Sayfalar

6 Ocak 2010 Çarşamba

Yalan Hakkında

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لِمَ تَقُولُونَ مَا لَا تَفْعَلُونَ 

كَبُرَ مَقْتًا عِنْدَ اللَّهِ أَنْ تَقُولُوا مَا لَا تَفْعَلُونَ
 (saff 2-3)
Ayet-i kerime Meali : Ey iman edenler! iman şerefi ile müşerref olanlar! niçin yapmayacağınız şeyi söylüyorsunuz. Yapmayacağınız şeyleri söylemek Hz. Allah indinde en sevilmeyen şeydir.
Allah-ü Teala bu ayeti kerime ile bizleri yalandan nehy etmekte bize yatanı haram kılmaktadır.Yalan günahların en çirkini ayıpların en fenası bütün kötülüklerin başıdır. Yalan söyleyen kimse den her şey beklenir. Nitekim asn saadette bir genç Allah'ın rasulüne gelerek;
- Ya Rasulallah ben şu üç günahı daima işlemek istiyorum. Bunlan işlememek için ne yapmam lazım. Peygamber Efendimiz;
- Bu günahlar nedir diye soruyor. Genç;
- Zina, içki, yalandır diyor. Peygamber Efendimiz;
- Hemen yalanı terk et Yalanı terk edersen diğerlerini de terk edersin buyuruyor. Bir müddet sonra o genç zina etmek istiyor. Düşünüyor. Ben zina etsem rasulullah sorunca yalan söylesem ahd bozulacak. Rasulullaha söz vermiştim yalan söylememek için sözüm bozulacak. Doğruyu söylesem ceza uygulanacak diyor zina etmekten vazgeçiyor. Bu şekilde yalanla beraber diğer günahtan terk ediyor. Bir hadis-i şerifte;
Hased mii'minde bulunabilir yalnız hıyanet ve yalan bulunamaz. Yalan konuşan insan hem bedenen hem de manen ölür yani ömrü çabuk biter ve hayatın lezzet kendisinden kaldırılır, malının bereketi azalır, cehennem azabına duçar olur. **
Sahabe-i güzinden bir zat şöyle anlatryor. Biz her sabah namaz kıldıktan sonra Peygamber Efendimiz bize
döner içinizde rüya gören varmı? Diye sorarlar bizde rüyalanmızı Peygamber Efendimize anlatırız Yine bir gün Allah'ın rasulü içinizde rüya gören var mı? Diye sordu. Bizde hayır Ya Rasulallah dedik. Peygamber Efendimiz ben bir rüya gördüm diyerek rüyasını şöyle anlattılar. Gece rüyamda yanıma iki kişi geldi. Ben kim olduklannı sordum söylemediler bana yürü dediler. Beraber yürümeye başladık. Biraz ileride arkasına yaslanmış bir adam gördüm. Onun başında başka bir adam, toplamış olduğu taşlarla adamın başını eziyordu. Adam başka taş almaya gidince başı eski haline geliyor. O adam yine getirdiği taşlarla adamın başını eziyor. Bu hal böyfe devam ediyor. Ben yanımdaküere Allah Allah bu ne haldir? Diye sordum. Bana sen yürü dediler. Yürümeye devam ettik. Adamın birisi sırt üstü yatıyor. Diğer bir adamda elinde demirden kanca ile adamın yüzünün bir tarafını parçalıyor öbür tarafına geçiyor. Öbür tarafını parçalarken diğer yüzü diğer yüzü iyileşiyor. Sonra öbür tarafına geçiyor. Bu şekilde devam ediyor. Ben yine sübhanellah bunlara ne oluyor böyle dedim. Bana yine yürü dediler. Devam ettik biraz ileride fırına benzer bir yer gördüm. İçinde insanlar altlarından alev geldikçe öyle feryat ediyorlar ki dünyada onların sesini duyan her canlı ölürdü. Ben bunların suçlan nedir? diye sordum yanımdakiler yürü dediler. Yürüdük suyu kan renginde bir nehir içinde bir adam yüzüyor. Irmağın kenarına geliyor. Kenarda yanına bir çok taş toplamış bir adam yüzen adamın ağzına bir taş koyuyor. Adam gidiyor o taşı yutuyor ve yüzerek geri geliyor. Bu şekilde azap devam ediyor. Ben bu nasıl şeydir? Dedim bana sen yürü dediler. Yürüdük ileride çirkin bir adam bir ateş yakmış yaktığı ateşin etrafında durmadan dolaşıyor. Hayret etmiştim. Bu ne yapıyor böyle dedim bana yürü dediler. Bir müddet daha gittik. İçinde çeşitli çiçeklerin bulunduğu bir bahçe gördüm. İçinde uzun mu uzun bir adam öyle ki boyunun uzunluğu göklere kadar yükselmiş. Adamın etrafında ise toplu halde kalabalık çocuklar var. Ben böyle uzun boylu adam ve bu kadar çok çocuk görmemiştim. Bu adam kim ve yanındaki çocuklar kimlerdir diye sordum bana yine yürü dediler. Yürümeye devam ediyorduk. Büyük bir ormana girdik. O kadar büyük bir orman görmemiştim. Yanımdakiler buraya gir dediler. Beraber girdik. Biraz ileride altın, gümüşten yapılmış muazzam bir şehir gördük şehrin kapısını vurdular. Kapı açıldı. İçeri girdik. İçeride bir takım insanlar karşıladı. Vücutlarının bir kısmı gayet güzel bir yüzü ise çirkindi. Yanımdakiler onlara orada akmakta olan nehri göstererek şu nehre girin dediler. Onlar nehre girdiler, geri çıktılar. Vücutlarındaki çirkinlikten hiçbir eser kalmamıştı. Yanımdakiler bana burası cennet-ü aladır senin yerin burasıdır dediler. Başımı kaldırıp baktığımda çok güzel bir köşk gördüm. -Onlara beni bırakında yerime gideyim dedim. Kabul etmeyip şimdi olmaz ileride gireceksin dediler. Ben onlara kim olduklarını sordum. Allah tarafından gönderilmiş melekler olduklarını söylediler. Bu gördüğümüz acayip şeylerin ne olduğunu sordum şöyle anlattılar,
♦ Başı taşla ezilen adam Kur'an-ı Kerim-i öğrenip onunla amel etmeyenler ve uykuyu farz namaza tercih eden kimselerdir. Yarın kıyamette böyle azap göreceklerdir.
♦ Yalan söyleyenlerdir. Onlarda öyle azap göreceklerdir.
♦ Zina eden erkek ve kadınlardır.
♦ Faiz yiyen kimselerdir.
♦ Ateşin etrafında dolaşan ise cehennemin bekçisi Malik'tir.
♦ Uzun boylu adam İbrahim (a.s.)'dır. Etrafındaki çocuklar ise İslam üzerine doğan ve ölen çocuklardır. Peygamber Efendimiz buraya gelince Ya Rasulallah müşriklerin çocuklan da dahil mi dediler. Peygamber Efendimiz evet buyurdu.
♦ Vücutlarının yatısı güzel yansı çirkin olanlar hem günah hem de iyilik işleyip fakat iyilikleri galip gelen kimselerdir buyuruyor.
Bir hadis-i şerifte;
** Yafandan sakının. Çünkü yalan sahibini imandan çıkarır. Çünkü bir kimse yafan söylediği zaman iman dur evvela ben çıkayım sonra söyle der. İman çıktıktan sonra kişi yafan söyler. **
**Kizb nifak kapılarından bir kapıdır.** NİFAK; Bir kişinin içi ile dışının birbirine uymamasına denir. Nifak imanı zedeler. Kendisinde nifak alameti bulunanlar münafıktır. Nifak alameti dörttür.
♦ Emanete hıyanet etmemek,
Kendisine teslim edilen herhangi bir şeyi muhafaza etmemek, Emaneti muhafaza etmekte bize en güzel örnek Peygamber Efendimizdir. Kendisine peygamberlik gelmeden önce bütün Kureyşliler kıymetli ve değerli eşyalarını, paralarını Peygamber Efendimize teslim ederlerdi ve kendisine "Muhammedül-Emin" derlerdi. Hatta peygamberlik geldikten sonra bazıları iman etmedikleri halde yine Peygamber Efendimize emanet ediyorlardı.
Mekke-i Mükerreme fetih edilmişti. Peygamber Efendimiz KÂBE’ye girmek istedi. Anahtar ise henüz iman etmemiş olan Osman bin Tatha'da idi. Rasulullah (s.a.v.) Hz. Ali'yi anahtrı getirmesi için gönderdi. Osman bin Talha ben Muhammed'in hakiki peygamber olduğuna inanmıyorum ki Kabe’nin anahtarını teslim edeyim. Anahtar dedelerimden bana kalmıştır dedi. fakat Hz. Ali Rasulullah’ın emrini yerine getirmek üzere anahtarı müşrik olan Osman bin Talha'nın elini sıkarak zorla aldı ve rasulallah’a getirdi. Peygamber Efendimiz ve ashabı kabeye girip putlardan temizlediler ve içeride iki rekat şükür namazı kıldılar. Burada Hz. Abbas kabenin anahtannm kendisine verilmesi için ricada bulunmuştu. O esnada ** Emaneti ehline verin** mealindeki ayeti celile nazil oldu. Bunun üzerine rasutuHah Efendimiz anahtan Hz. Ali ile asıl sahib, olan Osman bin Talha'ya gönderdi. Osman bin Talha;
- Ya Ali? Biraz evvel anahtan elimden zorla aldın şimdi ise tekrar getirdin. Bunun sebebi nedir? diye sordu. Hz. Ali bu hususta ayet nazil oldu dedi ve emanet hakkında nazil olan ayeti sonuna kadar okudu. O zamana kadar iman nasip olmayan Osman bin Talha;
- Dininizin emanete verdiği ehemmiyete hayran kaldım dedi ve rasulullahın huzuruna götürülmesini istedi. Hz. Ali ile beraber huzuru saadete geldiler. Osman bin Talha kelime-i şahadeti getirerek islam şerefi ile müşerref oldu.
♦ Antlaşma yaptığı zaman antlaşmaya dikkat etmektir.
Abdullah bin Hansa anlatıyor. Peygamber Efendimize peygamberlik gelmeden önce kendisine bir şey vermek için falan gün bir yerde buluşmak için söz verdi. Ben o gün ve ertesi gün unuttum. Ancak üçüncü gün aklıma geldi. Gittim baktım Rasulü Ekrem aynı yerde bekliyor. Beni görünce;
- Delikanlı beni yordun üç günden beri seni bekliyorum buyurdu.
♦ Münakaşa esnasında haktan aynlmak bu nifak alametlerindendir. Bir mü'min daima haklının hakkını haksızın cezasını vermesi
adaletli davranması lazımdır. Hulefa-i Raşidinden olan Hz. Ömer'in oğlu hastalanmıştı. Doktora götürüyorlar. Doktor ise yahudr birisi idi. Yahudi bakalım halife kendi oğtuna da islamın emrini tatbik edecek mi? Diye Hz. Ömer'in oğlunu sarhoş edici bir madde içirĞi. Onu ilaç zannederek içen halifenin oğlu kendinden geçtikten sonra yahudinin teşviki ile kızına zina ettirdi. Muradına eten yahudi sokağa çıkarak Ömer'in oğlu kızıma zina etti diyerek bağırmaya başladı. Dedikodu her yere yayılıyordu. Hz. Ömer meseleyi incelediğinde hakikaten oğlunun zina ettiğini ve yüz sopa vurulmasına karar veriyor. Hz. Ömer (r.a.) zina eden benim oğlum olduğu için sopayı ben vuracağım dedi. 80 sopa vurunca oğlu öldü. 20 sopada ölüsüne vuran halife ağlamaya başladı. Diğer ashab "Ya Ömeri Ağlama şeriatın emridir" diye teselli etmeye başladılar. Hz. Ömer ben oğlum öldü diye ağlamıyorum ben sopayı vururken içime babalık merhameti doğdu da yavaş vurdum mu? Diye ağlryorum. Eğer öyle olduysa yann Allah bana bunun hesabını sorarsa ne cevap vereceğim diye ağlıyorum. O gece Hz. Ömer'in oğlunu rüyada yüksek mertebelere erişmiş görenler bu mertebeye nasıl ulaştığını sordular.
- O da babamın ölüme vurduğu 20 sopa beni bu mertebeye ulaştırdı diye cevap verdi. İşte bizlere en güzel bir adalet örneği...
# Konuştuğu zaman yalan söylemek nifak alametlerindendir.
Kaab bin Malik (r.a.) şöyie anlatıyor Allah'ın rasulünden yaptığı savaşlardan tebük harbinden başka hiçbirisine katılmaktan geri, kalmamıştım. Tebük harbine katılmaktan geri kaldığım vakit her zamankinden daha varlıklı idim ve bu savaş sırasında bütün teşhizatı ile iki hayvanım vardı. Peygamberimiz (s.a.v.) bu savaşı sıcaklann en şiddetti bir zamanda yaptı. Uzun ve tehlikeli yüksek bir ordu ile karşılaştı. Başka muharebelerde olduğu gibi hedefi gizli tutmalı hazırlıklannı tam yapmaları için müsiümanlara meseleyi açıkladı. Allah'ın rasulü ile baraber hazırlık yapanlar çoktu. Fakat bir vahiy nazil olmadan fark edilmeyeceğini zannederek gizlenmek isteyenlere verdi. Bu savaş tam meyvelerin olgunlaştığı bir zamana rastlamıştı. Bende evde kalıp meyvelerimi toplamayı çok istiyordum. Bütün müslümanlar hazırlıklarını yapıyorlar. Bir perşembe günü kuşluk vakti ordu hazır olduğu yerden hareket ediyor. Ordu.gittikten sonra Allah'ın rasulü ashabıyla beraber o sıcakta nice zahmetier çekerek sıkıntı içerisinde iken ben serin serin evimde oturuyorum böyle olmaz diyerek yola çıkmak istedim fakat ordu çoktan gitmişti yetişemezdim. Peygamber Efendimiz harbe gittikten sonra insanlann arasına çıktığım vakit üzülmeye başladım. Çünkü şehirde münafıklık ile itham edilen zayıflardan, ihtiyarlardan Allah'ü Tealanm mazur saydığı kimselerden başka bana örnek olabilecek bir kimse göremiyordum. Peygamberimiz (s.a.v.) tebüğe varıncaya kadar beni anmamış oraya vannea halk arasında otururken Kaab bin Malik ne yaptı diye sormuş. Seleme oğullanndan birisi Ey Allah'ın Rasulül Onun kendisine ve elbiselerine karşı olan gururu onu bize katılmaktan alıkoydu
. diye cevap verdi. Fakat Muaz bin Cebel Allah'a yemin ederim ki Allah'ın Rasulü biz Kaab hakkında hayırdan başka bir şey düşünmeyiz dedi. bunun üzerine Peygamber Efendimiz (s.a.v.) sükut ediyorlar. Allah'ın Rasulünün tebük'ten dönmek üzere hareket ettiğini duyduğum vakit içime bir üzüntü çöktü. Bir yalan, mazeret uydurmayı düşündüm. Ancak Allah'ın Rasulünün gelmek üzere yaklaştığını haber alınca bu yalan kuruntulanndan kurtuldum. Nihayet doğruyu söylemeye karar verdim. Peygamber Efendimiz sabah vakti geldi. Bütün Medine halkı ihtiyarlan, hanımlan, çocuktan büyük bir sevinçle karşıladı. Peygamber Efendimiz hepsine selam veriyor tebessüm ediyor. Ancak münafıklara yüzünü bile çevirmiyordu. Hepsine aynı cihada gitmiş gibi sevaba nail olduklarını müjdeledi. Peygamber Efendimiz seferden döndüklerinde önce mescide uğramak sünneti idi. Orada iki rekat namaz kıldıktan sonra ashabıyla görüşmek için oturdu. Harbe katılmayanlar geldi. Her biri yeminle destekleyerek Allah'ın Rasulüne arz etmeye başladılar. Bunlann tamamı seksenden fazla idi. Peygamber Efendimiz onlann mazeretlerini kabul ederek onlann af olunmatan için duada bulundu. Daha sonra ben geldim. Selam verdiğim vakit Peygamber Efendimiz acı bir şekilde tebessüm etti. Yürüdüm önüne oturduğum zaman bana
- Ey Kaab bin Malik! Akabede biat edenlerden biri sen değil miydin? O iki atını cihad için almamış miydin? Seni savaşa katılmaktan, alıkoyan şey nedir? diye sordu. Bende;
- Ey Allah'ın Rasulül Bugün sana mazeret olacak, seni aldatacak bir yalan uydursam yakında Allah'ü Teala'nın hakikati size bildirip yine gadabınızı alacağımdan korkanm. Doğrusunu söylediğim takdirde Hz. Allah'ın afv ile muamele edeceğini umarım. Doğruyu söylüyorum tebük savaşına katılmaktan geri kaldığım vakit bir özrüm yoktu. O vakit her zamankinden daha güçlü, daha varlıklı idim diye cevap verdim. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz bana gelince işte bu doğruyu söyledi dedi ve bana kalk git Allah'ın hükmü gelinceye kadar bekle buyurdu. Hemen kalktım. Seleme oğullanndan bazısı arkamdan geldi ve diğerlerinin yaptığı gibi bir özür bulup söylemeyi beceremedin dediler. Bu kmamalannda o kadar ısrar ettiler ki neredeyse geri dönüp bir mazeret söyleyecektim. Benim gibi söyleyen iki kişi daha vardı. Onlara da aynı şekilde ilahi emir gelinceye kadar beklemeleri söyleniyor. Peygamber Efendimiz bu iki kişi ile beraber benimle de müslümanlann konuşmalannı yasakladı. Onun için müslümanlann onlara karşı hal ve hareketleri değişiyor. Bu iki kişi eve kapanarak günlerce ağlıyortar. Bende evimden çıkar sokaklarda gezerdim. Mescidde namaza iştirak ederdim. Allah'ın rasulüne gelir kendisi insanlarla sohbet ederken selam verirdim. Acaba selamımı alıp dudaklannı kımıldattı mı diye düşünürdüm. Mescidde ona yakın yerde namaz kılardım, gizlice gözetirdim. Namaz kılarken bana bakardı. Fakat ben namazdan aynlınca benden yüzünü çevirirdi. Bir gün
Medine çarşısında dolaşırken benden yüzünü çevirirdi. Bir gü Medine çarşısında dolaşırken Şam halkından Medine'ye satmak için yiyecek maddesi getirmiş bulunan Iran'lı rençber kabbin maliki kim gösterebilir halka soruyordu. İnsanlar kendisine beni işaret etmeye başladılar. Sonunda adam yanında gelip bana gassan hükümdanndan bir mektup verdi. Mektupta şöyle yazıyordu.
Bundan sonra şunu bil ki arkadaşının (Peygamber Efendimizi kast ediyor) seni terk ettiğini duyduk. Şu halde onun yanında zillet ve ihanet altında yaşamak sana yakışmaz. Hemen bize gel. Bolluk ve rahat içerisinde hayatını sürdürürsün.
Mektubu okumayı bitirince bu da ayn bir bela ve imtihan diyerek mektubu ateşin içerisine atarak yaktım. Bu şekilde kaldığımız 50 günün 40. günü tamam olup bu hususta Allah'tan bir vahiy gelmeyince Peygamber Efendimiz (s.a.v.) tarafından gönderilen birisi Allah'ın Rasulü ailenizden uzak kalmanı emrediyor dedi ve ailemden de aynldım. Bundan sonra daha 10 gece bu şekilde kaldım. 50 gün tamam oldu. Bu 50. gecenin sabahında evlerimizin birinin damında sabah namazını kıldım. Hz. Allah'a yalvanş halinde iken sel dağına çıkmış birisinin sesini duydum ki alabildiğine yüksek sesle
** Müjde Ey Kaab bin Malik!** diye bağırıyordu. Bu sesi işitince yerlere kapanıp şükür secdesi ettim. Bunun bir kurtuluş haberi olduğunu anladım. Allah'ın Rasulü sabah namazından sonra Alfah'ü Teala'nın bizim tevbemizi kabul buyurduğunu insanlara haber vermişti. Halk da bizi müjdelemeye koştular. Diğer iki arkadaşıma da müjdeciler gitti. Beraber mescide Peygamber Efendimizin yanına gittik. Bütün insanlar grup grup beni karşılıyorlar ve tevbemin kabulünü tasdik ediyorlardı. Peygamber Efendimiz (s.a.v.)'e selam verdiğim vakit mübarek yüzü sevinçten parlıyordu. Bana;
** Müjdeler olsun ananın seni doğurduğu andan bu zamana kadar geçirdiğin günlerin en hayırlısı** buyurdu. Bizlerin tevbesinin kabul olunup diğer mazeret uyduranlann ise fasıklar grubundan olduğunu söyledi. Bu dört şey kendisinde bulunan kimseler halis münafıktır. Peygamber Efendimiz ** Allah'ım kalbimi nifaktan, fercimi zinadan lisanımı yalandan temizle** diye dua ederlerdi. Yine bir hadis-i şeriflerinde;
** Ben şaka da olsa yalanı terk eden kimse için cennetin ortasında bir köşke kefilim. Muhakkak ben şaka yaparım ancak doğruyu söylerim. **
Enes (r.a.) diyordu. Peygamber Efendimiz zevceleri ile şaka yaptığı gibi yaşlı hanımlarla da şaka yapardı. Bir gün yaşlı bir kadın Peygamber Efendimize geldi. Yaşlı kadınlar cennete giremez buyurdu. Bunun üzerine kadın ağlamaya başladı. Peygamber Efendimiz sen o gün ihtiyar değil genç olacaksın diyerek gönlünü aldı.
Nifak ile beraber bir de koğuculuk vardır. Koğuculuk, laf taşımakve iki yüzlülük yapmaktır. Hz. Allah onları çeşitli şekillerde halk edip onlara azap edecektir. Amr bin Dinar Hz.leri anlatıyor. Medine'de birisinin kız kardeşi vefat etti. O kimse anlatıyor. Kız kardeşimi defn ettiler. Kabrin başından aynldık. Benim değerli bir yüzüğüm vardı. Kayboldu. Onun kabrinde olduğuna zannım galipti. Kabrine döndüm. Lahd üzerindeki tahtayı kaldırdım. Ateş yüzüme vurdu. Baktım mezannın içinin ateş ile dolu olduğunu gördüm. Tahtayı yerine koydum. Ağlayarak eve geldim. Annemden kız kardeşimin huyunun nasıl olduğunu sordum. İki kötü huyu vardı. 1. namazında gevşekti. 2. koğuculuk yapardı cevabın verdi. Buradan anlaşılıyor ki bu iki kötü huy kabir azabına sebeptir.
hz. allah cümlemizi doğrular zümresine ilhak eylesin.kabir ve cehennem azabından muhafaza etsin.
(amin)


Bookmark and Share

1 yorum:

Hadisi şeriferin kaynaklarını da yazabilir misiniz ?

Yorum Gönder