21:18 -
beyt-i Makdis,Gündelik Hayat,hac,ilk kıble,Kabe,Kabe-i Muazzama,Kabeyi ziyaret,Mescid-i Aksa,Umre,umrenin fazileti
2 comments
Kabe-i Muazzama ve Ziyaretin fazileti (Umre)
اِنَّ اَوَّلَ بَيْتٍ وُضِعَ لِلنَّاسِ لَلَّذ۪ي
بِبَكَّةَ مُبَارَكاً وَهُدًى لِلْعَالَم۪ينَۚ*
Manası; Doğrusu insanlar için vazolunan ilk ma’bed, Mekke’deki,
elmler için hidayet olan mübarek beyttir.(Al-i İmran 96 elmalılı hamdi yazır
meali)
Müslümanların kıblesi ilk önce Mescid-i aksa idi. Daha sonra
Mescid-i Haram’a çeviren ayet nazil olunca yani,kıble beyt-i Makdis’ten Kâbe'ye
çevrildiği zaman, Yahudiler, Kabe’nin daha kıymetli olmasını kabul edemediler. Çünki,
Mescid-i Aksa Müslümanlar için kıymetli olduğu gibi Yahudi ve Hristiyanlar içinde
kıymetliydi. İşte, Yahudiler Kabe’nin kıymetinin artmasını istemedikleri için Efendimiz
hazretlerinin nübüvveti hakkında, kötülemek için ileri geri konuştular. Ve:
-“beyt-i Makdis, Kabe’den daha faziletli ve kıble olmaya daha
layıktır. Çünki beyt-i Makdis, Kabe’den önce konuldu. Beyt-i Makdis, mahşer
toprağıdır. Bütün peygamberlerin hicret ettiği yerdir. Peygamberlerin
kıblesidir. Orası Allah Teala hazretlerinin alemler için mübarek kıldığı kutsal
topraklardır. Allah teala hazretlerinin hz Musa ile konuştuğu dağ, oradadır.
Bütün bu sebeplerden dolayı, kıbleyi oradan Kabe’ye çevirmek batıldır.”
Dediler.
Yahudilerin bu konuşmaları üzerine bu ayet-i kerime nazil
oldu;
اِنَّ اَوَّلَ
بَيْتٍ وُضِعَ لِلنَّاسِ
“doğrusu insanlar için vazolunan (konulan) ilk mabed,”
hangisidir?
لَلَّذ۪ي
بِبَكَّةَ
“elbette Mekke’deki” yani Mekke'de bulunan beyttir. (ruhul beyan
tefsiri 3/627)
Bizim sahip olduğumuz tarih bilgisine göre; ilk önce Süleyman
as tarafından mescid-i aksa bina edilmiştir. Daha sonra İbrahim as tarafından
Kabe-i Muazzama bina edilmiştir. Ancak Cenab-ı Hakk’ın ayetleri Hakk ve doğru
olup asla yalan ve yanlış bulunmamaktadır.
Evet, yeryüzüne bina edilen ilk mabet, ilk bina Kâbe-i
Muazzama’dır. Zira Kâbe-i Muazzama’nın temelleri
İbrahim as bina etmeden önce
mevcut idi. İbrahim as Kâbe’yi bu temeller üzerine inşa etti.
Efendimiz hazretlerine; “insanlar için ilk konulan
mescitten” soruldu. Efendimiz hazretleri buyurdular: “Mescid-i Haram’dır. Sonra
beyt-i Makdis’tir.” Bunun üzerine ikisinin arasında kaç yıl olduğu soruldu.
Efendimiz hazretleri; “kırk sene!” buyurdular. (ruhul beyan 3/628)
Hz Allah cennet yakutlarından bir yakut yere indirdi. Bu
yakutun zümrütten yapılmış iki de kapısı vardı. Bunlardan biri doğuya, diğeri
ise batıya açılırdı. Allah teala Âdem as’a “melekler arşı tavaf ettiği gibi insanlarda burayı tavaf edecekler”
buyurdu. Âdem aleyhisselam da yaya olarak Hindistan’dan gelmek suretiyle burayı
tavaf ve ziyaret etti. Burada meleklerle buluştu ve melekler haccını kutlayarak
“biz de senden önce bin yıl (ruhul beyana göre iki bin yıl) burayı tavaf ettik”
dediler. Sonra Nuh tufanında, Allah teala bu yakutu göklerin yedinci katına
kaldırdı ve “Beyt-i Mamur” adını aldı. Bundan sonra da, Allah teala, İbrahim
as’a bu yakutun bulunduğu Kâbe’yi Cebrail’in öğreteceği şekilde bir bina haline
getirmesini emretti. Tûr-i Sîna, Tûr-i
Zîtâ, Cûdî ve hira adlarında ki dört dağdan taşlar getirerek Kâbe’yi inşa etti.
Hacerü’l Esved’i de Cebrail as getirdi.
(envarul aşıkin 73-74)
Yani Kâbe-i Muazzama’yı ilk yapan İbrahim as değildir. Ancak
temellerini yükseltmiştir. Kaybolmaya yüz tutan Kâbe’yi bina edip ortaya
çıkarmıştır. Çünki Kâbe’nin yeri, tufandan sonra kaybolmuştu. Allah teala hz,
Cebrail as’ı hz İbrahim as’a gönderinceye kadar Kâbe’nin yeri gizliydi. Cebrail
as delalet edip, Kâbe’nin yerini İbrahim as’a gösterdi. Ve ona Kâbe’yi imar
etmesini emretti.
Kâbe’nin yapılmasını emreden Allah teala hazretleridir.
Bu emri tebliğ eden ve Kâbe’nin mühendisi, Cebrail
aleyhisselamdır.
İnşaatı yapan, Halil İbrahim aleyhisselamdır.
Kendisine yardımcı olan kalfa ise İsmail aleyhisselamdır.
(ruhul beyan 3/629)
Kâbe-i Muazzama’nın inşaatı esnasında dahi muazzam olaylar
vuku bulmuştur. İbrahim as Kâbe’yi bina ederken, Kâbe’nin duvarlarının yükselmesi
üzerine hz İbrahim’in üzerine çıktığı kaya parçası, yükselip alçalıyordu. İşte
bu kaya parçası bu gün makam-ı İbrahim olarak ziyaret edilmektedir. (ruhul
beyan 3/631)
Ancak Kabe-i Muazzama o haliyle kalmamış ve Peygamber
Efendimiz zamanına kadar birkaç kez yıkılmıştır.
Hz.İbrâhim, oğlu Hz.İsmâil ile birlikte yaptığı
Kâbe'nin, yüzyıllardan beri devamlı yağmur ve sel sularına karşı koyan
duvarları iyice yıpranmış, yıkılmağa yüz tutmuştu. Bir kadının sıçrattığı bir
kıvılcım yüzünden Kâbe örtüsü ve kapısı yanmıştı. O sıralarda, Kâbe'nin
içindeki kuyuda saklı bulunan, inci ve değişik mücevherlerle süslü altın geyik
heykelleri hırsızlar tarafından çalınmıştı.
Kureyşliler, şüphe üzerine Huzza kabîlesinden Melih bin Ömeroğullarının âzatlı kölesi Düveyk'in, evinde yaptıkları aramada, çalınan heykelleri ele geçirdiler. Cezâ olarak da, Düveyk'in elini kestiler ve Kâbe'yi yeniden yapmağa, onarmağa karar verdiler. Habeş'de, Farslıların yaptıkları kiliseyi, Rum hükümdarının mimar Bakum'un îmar ve nezâretinde yeniden yaptırmak istemesi üzerine, Mısır'dan yola çıkarılan inşaat malzemesi yüklü vapur, Cidde sahiline çarparak parçalanmıştı. Geminin malzeme ve parçalarını sâhiplerinden satınalarak, mimar Bakum'la da anlaşıp Mekke'ye getirdiler. Hep beraber Kâbe'yi yıkıp, yeniden yapmağa başladılar.
Sıra mübârek Hacer-ül Esved taşını yerine koymağa gelince, Kureyş kabîleleri arasında sert bir tartışma ve çekişme başladı. Kabîle reisleri, kendilerinin daha asil, köklü ve şerefli kabîle olduklarını, binâenaleyh, bu mübârek taşı yerine koyma hakkının kendilerine âit olacağını iddiâ ediyor, çok hassâsiyet gösteriyorlardı. Bir kısım kabîle reisleri de, mübârek Hacer-ül Esved taşını yerine koyma mevzûunda çıkan ihtilaf üzerine, ellerini kan çanağına batırarak bu taşı kendilerinin koymaları için yemin etmişti. Artık kılıçlar çekilecek insanlar birbirini öldürecek, harp edilecek bir hava esmeğe başlamıştı. (Câhiliyet devrinde, Araplar bir mes'elenin üzerinde çok ciddiyetle hassasiyet gösterip hayat memat meselesi yaptılar mı, kabîle reisleri ellerini içinde kan olan bir çanağa batırır, ellerini kana bular, yemin ederlerdi. Dedikleri olmazsa, kılıçlar çekilir, adamlar öldürülür, harp ederlerdi. Ondan sonra, gâlip gelenin dediği olurdu.)
Bu arada, Ebû Ümeyye şöyle bir teklifte bulundu: "Sabahleyin Safâ kapısından ilk gelen zât, bu işte hakem olsun". Bu teklifi yerinde buldular ve kabul ettiler.
Sabah Safâ kapısından ilk girenin Hz.Muhammed (S.A.V) olduğu görüldü. O'nu görünce herkes sevindi. Çünkü O, aralarında doğruluğun, dürüstlüğün, sadâkatın, hak ve adâletin mücessem bir timsâli idi. Herkes, O'nda gördükleri doğruluktan, dürüstlükten, mekârimi ahlâktan dolayı O'na; «Muhammed-ül Emin, (sâdık Muhammed, doğru Muhammed (S.A.V.)» derlerdi. O'na durumu anlattılar. "Seni hakem kabul ettik yâ Ebe'l-Kâsım" dediler.
Allâh'ın sevgilisi gülümsedi, "Haydin bana bir elbise, bir örtü getirin" dedi.
Örtü geldi. Onu yaydı, serdi. Hacer-ül Esved'i örtünün üzerine koydu. Her kabîleden birer temsilci seçmelerini istedi. Seçtiler. Onlara, örtünün kenarlarından tutarak hep beraber yerine konmak üzere kaldırmalarını buyurdu. Kaldırdılar. Sonra da elleriyle Hacer'ül Esved'i örtünün içinden alıp yerine koydular.
Böylece, büyük bir ihtilafın önlenmiş olmasından, herkes memnun, herkes saadet ve itmi'nan içinde kaldı. Peygamber Efendimiz'in bu tatbikatı herkes tarafından son derece taktirle karşılandı.
Peygamber Efendimiz'in Kâbe'nin bu tâmirinde Kureyş'le birlikte çalıştığı, hatta bu yüzden omuzları taş taşıyarak yara olduğu, târihin rivâyetleri arasındadır. Kâbe'nin bu tâmiri sırasında, şöyle mühim bir hâdise vuku bulmuştu:
Peygamber Efendimiz, amcası Abbas ile birlikte taş taşırken, Hz.Abbas O'na, ihrâmını çözerek omuzuna koymasını, bu suretle omuzunun incinmemesini söyledi. Peygamber Efendimiz de ihrâmını toplayarak omuzuna koymuştu. Vücudu açılınca birdenbire yere düşerek kendinden geçti. Bu halden ayılınca derhal ihrâmını almış ve bütün vücudunu örtmüştü. Sonra Ebû Tâlib bu işe merak etmiş ve hâdiseyi kendisinden sormuştu. Hz. Muhammed (S.A.V) şu cevabı vermişti: "İhrâmımı toplayıp omuzuma koyduğum zaman vücudum açılınca şöyle bir ses duydum: «Yâ Muhammed! (S.A.V.) âzânı setret. Sen Peygamber olacaksın, sana yakışmaz.»"
Peygamber Efendimiz'in gâipten duyduğu ilk ses bu idi. O sırada Peygamberimiz otuzbeş yaşlarında idi. (muhtasar islam tarihi / hasan arıkan)
Kureyşliler, şüphe üzerine Huzza kabîlesinden Melih bin Ömeroğullarının âzatlı kölesi Düveyk'in, evinde yaptıkları aramada, çalınan heykelleri ele geçirdiler. Cezâ olarak da, Düveyk'in elini kestiler ve Kâbe'yi yeniden yapmağa, onarmağa karar verdiler. Habeş'de, Farslıların yaptıkları kiliseyi, Rum hükümdarının mimar Bakum'un îmar ve nezâretinde yeniden yaptırmak istemesi üzerine, Mısır'dan yola çıkarılan inşaat malzemesi yüklü vapur, Cidde sahiline çarparak parçalanmıştı. Geminin malzeme ve parçalarını sâhiplerinden satınalarak, mimar Bakum'la da anlaşıp Mekke'ye getirdiler. Hep beraber Kâbe'yi yıkıp, yeniden yapmağa başladılar.
Sıra mübârek Hacer-ül Esved taşını yerine koymağa gelince, Kureyş kabîleleri arasında sert bir tartışma ve çekişme başladı. Kabîle reisleri, kendilerinin daha asil, köklü ve şerefli kabîle olduklarını, binâenaleyh, bu mübârek taşı yerine koyma hakkının kendilerine âit olacağını iddiâ ediyor, çok hassâsiyet gösteriyorlardı. Bir kısım kabîle reisleri de, mübârek Hacer-ül Esved taşını yerine koyma mevzûunda çıkan ihtilaf üzerine, ellerini kan çanağına batırarak bu taşı kendilerinin koymaları için yemin etmişti. Artık kılıçlar çekilecek insanlar birbirini öldürecek, harp edilecek bir hava esmeğe başlamıştı. (Câhiliyet devrinde, Araplar bir mes'elenin üzerinde çok ciddiyetle hassasiyet gösterip hayat memat meselesi yaptılar mı, kabîle reisleri ellerini içinde kan olan bir çanağa batırır, ellerini kana bular, yemin ederlerdi. Dedikleri olmazsa, kılıçlar çekilir, adamlar öldürülür, harp ederlerdi. Ondan sonra, gâlip gelenin dediği olurdu.)
Bu arada, Ebû Ümeyye şöyle bir teklifte bulundu: "Sabahleyin Safâ kapısından ilk gelen zât, bu işte hakem olsun". Bu teklifi yerinde buldular ve kabul ettiler.
Sabah Safâ kapısından ilk girenin Hz.Muhammed (S.A.V) olduğu görüldü. O'nu görünce herkes sevindi. Çünkü O, aralarında doğruluğun, dürüstlüğün, sadâkatın, hak ve adâletin mücessem bir timsâli idi. Herkes, O'nda gördükleri doğruluktan, dürüstlükten, mekârimi ahlâktan dolayı O'na; «Muhammed-ül Emin, (sâdık Muhammed, doğru Muhammed (S.A.V.)» derlerdi. O'na durumu anlattılar. "Seni hakem kabul ettik yâ Ebe'l-Kâsım" dediler.
Allâh'ın sevgilisi gülümsedi, "Haydin bana bir elbise, bir örtü getirin" dedi.
Örtü geldi. Onu yaydı, serdi. Hacer-ül Esved'i örtünün üzerine koydu. Her kabîleden birer temsilci seçmelerini istedi. Seçtiler. Onlara, örtünün kenarlarından tutarak hep beraber yerine konmak üzere kaldırmalarını buyurdu. Kaldırdılar. Sonra da elleriyle Hacer'ül Esved'i örtünün içinden alıp yerine koydular.
Böylece, büyük bir ihtilafın önlenmiş olmasından, herkes memnun, herkes saadet ve itmi'nan içinde kaldı. Peygamber Efendimiz'in bu tatbikatı herkes tarafından son derece taktirle karşılandı.
Peygamber Efendimiz'in Kâbe'nin bu tâmirinde Kureyş'le birlikte çalıştığı, hatta bu yüzden omuzları taş taşıyarak yara olduğu, târihin rivâyetleri arasındadır. Kâbe'nin bu tâmiri sırasında, şöyle mühim bir hâdise vuku bulmuştu:
Peygamber Efendimiz, amcası Abbas ile birlikte taş taşırken, Hz.Abbas O'na, ihrâmını çözerek omuzuna koymasını, bu suretle omuzunun incinmemesini söyledi. Peygamber Efendimiz de ihrâmını toplayarak omuzuna koymuştu. Vücudu açılınca birdenbire yere düşerek kendinden geçti. Bu halden ayılınca derhal ihrâmını almış ve bütün vücudunu örtmüştü. Sonra Ebû Tâlib bu işe merak etmiş ve hâdiseyi kendisinden sormuştu. Hz. Muhammed (S.A.V) şu cevabı vermişti: "İhrâmımı toplayıp omuzuma koyduğum zaman vücudum açılınca şöyle bir ses duydum: «Yâ Muhammed! (S.A.V.) âzânı setret. Sen Peygamber olacaksın, sana yakışmaz.»"
Peygamber Efendimiz'in gâipten duyduğu ilk ses bu idi. O sırada Peygamberimiz otuzbeş yaşlarında idi. (muhtasar islam tarihi / hasan arıkan)
Peygamber efendimiz Kabe-i
Muazzama’nın yıkılışı ile alakalı
olarak;
“Ref’ olunmadan
(kaldırılmadan) Kabe’yi çokça tavaf edin, iki kere yıkıldı, üçüncüde ref’
olacaktır ( kaldırılacaktır)” buyurmaktadır. (ihya 1/692)
Hazreti Ali’den mervi olan bir hadis-i şerifte peygamber
efendimiz hz Allah’ın şöyle buyurduğunu rivayet ediyor;
“dünyayı tahrip etmeyi murad ettiğim zaman evvela beytimi
(Kabe’yi) yıkarım, sonrada dünyayı harab ederim.”(ihya 1/692)
İşte Cenab-ı Hakk
dünyanın evvelinde ilk imar ettiği bina olan Ka’be-i Muazzama’yı dünyanın
sonunda da ilk olarak harab edecektir.
Kâbe öyle muazzam bir binadır ki; asırlar boyunca kuşlar Kâbe’nin
üzerine gelince sağa veya sola kayarak uçmuşlar, yırtıcı kuşlar gübre ve
pisliklerini asla Mescid-i Haram’a düşürmemiş ve Allah teala hazretleri,
Mescid-i Haram’a kötülük ile saldıran her kötü zorbayı kahretmiştir. Ashab-ı
Fili kahretmesi gibi… (ruhul beyan 3/630)
Kâbe'nin, Araplar ve
kutsiyetini takdir edebilen herkes yanında müstesnâ bir ehemmiyeti vardı.
Kurulduğu zamandan beri uzaktan yakından pek çok insan, O'nu ziyârete gelirdi.
Bu sebeple, Mekke şehri, insanların toplandığı, kaynaştığı mühim bir ziyâret
yeri, ayrıca mühim bir ticâret merkeziydi. Bunu bir türlü çekemeyen, Yemen'i
müstemleke edinmiş olan Habeşistan kralı Ebrehe, San'a'da [2] büyük bir binâ
yaptırdı ve etrafa haberler göndererek; "Bu insanlar niye gidip Arapların
Kâbe'sini ziyâret ediyorlar? Buraya gelsinler, benim binâmı ziyâret etsinler,
hem ben gelenleri burada yedirip içirip, gâyet güzel ağırlayacağım" dedi.
Onun bu hareketi Araplar'ın, bilhâssa Kureyş'in çok ağırına gitti. İçlerinden
birkaç kişi Ebrehe'nin binâsına geldiler.
Ebrehe onlara, -kendi mukaddes binâlarını bırakarak bana geldiler diye- çok hürmet gösterdi. Yedirdi, içirdi, o gece o binâda müsâfir etti. Fakat onlar geceleyin kalkıp, binâyı kirletip, kırıp döküp gittiler.
Sabahleyin durumu gören Ebrehe kudurdu. Gidip onların Kâbe'sini yıkacağım diye karar verdi. O günün zırhlı vâsıtası yerine geçen fillerden kurulu muazzam bir ordu hazırladı. En büyük filinin adı Mamud idi. Kâbe'nin görüldüğü Cebel-i Kubeys'e (Kubeys dağına) kadar geldi. Dinlenmek için orada konakladı. Bu esnada, orada otlamakta olan Peygamber Efendimiz'in dedesi Abdulmuttalib'e âit ikiyüz deveye el koydu.
Bunun üzerine Ebrehe'nin yanına gelen Abdulmuttalib; "Burada otlamakta olan develerimi aşırmışsınız, onları istemeğe, almağa geldim, develerimi verin" dedi.
Ebrehe; "Demek benden sadece develerini istiyorsun, ben de Kâbe hakkında bana ricâda bulunacaksın sanmıştım" dedi.
Bunun üzerine Abdulmuttalib, ona; "Evet, ben develerin sâhibiyim, develerimi isterim. Kâbe-i Muazzama'ya gelince, O'nun sâhibi Hz.Allah'dır. O bilir Kâbe'sini korumasını." dedi.
Bu söz Ebrehe'nin vücudunda büyük bir titreme husûle getirdi ve hemen develeri verdi.
Abdulmuttalib develerini alıp Mekke'ye dönünce Kâbe'ye geldi. Beyt-i Şerîf-in siyah örtüsüne sarılarak ağladı. Allâh'a yalvardı: "Yâ Rabbî! Bizim elimizde o azgın Ebrehe'ye karşı koyacak güç yok, Kâbe'nin sâhibi Sensin, Beyt-i Şerîf'ini Sen koru yâ Rabbî!" diye duâ etti.
Ebrehe, konakladığı yerden ordusunu kaldırdı. Önde en büyük fil olan Mamud ve develeri Kâbe'ye doğru zorluyor, fakat Mamud ve develer yere çöküyorlar, bir türlü o tarafa gitmiyorlardı. Şam, Yemen, Irak cihetlerine döndürülünce hemen yürüyor, Kâbe'ye yöneltilince çöküyor, bir adım dahi atmıyorlardı.
Ebrehe onlara, -kendi mukaddes binâlarını bırakarak bana geldiler diye- çok hürmet gösterdi. Yedirdi, içirdi, o gece o binâda müsâfir etti. Fakat onlar geceleyin kalkıp, binâyı kirletip, kırıp döküp gittiler.
Sabahleyin durumu gören Ebrehe kudurdu. Gidip onların Kâbe'sini yıkacağım diye karar verdi. O günün zırhlı vâsıtası yerine geçen fillerden kurulu muazzam bir ordu hazırladı. En büyük filinin adı Mamud idi. Kâbe'nin görüldüğü Cebel-i Kubeys'e (Kubeys dağına) kadar geldi. Dinlenmek için orada konakladı. Bu esnada, orada otlamakta olan Peygamber Efendimiz'in dedesi Abdulmuttalib'e âit ikiyüz deveye el koydu.
Bunun üzerine Ebrehe'nin yanına gelen Abdulmuttalib; "Burada otlamakta olan develerimi aşırmışsınız, onları istemeğe, almağa geldim, develerimi verin" dedi.
Ebrehe; "Demek benden sadece develerini istiyorsun, ben de Kâbe hakkında bana ricâda bulunacaksın sanmıştım" dedi.
Bunun üzerine Abdulmuttalib, ona; "Evet, ben develerin sâhibiyim, develerimi isterim. Kâbe-i Muazzama'ya gelince, O'nun sâhibi Hz.Allah'dır. O bilir Kâbe'sini korumasını." dedi.
Bu söz Ebrehe'nin vücudunda büyük bir titreme husûle getirdi ve hemen develeri verdi.
Abdulmuttalib develerini alıp Mekke'ye dönünce Kâbe'ye geldi. Beyt-i Şerîf-in siyah örtüsüne sarılarak ağladı. Allâh'a yalvardı: "Yâ Rabbî! Bizim elimizde o azgın Ebrehe'ye karşı koyacak güç yok, Kâbe'nin sâhibi Sensin, Beyt-i Şerîf'ini Sen koru yâ Rabbî!" diye duâ etti.
Ebrehe, konakladığı yerden ordusunu kaldırdı. Önde en büyük fil olan Mamud ve develeri Kâbe'ye doğru zorluyor, fakat Mamud ve develer yere çöküyorlar, bir türlü o tarafa gitmiyorlardı. Şam, Yemen, Irak cihetlerine döndürülünce hemen yürüyor, Kâbe'ye yöneltilince çöküyor, bir adım dahi atmıyorlardı.
Ebrehe, ordusunu Kâbe'ye
saldırtmağa zorlarken, Cenâb-u Hakk serçeye benzer bölük bölük kuşlar halketti.
Onları sürüler halinde Ebrehe'nin ordusu üzerine sevketti. Kuşlar, ayaklarında
taşıdıkları, kırmızı çamurdan yapılmış, ateşte pişirilmiş, kime atılacaksa
üzerlerinde ismi yazılı, nohut tanesi gibi taşları atı atıverdiler. Bu taşlar,
Ebrehe ordusunun hepsinin tepesinden girdi, iç organlarını tahrip ederek,
aşağısından çıktı. Hepsi de ölü ölüverdiler. Cenâb-u Hakk, Ebrehe'nin ordusunu
yenmiş ekin tarlasına döndürüverdi.
Hâdiseyi gören Ebrehe kaçtı, sarayına geldi. Olanları oradaki adamlarına anlattı. Topal bir kuş da onu tâkibediyordu. O da taşını attı. Ebrehe de orada öldü.
Bu hâdise Peygamber Efendimiz'in doğumundan 50 veya 55 gün evvel vâki oldu. (muhtasar islam tarihi / hasan arıkan)
Hâdiseyi gören Ebrehe kaçtı, sarayına geldi. Olanları oradaki adamlarına anlattı. Topal bir kuş da onu tâkibediyordu. O da taşını attı. Ebrehe de orada öldü.
Bu hâdise Peygamber Efendimiz'in doğumundan 50 veya 55 gün evvel vâki oldu. (muhtasar islam tarihi / hasan arıkan)
----[1] [Kabe
duvarına şiirleri asılan Muallekât-ı Seb'a şairleri; İmri-ül Kays, Nabigatü'z
Zebyani, Züheyr ibni Ebi Sülma, Tarfetebni'l Abd, Anteretebni Şeddat,
Algametebni Abde, Lebid ibni Rebia'dır.]
[2] [San'a, Yemen'de bir şehrin adıdır.]-----
[2] [San'a, Yemen'de bir şehrin adıdır.]-----
وَمَنْ دَخَلَهُ كَانَ
اٰمِناًۜ وَلِلّٰهِ عَلَى النَّاسِ حِجُّ الْبَيْتِ مَنِ اسْتَطَاعَ اِلَيْهِ
سَب۪يلاًۜ
“oraya dahil olan kimse eman bulur. Yoluna gücü yeten her
kimsenin o beyti haccetmesi insanlar üzerine hz Allah’ın bir hakkıdır.” (al-i
imran 97)
وَاَتِمُّوا الْحَجَّ وَالْعُمْرَةَ
لِلّٰهِۜ
“haccı ve umreyi de Allah için tam yapın.” Bakara 196
İşte, Cenab-ı Hak bu ayeti kerimeler ile kullarını o muazzam
beyti farz yahut nafile olarak ziyaret etmeye davet ediyor. Bu davet öyle
muazzam bir davettir ki; bakınız:
Ali bin muvaffak hazretleri 60 defa haccediyor. Buyuruyorlar
ki;
“altmışıncı haccımdan “Hacer-i Esved”de idim. Halimi
düşünüyordum. Kendi kendime:
Bu mübarek mekana gidip gelmem çok olmuştu acaba haccım
kabul oldu mu, olmadı mı? Diye tefekkür ettim. beni uyku bastı. Rüyamda gördüm.
Biri bana şöyle sesleniyordu;
Ey Muvaffak’ın oğlu! Sen ancak sevdiklerini evine çağırmaz
mısın? Uyandım, çok sevindim. (ruhul beyan 3/638)
İşte o beyte gidebilmek, ziyaret edebilmek, bir defa yahut
defalarca hac ve umre yapabilmek ancak o mübarek beytin sahibinin evine davet
etmesi ile mümkün ve makbul olmaktadır.
Değil mi ki bizde evimize misafir alırız kabul ederiz ancak
davet ettiğimiz çağırdığımız gelmesini istediğimiz kimseler sevdiğimiz
kimselerdir.
Elbette bu daveti alan Müslüman’ın niyetini halis tutması,
hazırlık yapmaya başladığı andan itibaren dönünceye kadar bir taş mabedi değil
Rabbinin beytini ziyaret ettiğinin bilincinde olarak ameli salih işlemeye
gayret göstermesi lazımdır.
Çünkü biz de bir dostumuza, sevdiğimize ziyarete gideceğimiz
zaman, her ne kadar kendi evlerimizde pejmürde, dağınık bir hal içinde bulunsakta,
dostumuza giderken temiz ve düzgün görünmeye, onu rahatsız edecek görüntülerden
kendimize çekidüzen vermeye çalışırız. Ki ev sahibi bizden memnun olsun ve bizi
tekrar davet etsin. İşte Mevlamız bizim dışımızın değil de içimizin
çekidüzenine bakar. Niyetimizin düzgünlüğüne, halisliğine bakar.
Allah dostlarından birisi Hicaz’a gidecek olur. Küçük çocuğu
kendisine sorar: “baba nereye gidiyorsun?”
der. Babası; “beytullah’a gidiyorum.” Yanıtını verir. Çocuk zanneder ki,
beyti gören, Beyt’in sahibini görür. Bundan sonra “baba, beni niçin
götürmüyorsun?” der. Babası “sen henüz müsait değilsin,” der. Fakat ağlar ve
babası onu da götürür.
Yolda “mikat” yerinde ihrama girerler ve “lebbeyk” demeye
başlarlar. Ne zaman ki çocuk Beytullah’ı görür, derhal düşüp bayılır ve ruhunu
teslim eder. Babası: “ey ciğerparem evladım” deyip ağlamaya başlar. Umulmadık
bir taraftan ses gelir: “ O, Beyt’in Rabbini istedi, onu gördü; sen de Beyt’in
kendisini istedin, sen de onu gördün.” Denilir. Sonra ilave edilir: “o, ne
herhangi bir yerdedir, ne de cennettedir. Cenab-ı Hakk’ın kendisine ihsan
ettiği manevi bir makama yükselmiştir.” (abdullatif 171)
İşte o beldeyi o mukaddes beyti ziyarete gitmek için evvela
ev sahibinin daveti vardır. Ancak o davet gelince kulun kibirlenmesi, gaflet ve
rahata düşerek hata işlemesi değil, ziyaretine gittiği Beyt’in azametini
düşünerek; maddi hazırlık yaptığı gibi manevi hazırlıklar yapması, aynen o
küçük çocuk gibi eve değil ev sahibine hürmetle, onu razı etmeye çalışarak
gitmelidir.
Zira peygamber efendimiz buyuruyorlar ki;
“ hac ve umre niyetiyle evinden çıkıp yolda ölen kimsenin
defterine kıyamete kadar hac ve umre sevabı yazılır. Mekke veya Medine’de ölen
ise, mahkemeye arzedilmez, hesaba çekilmez, kendisine buyur cennete gir
denilir.” (ihya u ulumiddin 1/683-684 _ravi;beyhaki-derekutni_)
İşte bu eşsiz beyti ziyaret niyeti ile yola çıkmak bile bu
derece faziletli iken oraya gitmek ve alemlerin Rabbine dua ve ibadette
bulunmak ne büyük kıymeti mucipdir.
Vehb bin Münebbih hazretleri buyuruyor ki;
“Tevrat’ta yazılı olduğuna göre; Allah Teâlâ, kıyamet
gününde Arş’tan; Beytül Haram’a, her birinin elinde altın bir zincir olan,
yediyüz bin melek gönderecek. Sonra onlara, onu mahşere çekin, diye
emredecektir. Onlarda onu çekerler. Bu arada bir melek; “yürü ey Kabetullah!” O
da “hayır bana istediğim verilmeden yürümem.” Bir melek “iste” diye nida eder.
Bunun üzerine Kabe:
Ya Rabbi, benim yakınlarımda defnedilen komşularım hakkında
şefaatimi kabul buyur! Allah Teâlâ;
İstediğin olsun, buyurur.
Bunun üzerine onlar da, yüzlerinin akıyla ihramlı olarak ve telbiye ederek Kabe’nin etrafından kalkarlar. Bundan sonra yine melekler;
Bunun üzerine onlar da, yüzlerinin akıyla ihramlı olarak ve telbiye ederek Kabe’nin etrafından kalkarlar. Bundan sonra yine melekler;
Ey Kabetullah! Yürü, derler. Kabe’de:
Hayır istediğim verilmedikçe yürümem.
Bunun üzerine “iste” diye nida olunur. Bunun üzerine:
Bunun üzerine “iste” diye nida olunur. Bunun üzerine:
Ya Rabbi, bütün uzak yollardan bana gelen, günahkar kulların
hakkında şefaatimi kabul eyle ve ya Rabbi, onları büyük korkudan emin etmeni
istiyorum! Allah Teâlâ da:
Senin onlar hakkındaki şefaatini kabul eyledim, buyurur.
Sonra bir münadi şöyle nida eder:
Sonra bir münadi şöyle nida eder:
Kabe’yi ziyaret edenler, insanların içinden ayrılsın. Bundan
sonra Allah Teâlâ onları yüzleri beyaz olduğu halde Kabe’nin etrafına toplar ve
onları ateşten emin eder.
Sonra bir münadi şöyle seslenir;
Sonra bir münadi şöyle seslenir;
Ey Kabetullah! Yürü. Bunun üzerine o da:
Lebbeyke lebbeyk. Der ve meleklerde onu çekerler. Bunun
üzerine o da yürür. Peygamberimiz hazreti Muhammed'e rastlar ve;
Ey Allah’ın peygamberi, beni ziyaret etmeyenlerin işine bak,
çünki ben beni ziyaret edenlerin şefaatçisiyim. Der..
Haberde buyruldu ki;
“şüphesiz Makam-ı İbrahim, Rukn-i Yeman-i ve Hacer-i Esved,
peygamber efendimize, bizi ziyaret etmeyenlere şefaat et. Çünkü biz, bizi
ziyaret edenlere şefaat edeceğiz.” Derler. (mev-ıze-i hasene 317-318)
İşte bir kez olsun, hac edemiyor ise umre ile olsun o
muazzam Beyti ziyaret eden kimseler için kıyamet gününde şefaat edici ve
kurtarıcı olacaktır Kabe-i Muazzama..
Ebu Zerr ra şöyle rivayet ediyor;
Rasulullah’ın şöyle buyurduğu rivayet edildi; Davud as:
Ey Allah’ım! Kulların seni evinde ziyaret ettiklerinde ne
ihsanda bulunacaksın? Deyince Allah Teâlâ:
Her ziyaretçinin ziyaret edilen üzerinde bir hakkı vardır.
Ya Davud! Onların bende ki hakkı da, dünya da onlara afiyet vermem ve ahirette
kendileriyle karşılaşınca bağışlamamdır.” Buyurdu. (tergib ve terhib hadislerle
islam 2/561)
Nasıl ki biz aciz kullar olduğumuz halde misafirimize,
ziyaretçilerimize onları memnun edebilmek için ikramda bulunuyorsak, uğraşıp
çabalıyorsak, Cenab-ı Hakk’da kendi evini ziyaret eden kullarını hem dünya hem
de ahirette memnun etmek için önlerine çeşitli mükafatlar sunuyor. Öyle ki bu
mükafatlar bizim ikramlarımız gibi zayi olan, kaybolan değersiz şeyler değilde;
bir mü’min için ahiret hayatı hususunda en kıymetli mükafat olan bağışlanmak ve
dünya hayatında ise afiyettir.
Peygamber efendimizi pek çok hadisi şerifinde cihad
ibadetinin kıymetine işaret etmiştir. Ancak Cihad mal ve can ile yapılan bir
ibadettir. Hanımlar için cihada katılmak mümkün olmadığı gibi, yaşlı olan hasta
olan güç bakımından zayıf olan kimseler içinde yapılması mümkün olmayan
ibadetlerdendir. Halbuki gayret sahibi bir Müslüman Rabbinin rızasını kazanmak
için peygamber efendimizin faziletini haber verdiği her ibadete iştiyakla gayret
göstermelidir. İşte bu müşkil durum için peygamberimiz buyuruyor ki,
“yaşlının, zayıfın ve kadının cihadı, hac ve umredir.” ( ebu
hureyre’den mervidir.) ( tergib ve terhib hadislerle islam 2/548)
İşte umre ve hac ibadeti ile, canını ortaya koyduğu için
ibadetlerin en faziletlisi denilen cihada gücü yetmeyen kimselerin bu sevaba,
fazilete nail olacaklarını da okumuş olduğumuz bu hadisi şerif ve bunun gibi
pek çok hadisi şerif ile peygamber efendimiz haber vermektedir.
Hac esası itibarı ile zilhicce ayında ihrama girmek,
arafatta vakfe yapmak ve Kabe-i muazzamayı tavaf etmekten ibarettir. (muhtasar
ilmihal/fazilet neşriyat sf 152)
Diğerleri haccın vacip ve sünnet olan, nafile olan
rükunlarıdır. İşte bu nafile ibadetler ve ziyaretler içerisinde bir tanesi
vardır ki, peygamber efendimiz şöyle buyuruyor;
“Ancak üç mescidi ziyaret etmek için yola çıkılır: Mescid-i
Haram, Mescid-i Nebevi, bir de ,Mescid-i Aksa.” (abdullatif 175)
İşte ilk ziyaretgah olan Kabe-i Muazzama’yı ziyaret ettikten
sonra ziyaret edilecek olan ikinci mescid, kendisi için yollara düşmeye layık
olan ikinci mescid; Mescid-i Nebevi’dir. (ihyau ulumiddin 1/695)
Peygamber efendimiz;
“Medine mescidinde bir namaz, diğerlerinde on bin namaza;
Mescid-i Aksa’da namaz bin namaza; Mescid-i Haram’da bir namaz, yüz bin namaza
muadildir.” Buyurmaktadır. İşte o beldelere ulaşmış olan, Mekke’ye yahut
Medine’ye varmış olan bir Müslüman için ziyaret etmesi, imkanı var ise içinde
iki rekat namaz kılması icap eden, kendisi için yollara düşülebilecek kadar
kıymetli üç mescidden iki tanesi Mescid-i Haram ve Mescid-i Nebevi’dir.
Peygamber efendimiz : “ölümümden sonra beni ziyaret eden,
hayatımda beni ziyaret etmiş gibidir.” Buyurduğu için onu ziyarette bulunmak
çok şereflidir. Zira peygamber efendimizi ziyaret ederken, bir kabir bir mezar
ziyaret eder gibi değil, kabrin duvarlarına yapışıp onları öperek değil,
hayatta iken karşısında durur gibi hürmet ile karşısında durmalı bildiği
salavatı şerifleri okuyarak selam verdikten sonra;
“ya rasulallah! Senin risaleti tebliğ emanetini eda
ettiğine, ümmete nasihat edip, düşmanların ile mücahede de bulunduğuna,
ümmetini Allah’a giden doğru yola hidayet edip, yakîn gelinceye kadar ibadet
ettiğine şehadet ederim. Sen, seni ziyaret edenlere şefaat edeceğini vaad
ettin. Ben aciz bir ümmetin olarak şefaatini dilemek üzere huzuruna geldim.
Bana kıyametin dehşetinde şefaatçi ol. Ya Rab! Kıyamet gününde habibini bana
şefaatçi kıl ve şefaatini kabul eyle!. Salatü selam ona ve ehli beytine olsun.”
Diyerek hıtap ve dua ettikten sonra, selam gönderenlerin selamını haber verir.
Daha sonra hz Ebu Bekir ve hz Ömer efendilerimizi ziyaret ederek dua
eder.(ihyau ulumiddin 1/739-740)
Çünki peygamber efendimiz;
“yalnız beni görmek maksadıyla ziyaretime gelenler, Allah
Teâlâ’nın izni ile şefaatimi hak etmişlerdir.” Buyurmaktadır. (ihyau ulumiddin 1/738)
Aynen Kabe-i Muazzama’yı ziyaret ederken olduğu gibi,
niyetini insanlara gösteriş, binaları görmek, gezmek yada başka sebeplerle
kirletmeden, Cenab-ı Hakk’ın kendisi için 18 bin alemi halk ettiği peygamberi
zi şan hazretlerini görmek ziyaret etmek maksadı ile gidenlere, niyeti Allah ve
Rasulü’nün rızasını kazanmak olanlara kıyamet gününde şefaat edeceğini haber
veriyor peygamber efendimiz.
Yine hadis-i şerifte;
“kim sevap umarak Medine-i Münevvere’de beni ziyarete
gelirse, o kıyamet gününde benim komşum olur ve yine ben onun şefaatcisi
olurum.” (abdullatif 177) Buyurduğu gibi Cenab-ı Hakk cümlemize ziyarete layık
olan üç mescidin üçünü de ziyaret edebilmeyi ve peygamber efendimizin şefaatine
nail olup, komşusu olabilmeyi nasip etsin.
2 yorum:
Rabbim razı olsun
istifade ettik...teşekkürler
Yorum Gönder