23:59 -
ahirete,dünyayı,etmek,Gündelik Hayat,Heva-ü,Heves,Hükmi,imanın,kutlamak,Küfrü,tercih,yılbası,zevali
1 comment
Küfrü Hükmi - Heva-ü Heves
ثُمَّ
جَعَلْنَاكَ عَلٰى شَر۪يعَةٍ مِنَ الْاَمْرِ فَاتَّبِعْهَا وَلَا تَتَّبِـعْ
اَهْوَٓاءَ الَّذ۪ينَ لَا يَعْلَمُونَ
Sonra emirden bir şerîat
üzere seni memur kıldık, onun için sen o şerîate ittiba eyle de ilmi olmayanların
hevalarına uyma. (casiye 18)
Cenab-ı Hak kullarına şeriatına ittiba ederek hevadan uzak
durmalarını emretmektedir. Yani Müslüman olan İslam şerefi ile müşerref olan
kullarının artık cahil olup da İslam’dan haberi olmayan kimselerin hevalarına
dünyalık arzu ve isteklerine meyletmemelerini emrediyor.
Çünki Cenab-ı Hakk’ın kullarına bahşetmiş olduğu İman ve İslam
nimeti o kadar mukaddes bir nimettir ki, bir kısım kullarına Cenab-ı Hakk lütfen
bahşetmiş olsa dahi kaybetmesi çok kolay
muhafazası hususiyet ile emek isteyen ve kişinin hem dünyasını hem de
ahiretini bahtiyar etmek için koruması gereken yegane mücevheridir.
Cenab-ı Hakk insanları dört kısım olarak yaratmıştır;
1-
Şehadet getirip amel eden
ve sağlam bir itikad sahibi olan kişi. Bu kimse ‘Muhlis’dir.
2-
Şehadet getirip amel ettiği
halde itikadı olmayan kimsedir. Bu kimse ‘münafık’dır.
3-
Şehadet getirip iman ettiği
halde amel etmeyen kimsedir. Bu kimse ‘fasık’dır.
4-
Şehadet getirmeyen
kimsedir. Bu kimse ‘kafir’dir. (mev’ıze-i hasene 128)
Demek ki kişinin tam iman sahibi olabilmesi için evvela
şehadet getirmeye, itikadının yani inancının sağlam olmasına ve dinin icapları
ile amel etmesine ihtiyacı vardır. Yoksa sahip olduğu iman tam kamil bir iman
değildir. Bu nedenle Cenab-ı Hak
قَالَتِ الْاَعْرَابُ اٰمَنَّاۜ قُلْ لَمْ
تُؤْمِنُوا وَلٰكِنْ قُولُٓوا اَسْلَمْنَا وَلَمَّا يَدْخُلِ الْا۪يمَانُ ف۪ي قُلُوبِكُمْۜ
“Bedevîler "inandık" dediler. De ki:
Siz iman etmediniz ama "Teslim olduk." deyin. Henüz iman kalplerinize
yerleşmedi.” ( hucurat 14) buyurmaktadır. Yani imanı kalbine yerleşmemiş
olan kimseleri lisanen mü’min sayıp henüz tam iman etmediniz buyurmaktadır.
İşte kulun kurtuluşa
erebilmesi için evvela tam bir imana sahip olması, bu imanı da son nefes dahil
muhafaza etmesi gerekmektedir. Çünkü nasıl sadece iman ettim demek sadece dil
ile söylemek imanı kamil kılmıyorsa, kaybetmek içinde illaki dil ile küfür
kelimelerini söylemeye lüzum yoktur.
Küfür dört çeşittir:
1. Küfrü Cehli,
2. Küfrü İnâdi,
3. Küfrü Nifâki,
4. Küfrü Hükmi.
1. Küfrü Cehli : Sebebi cehalettir. Bu da,
Semâvât, Arz, Güneş, Ay ve diğer varlıklar gibi Allâh’ü Teâlâ’nın kudretine
delalet eden akli deliller hususunda düşünmemek, iltifat etmemek, kulak
vermemektir.
Avam insanların küfrü böyle
(cehli) dir.
2. Küfrü İnâdi : İnkar yolu ile küfürdür. Musa
Aleyhisselâm’ın bir çok mucizelerini görmelerine rağmen Firavn’ın küfrü gibi.
Küfrü İnadinin sebebi: Kibirlenmek, riyaset
sevgisi ve insanların kötülemesinden korkmaktır.
3. Küfrü Hükmi: Şeriat
hükmünce küfür sayılan her şeydir. Yani; kalben tasdik bulunmasına rağmen Allâh’ü
Teâlâ’nın yalanlama emaresi saydığı söz ve işleri işlemektir.
Şer’an tazim edilmesi gereken hususları
(mukaddesatı) hafife almak gibi...
Dini (hususlara) ehemmiyet
vermemek gibi… (tefciruttesnim fi kalbin selim 1/229-234)
Mü’min’in en çok dikkat
etmesi gereken küfrü hükmidir. Çünkü küfrü hükmi kişinin çoğu zaman farkına
varmadan söylediği bir tek cümle ile husule gelip imana zarar veren bir
küfürdür ki, bu cümlelerin çoğu da kulaktan dolma, manası düşünülmeden
alışkanlıklar nisbetinde söylenen sözcüklerdedir. (yukarda Allah var demek
gibi, halbuki Allah’a mekan izafe edilmez.)
Bu sebeple kulun zahiran
küfür sayılan şeyleden uzak durmaya gayret gösterdiği gibi hükmen küfür sayılan
şeylerden de uzak durması lazımdır.
İşte Cenab-ı Hakk’ın başta
zikredilen ayeti kerime de “ilmi olmayanların hevalarına uyma. (casiye 18)” buyurmasının sebebi de budur. Zira
dikkatsizce edilen cahilce bir söz imanımıza zarar vermekte dünya ve
ahiretimizi ziyan etmektedir. Öyle ise geçici olan dünya hayatında kısa süreli
zevkler, arzu ve istekler için, heva-ü nefs için ahiretimizi ziyan etmemek için
ince eleyip sık dokumak ve imanımızı muhafaza etmek mecburiyetindeyiz. Ancak bunu
yapmaya çalışırken dahi elbette imana düşman olan nefis ve şeytan boş
durmayacak insanların alışkanlıkları zamanın getirileri üzerinden bizleri
yolumuzdan saptırmaya imanımızdan koparmaya çalışacaklardır.
Oysaki iman etmeyen kafir
dendiği, iman etmiş gibi görünen imansızlara münafık denildiği gibi;
Kişi zamanı ön plana çıkarır hadiseleri zamana isnad ederse o dehri’dir (tefciruttesnim fi kalbin selim 1/241) yani karanlığa düşmüştür. Aydınlık olan imanı bulmuş ancak itikadı karanlığa saptığı için kendisine dehri denilmiştir.
Kişi zamanı ön plana çıkarır hadiseleri zamana isnad ederse o dehri’dir (tefciruttesnim fi kalbin selim 1/241) yani karanlığa düşmüştür. Aydınlık olan imanı bulmuş ancak itikadı karanlığa saptığı için kendisine dehri denilmiştir.
Demek ki iman adetler değil,
ayetler nisbeti ile korunur. İmanı muhafaza edebilmek için değil fiili işlemek
benzemekten dahi sakınmak icap eder.
Şeytan bir gün haz İsa'ya
gelerek ona; ‘La ilahe ilallah’ de! Diye teklif eder. Hz İsa; “doğru sözdür,
fakat onu senin demenle söylemem.” Diye karşılık verir.
Çünkü onun kötülük yolundaki
hesapsız tuzakları gibi iyilik yolunda görünen tuzakları da vardır. Birçok
abidi, zahidi, zengini ve çeşitli zümreye mensup kimseleri bu yoldan helake
sürüklemiştir. (kalplerin keşfi 588)
İşte zamanımızın en büyük
hastalıklarından biride neticesi düşünülmeden kötülüğün, küfrün içinde olduğu
halde hayır ve doğru olduğuna, zararsız olduğuna iman ve islamımıza zarar
vermeyeceği iddiası ile işlenen fiiller ve söylenen sözlerdir.
Halbuki peygamber efendimiz
giyim kuşamından tırnak kesmesine kadar ehemniyyet göstermiş hatta Abdullah bin
Amr bin el As’ın üzerinde usfur denilen ot ile boyanmış iki elbise görünce “hakikat
bu, kafirlerin elbiselerindendir. Bunu giyme!” buyurdular. (müslim 6/144 – kırk
mevzuda kırk hadis 408)
Yine başka bir hadisi
şeriflerinde;
“kişi dostunun dini ve ahlakı
üzerinedir. Öyle ise herhangi biriniz dostluk edeceği kimseye baksın.” Buyurarak,
dostluk ettiğimiz, kendisi ile hemhal olduğumuz, yememiz içmemiz ve hatta giyinmemiz
ile kendisine benzediğimiz kimseler ile dinimizin yani imanımızın bir olduğunu
haber vermiştir.
İşte ahir zaman diye
isimlendirilen ve bütün peygamberlerin dahi şerrinden hz Allah’a sığındıkları
bu devirde imanımızı muhafaza edebilmek ve elbette zahiri küfürden kaçındığımız
gibi hükmen dahi kafir olamamak için azami dikkat göstermek bu hususta gayret
sarfetmek lazımdır. Dünyevi heva ve heves uğrunu uhrevi hayatı mahvetmemek
lazımdır. Peygamber efendimiz hevaü heves hakkında;
“yeryüzünde tapılan
tanrılardan, Allah Teâlâ’nın en çok buğzettiği; heva-i nefsdir.” Buyurmuşlardır.
(ihya-u ulumiddin 1/88)
Çünkü nefsin arzu ve
isteklerinin kırılması çok zordur. Sırf bunun uğruna pek çok kimse dininden
vazgeçmekte, geçici zevkler uğruna ahiretini feda etmektedir.
Halbuki hevesleri uğruna
ahiret feda edilen dünya hayatı geçicidir. İnsanlar tarafından bu kadar kıymet
verildiği halde Cenab-ı hakkın nazarında hiçbir değeri yoktur.
Peygamber efendimiz ashabı
ile beraber ölü bir koyunun yanından geçerken;
-
Gördüğünüz şu koyun ölüsünün sahibi nezdinde bir kıymeti var mı? Diye
sorunca, oradakiler;
-
Kıymeti olmadığı için onu buraya attı, dediler. Bunun üzerine rasul-i
ekrem;
-
Nefsim yed-i kudretinde olan Allah’a yemin ederim ki; bu dünya bu
koyunun sahibi yanında olan kıymetinden ziyade Allah katında değerli değildir. Eğer
dünyanın Allah katında sivri sinek kanadı kadar bir kıymeti olsaydı, Allah Teâlâ
ondan kafire bir yudum su içirmezdi. Buyurdular. (ihya-u ulumiddin 3/453)
İşte bizlerin uğruna
ahiretimizi feda ettiğimiz dünyanın hz Allah katında hiçbir kıymeti yoktur.
Necran’dan ikiyüz yaşında bir
zat valiliği sırasında hz Muaviye’yi ziyarete gelir. Hz Muaviye bu uzun ömürlü
adama;
-
Dünyayı nasıl buldun? Diye sordu. Adam;
-
Bazı yıllar darlık ve bazıları da bolluk yılları. Geçen her gün ve gece
de doğan oluyor, ölen oluyor. Doğanlar olmasa nesil tükenir, ölenler olmasa
dünya dar gelirdi, dedi. Hz Muaviye;
-
Benden ne istersen iste, deyince, adam;
-
Geçen ömrümü geri çevirir veya gelen ecelimi durdurabilir misin? Dedi. Hz
Muaviye;
-
Bunlara gücüm yetmez, deyince, adam;
-
O halde ben daha ne isterim… demiştir.
Davud-u Tai hz;
“Ademoğlu, ne kadar gafilsin.
Emelime ulaştım diye sevinirsin halbuki ömür sermayen gitmiş, ondan haberin
yok. Bu arada amelini de ihmal edersin. Sanki amelin başkası içinmiş gibi buna
aldırış etmezsin.” Buyuruyor (ihyau ulumiddin 3/472)
Hal böyle olunca kul için
geçen yıllara yahud gelecek senelere bel bağlayıp sevinmek yahut zamanını
nefsinin arzusuna uyarak ziyan etmek yerine Rabbinin rızasının peşinde koşması
lazım gelir.
Özellikle Cenab-ı hakkın
gadabını çekecek hal ve davranışlardan ve hatta böyle meclislerden uzak durması
lazım gelir.
İbn-i Ömer (r.a.) teşebbüh
(benzemek) hakkında şöyle buyururlar: “Bir kimse müşriklerin arzına ev bina
edip, onların bayramlarına katılmak suretiyle onlara benzerse, o kimse kıyamet
günü onlarla beraber haşrolunur.” (Feyzü’l-Kadir, 104)
İmam-ı Rabbani Müceddid-i
Elf-i Sani Hazretleri de: “İki dini tasdik eden dahi, şirk ehlinden sayılır.
İslam hükümleri ile küfrü bir araya getirmeye teşebbüs eden dahi müşriktir.
Hâlbuki küfürden teberri etmek (uzaklaşmak) şirk şaibelerinden sakınmak
tevhiddir.” buyurarak, şöyle devam eder:
Hinduların büyük bildikleri
günlere tazim, Yahudilerce bilinen adetlere uymak, küfrü icap ettirir. Nitekim
ehl-i İslam’ın cahilleri, bilhassa kadınlar, küffarın belli günlerindeki küfür
merasimini icra etmektedirler. Bunları, kendileri için de bayram kabul edip,
kızlarının ve kardeşlerinin evlerine onlar gibi hediyeler yollarlar… Böylelikle
o merasime tam manası ile itina ederler.” (Mektubat-ı imam-ı Rabbani, 3/41)
Yine Mektubat-ı Şerife’nin 1.
cildinin 266. mektubunda buyuruyorlar ki:
“Bir defasında, bir hastanın
ziyaretine gittim. Ölümü yaklaşmıştı. Haline teveccüh ettiğim zaman gördüm ki
kalbi şiddetli zulmet içinde. Her ne kadar bu zulmetin kalkması için teveccüh
ettiysem de kalkmadı. Çokça teveccühten sonra bilindi ki, bu zulmetler,
kendisinde saklı duran küfür sıfatındandır. Bu sıkıntıların menşei dahi küfür
ehli ile dost geçinip durmasıdır. Bundan sonra belli oldu ki bu zulmetlerin
def’ii için teveccüh yerinde bir iş değildir. Zira onun bu zulmetlerden
temizlenmesi cehennem azabına kalmıştır. -Ki küfrün cezası da odur.- Ve bana
malum oldu ki, onda imandan bir zerre miktarı mevcuttur ve bunun bereketiyle
cehennemde ebedi kalmaktan kurtulacaktır.”
Demek ki, bu hal ve
davranışları işlemek şöyle dursun işleyenlere benzemek dahi imanımızın zevaline
sebebiyet vermektedir. Her ne kadar biz niyetimiz küfür değildir desek dahi hz Allah
ayeti kerimesinde;
وَلَئِنْ سَاَلْتَهُمْ
لَيَقُولُنَّ اِنَّمَا كُنَّا نَخُوضُ وَنَلْعَبُۜ قُلْ اَبِاللّٰهِ وَاٰيَاتِه۪ وَرَسُولِه۪
كُنْتُمْ تَسْتَهْزِؤُ۫نَ
Eğer kendilerine sorarsan,
"Biz sırf lafa dalmış, şakalaşıyorduk." derler. De ki: "Allah
ile, âyetleri ile ve peygamberi ile mi alay ediyorsunuz?" (tevbe
65)
اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ
اشْتَرَوُا الْحَيٰوةَ الدُّنْيَا بِالْاٰخِرَةِۘ فَلَا يُخَفَّفُ عَنْهُمُ الْعَذَابُ
وَلَا هُمْ يُنْصَرُونَ۟
Bunlar ahireti, dünya
hayatına satmış kimselerdir. Onun için bunlardan azap hafifletilmez ve
kendilerine bir yerden yardım da gelmez. (bakara 86)
Cenab-ı Hakk cümlemizi
dünyalık bir günlük, bir gecelik, bir anlık hevesler uğruna ahiretini feda
etmekten, ahireti dünya hayatına satmaktan muhafaza buyursun.
1 yorum:
bu sohbeti yılbaşı kasdı ile, ancak sair zamanlarda da istifade edilebilmesi amacı ile hazırladım. ümid ediyorum faydalı olabilmişimdir.
Yorum Gönder