَمَا أَنْفَقْتُمْ مِنْ شَيْءٍ فَهُوَ يُخْلِفُهُ ۖ وَهُوَ خَيْرُ الرَّازِقِينَ

Meali: hayır için ne infak ederseniz, hz. Allah bunun ardından daha iyisini infak eder. (lütfeder) (sebe’ 39)

Yani, biz malımızdan 40ta birini hz Allah için verdiğimiz zaman Allah daha çoğunu ihsan edecektir.

Hadisi şerifte: mallarınızı zekât vermekle kal’a içine alınız
sadaka ile hastalıklarınızı iyileştiriniz. Dua ve yalvarışlarınızla bela dalgalarını karşılayınız.
Rasülullah efendimiz bu hadisi şerifi eshabına anlatırken, izah ederken o esnada oradan bir Hıristiyan geçiyormuş. Bu sözü işitince gidip malının zekâtını fakirlere veriyor ve diyor ki: “eğer Muhammed’in dediği doğru çıkarda benim malım, ortağım ile gittiği mısır’dan sağlam olarak gelirse o zaman iman edip Müslüman olacağım. Ama gelmezse onun kafasını kılıcım ile keseceğim.”
Aradan biraz zaman geçiyor ve kafileden bir haber geliyor “hırsızlar yolumuzu kestiler mallarımızı develerimizi, her şeyimizi aldılar.” Deniliyor. Adam bunu duyunca “Muhammed ‘mallarınızı zekât vermekle koruyunuz’ diyerek yalan söyledi.” Diyor ve kılıcını kuşanıyor, peygamber efendimizi öldürmek niyeti ile yola çıkıyor. Fakat o daha ulaşmadan ikinci bir haber geliyor deniliyor ki: “müteessir olma, üzülme. Bütün kervanlar soyuldu. Malları ve hayvanları yağma edildi. Biz ise mallarımız ve canlarımız salimen kurtulduk. Zira yolda develerin ayağı acıdığı için kervandan ayrıldık, bir hana sığındık.” Bunu duyan adam kılıcını kınına koyarak peygamber efendimizin huzuruna çıkıyor “ya Rasulallah! Sen sözünde ve her ef’alinde sadıksın. Bana İslam’ı telkin et, Müslüman olmak istiyorum.” Diyor ve İslam ile müşerref oluyor.

Kur’an-ı Kerim’de 33 yerde namaz zekât ile beraber emrolunmuştur. Bu kadar çok zikredilmesi ehemmiyetine binaendir.

Zengin bir adam vefat edince kabrini kazıyorlar, kazılan yerden yılanlar çıkıyor. Başka bir yeri kazıyorlar yine aynı şekilde yılan çıkıyor. Zamanın âlimine danışıyorlar. O âlim:
-         o adam çok zengindi. Fakat hz Allah’ın kendisine verdiği malda cimrilik etti. O yılanlar onun malıdır. Diyor ve mecburen yılan çıktığı halde kazılan yere defnediyorlar.

Zira diğer bir hadis-i şerifte:

لاَ صَلاَةَ لِمَنْ لاَ زَكَاةَ لَهُ
“zekât vermeyenin namazı da yoktur.” Yani zekâtsız namazın hiçbir faidesi yoktur denmek isteniyor.

Rivayete göre: hz. Musa bir gencin çok güzel namaz kıldığını görür ve çok imrenir. Aradan iki sene geçer. Yine aynı genci aynı hal üzerine görünce hayretler içerisinde kalır. Kendi kendine “bu gencin kıldığı namazı kimse kılamaz.” Diye düşünürken Cenab-ı Hakk “ya Musa! Zekâtını vermedikten sonra ne kıymeti var ki, zira namaz ile zekât ikiz kardeş gibidir. Biri bırakılırsa diğerini kabul etmem!” buyuruyor.

Zekâtın şu kimselere verilmesi daha münasiptir:
1-     Dünyadan yüz çevirip ahrete yönelmiş muttekı kimselere; vermek ile onun takva ve taatına yardım edilmiş olur.
2-      İlim erbabından olupta muhtaç olanlara. Çünki onlara zekât vermek ile ilim öğrenmesine yardım etmiş oluruz. Zira muhtaç bir âlim ya da talebe ihtiyacını düşünürse ilim tahsil edemez. Kimse ilminden faidelenemez. Hatta peygamber efendimiz bir hadis-i şerifinde: “zamanınızda neye ihtiyaç var ise zekâtınızı o yöne veriniz.” Buyruluyor. Evet, şu zamanda da ilim öğrenen ve hakiki ilim öğretecek kimselere ihtiyaç olduğu için talebe-i ulûma vermek elbette en şereflisidir.
3-     Fakir olan akrabaya,
4-     İçinde Allah korkusu olan fukaraya…

Peki, muktedir olduğu halde zekâtını vermeyen kimsenin akıbeti ne olacak? Peygamber efendimiz hadis-i şeriflerinde
kim malının zekâtını vermezse, Allah onun vermediği o zekâtı kıyamet gününde boğazına dolanmış bir yılan şeklinde kılacak. Ona azap edecek, ben senin dünyada iken zekâtını vermediğin malınım diyecek.” Muhafazan Allah.

Rivayete göre peygamber efendimiz Beytullahı tavaf ederken bir gencin Kâbe’nin örtüsüne sarılmış bir vaziyette Allah’tan affını istediğini görünce o şahsa ‘nedir günahın?’ mezkûr şahıs ‘günahımı anlatamam çok büyüktür’ deyince peygamber efendimiz ‘anlat bakalım’ buyuruyor. Adam; “ben çok servet sahibi biriydim. Bir fakir benden bir şey istediğinde çok sıkılır, adeta beni ateş kaplardı.” Deyince, peygamber efendimiz;
“uzak ol! Ateşinle beni de yakma! Beni hak peygamber olarak gönderen hz Allah’a yemin ederim ki, eğer sen makam-ı İbrahim ile rüknü yemani arasında dursan, sonra bin rekat namaz kılsan ve kuyular dolusunca göz yaşları akıtsan yine de sen bahil (cimri) olduğun için cehenneme yüz üstü yuvarlanıp gideceksin.” Buyuruyor.

Hz Aişe validemiz bir gün hane-i saadetlerinde otururken bir kolu kurumuş bir hanım geliyor. Ve “ne olur ya Aişe! Bana dua et de şu kolum düzelsin.” Diyor. Hz Aişe “ne oldu?” diyerek hadiseyi sual ediyor. Hanımda şöyle anlatıyor: “benim annem ve babam vefat etti. Onları rüyamda bari olsun görmek istedim. Çok dua ettim. Nihayet duam kabul olundu. Rüyamda kıyametin koptuğunu, cennet ve cehennemliklerin ayrıldığını gördüm. Vazifeli meleklere annemi sordum. Cehennemde dediler. Cehenneme gittim. Annemin sağ elinde yağlı bir et parçası, sol elinde bir bez parçası vardı. Çok üzüldüm. Yanına yaklaşarak, “anneciğim nedir senin bu halin?” annem “yavrum, ben dünyada iken cimri bir kadındım. Şu elimde gördüklerinden başka bir şey infak etmedim. Mevla bunları bana vererek ateş ile azap ediyor. Burası cimrilerin yeridir.” Dedi. Ben “babam nerededir?” diye sordum “cennettedir kızım. Çünki o cömert idi.” Dedi. Ben oradan çıkıp cennete gittim. Babam cennet ırmağının başında ümmeti Muhammed’e kadeh kadeh su dağıtıyordu. Yüzü çok güzeldi. Yanına yaklaştım. “babacığım buraya nasıl geldin?” diye sordum. Babam da “ben cömert bir insan idim. Hz Allah beni bu amelim ile mükâfatlandırdı. Bu gün burada cömert kullara Kevser ırmağından ikram ile vazifelendirdi. Dünyada dağıttığım için burada da dağıtmayı nasip etti.” Dedi, o zaman ben “annem nerede biliyor musun?” diye sordum. “evet, dedi. O cehennemdedir. O cimri bir kadındı. Kendisi vermezdi, benim vermemi de istemezdi.” Dedi. Ben dedim ki; “baba, bir kadehte annem için verir misin, ateşler içinde susuzluktan kıvranıyor.” Babam kaşlarını çatarak “olmaz, buradan ancak cömertler içer.” Dedi ve vermedi. Ben de babam arkasını döndüğünde bir kadeh su aldım ve ayrıldım. Hemen bir nida geldi “elin kurusun” dendi. O anda kadehi taşıdığım sağ elim kurudu ve bu hale geldi.” Bunun üzerine hz Aişe validemiz peygamber efendimizin asasını getirip kadının kolu üzerine koyuyor. Kadının kolu o anda şifa buluyor.

Hadisi şerifte buyruluyor ki:
“Cömertlik, cennette bir ağaçtır. Dalları dünyaya uzanmıştır. Kim bu ağacın dalından tutarsa onu cennete çeker. Cimrilik, cehennemden bir ağaçtır. Dalları dünyaya uzanmıştır. Kim bu dallardan tutarsa o dal onu cehenneme sevk eder.”

Peygamber efendimiz zamanında sahabeden Salebe isimli bir zat, daima peygamber efendimizin arkasında namaz kılıyor ancak mescitten dua etmeden çıkıyor. Peygamber efendimiz ona soruyor: “ya Salebe! Niçin bu kadar çabuk kalkıyorsun?” deyince Salebe “ya Rasulallah! Biz o kadar fakiriz ki, kendisi ile namaz kılabileceğimiz sadece bir elbisemiz var. Ben kıldıktan sonra hanımıma götürüyorum, o kılıyor.” Diyor ve Salebe fırsattan istifade ederek “ya Rasulallah! Bize mal mülk vermesi için hz Allah’a dua eder misin?” diyor. Hayırlı mal mülk istemiyor, sadece mal ve mülk istiyor. Peygamber efendimiz “ya Salebe! Her şeyin hayırlısını iste.” Dedi ise de Salebe ısrar ediyor. Bunun üzerine peygamber efendimiz onun istediği şekilde “ya Rabbi! Salebe’yi mal ile rızıklandır.” Diye dua ediyor. Aradan az bir zaman geçiyor ki Salebe’nin malları yavaş yavaş artmaya başlıyor. Koyunları çoğalıyor, ahırlara sığmıyor. Daha da çoğalıp bahçelere sığmıyor, daha da çoğalıyor ve koyunlarını alıp şehrin dışına çıkıyor. Malları çoğaldıkça önce sadece farzları cemaatle kılar oluyor, bir süre sonra nafile namazları bırakıyor, sadece Cuma namazlarını cemaatle kılar hale geliyor ve en nihayetinde artık yavaş yavaş cemaati tamamen terk ediyor. Rasülullah efendimiz bunu fark edince “bana ne oluyor da artık Salebe’yi göremiyorum.” Diye soruyor. Sahabe-i kiram “koyunları ile meşgul olduğu için artık namazlarını onların yanında kılıyor.” Diye haber veriyorlar. Peygamber efendimiz bu duruma çok üzülüyor. Çünki her namazını tek elbisesi ile mescide kılan salebe artık mescide uğramaz oluyor.
Ve neticede aradan bir müddet geçiyor ve Cenab-ı Hakk zekat ayetini inzal ediyor. Rasülullah efendimiz zekat toplama memurları tayin edip hem insanlara zekatı anlatmaları, haber vermeleri hem de zekat toplamaları için halkın arasına gönderiyor. İki elçisini de Salebe’ye gönderiyor. Elçiler Salebe’ye gelerek “esselamü aleyküm ya Salebe, rasulümüze zekat ayeti nazil oldu. Ve zekat toplamamız için bizleri görevlendirdi. Bizde zekatını almaya geldik.” Diyerek durumu anlatıyorlar. Ancak Salebe “git o Muhammed’e söyle, benim malımda gözü mü var? Allah bu güne kadar zekatı emretmemişte ben zengin olunca mı zekatı emretti?” diyerek onları reddediyor. Elçiler bu haberi rasulüllah efendimize getirince Cenab-ı Hakk şu ayeti kerimeyi inzal ediyor:
onlardan bazısı hz Allah’a şöyle ahid vermişti: Eğer bize fazlından ihsan ederse zekatını veririz, ve herhalde Salihlerden oluruz. Vakta ki hz Allah istediklerini verdi. Onlar cimrilik edip yüz çevirdiler. Allah’a verdikleri sözü tutmadıkları için hz. Allah bu fiilerini kalplerinde kıyamete kadar sürecek bir nifaka çeviriverdi.” Bu ayeti kerime nazil olunca peygamber efendimiz “vah ki, Salebe’ye yazıklar oldu!” buyuruyor. Bunları duyan ve o anda mescidi nebevide bulunan bir akrabası hemen Salebe’ye koşuyor, olayı anlatıp. “sen ne yaptın, Cenab-ı Hakk senin hakkında ayeti kerime inzal etti.” Diye haber veriyor. Salebe pişman olup hemen zekatını hesap ediyor, rasulümüze koşup vermek istiyor. Ancak rasulümüz “hz Allah’ın kabul etmediği zekatı ben kabul edemem.” Diyerek reddediyor. Rasulullah efendimizden sonra hz Ebu Bekir efendimiz zamanında ona vermek istiyor, hz Ebu Bekir efendimiz “Allah rasulünün kabul etmediğini ben hiç edemem.” Diyerek reddediyor. Hz. Ömer efendimiz zamanında ona vermek istiyor, o “Allah Rasulü ve yar-ı garının kabul etmediğini bende kabul edemem.” Diyerek reddediyor. Hz. Osman ve hz. Ali efendilermiz de aynı şekilde kabul etmiyorlar. Ve Salebe mahcup ve mahzun bir şekilde geriye dönüyor, bir süre sonra cesedini çölde bedeni üzerine haç işareti çıkmış bir şekilde buluyorlar.
Cenab-ı Hakk cümlemizi muhafaza buyursun.

İşte kıymetli büyüklerim! Hiçbir zaman ne oldum demeyelim. Zira Salebe’de rasulümüzün arkasından hiç ayrılmıyordu. Hatta kendisine “mescidin güvercini” deniliyordu, namazlarını hiç geçirmiyordu. Ama sonunda hristiyan olarak ruhunu teslim etti. Bunlara sebep malına düşkünlüğü ve zekatını vermemesi oldu. Mevlam cümlemizi böyle akıbetlerden muhafaza buyursun.

Bir zat tam 300 sene ibadet ediyor ve peygamber efendimiz o zatı cennet ile müjdeliyor. Fakat Cebrail as gelerek “ya rasullallah! Onun bir dirhem zekat borcu ve üç günlük ömrü var. O şu anda cehennemliktir.” Diye haber veriyor. Daha sonra bu zat bir dirhemden fazlaca malının tamamını zekat olarak veriyor ve üç gün sonra vefat ediyor. Peygamber efendimiz cenazesine teşrif ediyor.  Bir müddet sonra takkesini çıkartıyor. Biraz zaman geçtikten sonra nalinlerini çıkartıyor. Daha sonra kabre koyarken tebessüm ediyor. Bu hal ashabı kiramın dikkatini çekiyor, peygamber efendimize “ya Rasulallah, niçin takkenizi çıkardınız?” diyorlar. Peygamber efendimiz “ey ashabım! O kadar çok rahmet yağıyordu ki ondan istifade edebilmek için takkemi çıkardım.” Buyuruyor. Yine ashab-ı kiram “niçin nalinlerinizi çıkardınız?” peygamber efendimiz “o kadar çok melek geldi ki onların kanatlarını kırmamak için çıkardım.” Buyuruyor. Yine ashab-ı kiram “ya Rasulallah! Kabrin başına geldiğiniz zaman niçin tebessüm ettiniz?” diorlar, peygamber efendimiz “ey ashabım! O zatın mezarına baktığım zaman, onun çok büyük bir mertebesi olduğunu gördüm, onun için tebessüm ettim.” Buyuruyor. İşte o kimse bir dirhem zekat borcunu ödemese cehenneme gidecekken zekatını tam vermesi sebebiyle böyle mükafatlara nail oluyor. Hz Allah cümlemize böyle mükafatlar nasip etsin.

Cennet-i ala’ya 3 cümle sualsiz girecektir:
1-     Âlimler 2- Şehitler 3- Zekâtını hoş gönülle noksansız veren zenginler.
Bu üç zümre cennetin kapısında önce girmek için tartışırlar. Hz Allah sual eder
-         ey Şehitler! Cennete önce gireceğinizi kimden öğrendiniz?
-         Âlimlerden öğrendik ya Rabbi! Hz Allah
-         O halde önce âlimler girsin, buyurur. Fakat âlimler
-         Ya Rabbi! Bize zenginler zekat vermeseydi biz ilim talep edemezdik. Önce zekat verenler girsin. Diyecekler ve sırasıyla önce zekat verenler, sonra âlimler sonra şehitler cennete girecektir.

Zekatın yanı sıra bir de sadaka vardır. Ramazan-ı şerif içerisinde de sadakayı fıtır vardır. Sadaka-i fıtır kelime olarak fıtrattan gelir ki yaratılış itibari ile Cenab-ı Hakk’a şükür ve belalardan koruması için verilen bir sadakadır. Sadaka-i fıtır veren kimseye kurban kesmenin vacip olması bu nedenledir.
Hadisi şerifte:

اِنَّ الصَّدَقَةَ اْلفِطْرِ وَاجِبٌ
“her Müslüman üzerine sadaka-i fıtır vaciptir.” Buyrulmaktadır. Sadaka-i fıtır bir fakiri bir gün doyuracak miktarda para yahut malı vermek ile olur.
Mal ile verilen sadaka hususunda bize en güzel örnek olan hz. Talha’dır. Ayeti kerime de mealen:
“siz çok sevdiğiniz bir şeyi Allah yolunda infak etmediğiniz müddetçe kamil iman sahibi olamazsınız.” Buyruluyor.
Bu ayet-i kerime inzal olunca hz Talha peygamber efendimizin huzuruna gelerek “ya Rasulallah! Hz Allah malınızdan en çok sevdiğinizi infak etmedikçe hakiki iman sahibi olamazsınız buyuruyor. Malımın en sevimlisi ‘BEYRUHA’ isimli arazimdir. O arazimi Allah için hibe ettim. Bu sadakamın hayrını Allah’tan kabul etmesini dilerim.” Diyor. Beyruha, mescidi nebeviye en yakın 600 ağaçlık bir hurma bahçesi imiş. Rasülullah efendimiz mescidi nebeviye geldikçe oraya uğrar, suyundan içip dinlenirmiş ve hz Talha bundan ötürü o bahçeyi çok severmiş. Hibe ettikten sonra o bahçeye gidiyor. Hz Rümeysa’yı orada görüyor ve yanına çağırıyor, içeri girmiyor. Hanımı “işim var sen gel!” deyince haz Talha “orası artık bizim değildir. Başkasının mülküne de izinsiz girmem doğru olmaz.” Diyor. Hanımı “sattın mı?” deyince hz Talha “hayır, rasulümüze hibe ettim.” Diyor. Hz Rümeysa telaşla “hibe ederken beni de aklından geçirdin mi?” diyerek sadakasının kabulü için duacı oluyor.

Evet, kıymetli büyüklerim!
Şimdiki hanımlar olsa ‘o kadar kıymetli bir mal verilir mi?’ diye kızarlar, öfkelenirler. Hz Allah cümlemizi hz Rümeysa gibi bir hanım olabilmeyi nasip etsin.

Yine hadis-i şerif ile sabit olmak üzere sadaka insanın başına gelebilecek belaları defi eder ve ömrü uzatır.

اَصَّدَقَةُ تَرُدُّ اْلبَلاَءَ وَ تَزِيدُ اْلعُمْرَ

Peygamber efendimiz ashabından bir gencin evlendiği gece öleceğini haber veriyor. Fakat sabah namazında o genç mescide geliyor. Ashap niçin ölmediğini merak ediyorlar. Çünki rasulullah efendimizin verdiği haberde hata olmaz. Peygamber efendimiz ashaptan birkaç kişiyi de alıp gencin evine geliyor. Hiçbir şey söylemeden yastığı kaldırıyor, bakıyorlar ki kocaman bir yılan ve ağzına kilit vurulmuş. Peygamber efendimiz yılana soruyor: “ey yılan! Sen burada ne yapıyorsun?” yılan da “ya Rasulallah! Ben bu gece bu genci sokacaktım, zehirleyecektim. Ama bana bir şey oldu. Ağzıma manevi bir mühür vuruldu. Yapamadım.” Diyor ve peygamber efendimiz o gence “sen ne gibi bir amel işledin de ömrün uzadı.” Diye soruyor. O gençte “ya Rasulallah! Ben bir şey yapmadım. Ama akşam yemek yerken fakir bir kimse kapımızı çaldı. Allah rızası için yiyecek bir şeyler istedi. Biz de bir lokmasını bile ayırmadan hepsini sadaka olarak verdik.” Diyor. Peygamber efendimiz “senin ömrünün uzamasına tek sebep budur.” Buyuruyor.

Evet, peygamber efendimizin müjdesi ile sohbetime son vermek istiyorum.
5 şeyi yapacağınıza söz verin, cennete gireceksiniz
1-      Namaz kılmak,
2-      Emanete hıyanet etmemek
3-       Zina etmemek
4-      Haram yememek
5-      Zekât vermek”
İnşallah bizlerde kalp genişliği ve gönül hoşluğu içinde sadakalarımızı vererek ömrü uzayan kullardan oluruz.

7 yorum:

Cennet-i ala’ya 3 cümle sualsiz girecektir:
1- Âlimler 2- Şehitler 3- Zekâtını hoş gönülle noksansız veren zenginler.
biz 4 biliyorduk..4.cüsü. mebrur hacı.

bazı kaynaklar 3 bazıları 4 olarak göstermiş olabilir, hadisi şerif benzer şekilde birden fazla kez rivayet edilmiş yahut peygamber efendimiz benzer hadisler söylemiş olabilir. pek çok hadis-i şerifte bunu görmek mümkündür. bu sebeple yanlışlık yoktur ancak kaynak sebebi ile farklılık vardır. inş o üç yahut dört zümreden bir tanesine dahil olabilmeyi Cenab-ı Hakk cümlemize nasip eder...

Allah razı olsun şu bloğu yayınlayandan şu sohbeti yazandan..
yarına acil zekat sohbeti hazırlamam gerekiyordu inanın çok büyük faydası oldu. çok teşekkür ederim. Rabbim mükafatını versin.. Allah razı olsun vesselam

Yeni sohbet anlatacaklar için cok faydali Allah razi olsun 😊

Yeni sohbet anlatanlar için yani benim gibi 😁 çok iyi olmuş Allah razi olsun

Selamün aleyküm hocam kaynaklarını verme imkanınız var mı
Örnek ---- Hz. Musa as. bir gencin çok güzel namaz kıldığını görür ve çok imrenir. Aradan iki sene geçer. Yine aynı genci aynı hal üzerine görünce hayretler içerisinde kalır. Kendi kendine “bu gencin kıldığı namazı kimse kılamaz.” Diye düşünürken Cenab-ı Hakk “ ya Musa! Zekâtını vermedikten sonra ne kıymeti var ki, zira namaz ile zekât ikiz kardeş gibidir. Biri bırakılırsa diğerini kabul etmem!” buyuruyor.

Allah razı olsun çok faydalanıyoruz bizde anlatıyoruz

Yorum Gönder