21:16 -
Allah,Allahtan korkmak,ayeti,ayeti kerime,efendimiz,fazileti,faziletleri,peygamber,peygamber efendimiz,peygamber efendimizin
4 comments
Ayet-el Kürsi
اللَّهُ لَا إِلَٰهَ إِلَّا هُوَ الْحَيُّ الْقَيُّومُ ۚ
لَا تَأْخُذُهُ سِنَةٌ وَلَا نَوْمٌ ۚ
لَهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ
مَنْ ذَا الَّذِي يَشْفَعُ عِنْدَهُ إِلَّا بِإِذْنِهِ ۚ
يَعْلَمُ مَا بَيْنَ أَيْدِيهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ
وَلَا يُحِيطُونَ بِشَيْءٍ مِنْ عِلْمِهِ إِلَّا بِمَا شَاءَ ۚ
وَسِعَ كُرْسِيُّهُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ
وَلَا يَئُودُهُ حِفْظُهُمَا
وَهُوَ الْعَلِيُّ الْعَظِيمُ
Allah, başka ilah yok ancak o, daima yaşayan, daima duran tutan hayy-ü kayyum o, ne gaflet basar onu ne uyku, Göklerdeki ve Yerdeki hep onun, kimin haddine ki onun izni olmaksızın huzurunda şefaat edecek? Onların önlerinde ne var arkalarında ne var hepsini bilir, onlar ise onun dilediği kadarından başka ilmi ilahîsinden hiç bir şey kavrayamazlar,
onun kürsîsi bütün Gökleri ve Yeri kucaklamıştır her ikisini görüp gözetmek ona bir ağırlık da vermez o öyle ulu, öyle büyük azametlidir (Elmalılı Meali) bakara 255
onun kürsîsi bütün Gökleri ve Yeri kucaklamıştır her ikisini görüp gözetmek ona bir ağırlık da vermez o öyle ulu, öyle büyük azametlidir (Elmalılı Meali) bakara 255
§ Evvela sohbetimize başlarken zikretmek lazımdır ki, isminden de anlaşılacağı üzere ayet-el kürsi sure değildir. Zira okumuş olduğumuz tüm sureler Fatiha-i Şerif suresi, ihlas suresi gibi son ayet ile tamamlandığı evvelinde ve devamında başka ayetler olmadığı halde ayet-el kürsi son cümlesi ile ancak ayet olarak nihayete erer ve evveli olduğu gibi –ki bakara suresinin başı Kur’an-ı Kerimin ikinci sayfasında başlayan –elif lam mim- ayetidir. Ve yine devamı da olup üçüncü cüzün orta sahifelerine kadar bakara suresi devam etmektedir. O nedenle bahsederken ayet-el kürsi suresi denilmez. İsmi ile müsemma olarak
Ayet denilir.
Ayet denilir.
· اللَّهُ لَا إِلَٰهَ إِلَّا هُوَ Allah, ondan başka ilah yok.
Cenab-ı Hakk ilk ayette kelime-i tevhidi söylüyor. Ne idi kelime-i tevhid –la ilahe illallah- Allah’tan başka ilah yoktur. Ancak Cenab-ı Hakk bizim zikrettiğimiz şekilde değilde, lafza-i celali evvela zikrederek اللَّهُ لَا إِلَٰهَ إِلَّا هُوَ şelinde yani Allah, ondan başka ilah yok diye zikrediyor. Fakat elbette Hz. Allah’ın bu zikri bizim gafil akıllarımızla anladığımız gibi her ne kadar aynı gibi de dursa kelime-i tevhid ile birebir aynı manada değildir. Zira Cenab-ı Hakk teala ve tekaddes Hz. Lafza-i celali evvel zikretmekle bizlerin dikkatini çekmek istiyor. Alemleri yaratanın ancak Hz. Allah olduğuna ve ondan başka ilah olmadığına dikkatimizi verelim ve yine Cenab-ı Hakk’ın isimleri içince en kıymetli ve hatta bazı rivayetlerde ismi azam olduğu haber verilen ismine dikkat edelim diye lafza-i celal’i evvela zikrederek اللَّهُ لَا إِلَٰهَ إِلَّا هُوَ buyuruyor.
Cenab-ı Hakk ilk ayette kelime-i tevhidi söylüyor. Ne idi kelime-i tevhid –la ilahe illallah- Allah’tan başka ilah yoktur. Ancak Cenab-ı Hakk bizim zikrettiğimiz şekilde değilde, lafza-i celali evvela zikrederek اللَّهُ لَا إِلَٰهَ إِلَّا هُوَ şelinde yani Allah, ondan başka ilah yok diye zikrediyor. Fakat elbette Hz. Allah’ın bu zikri bizim gafil akıllarımızla anladığımız gibi her ne kadar aynı gibi de dursa kelime-i tevhid ile birebir aynı manada değildir. Zira Cenab-ı Hakk teala ve tekaddes Hz. Lafza-i celali evvel zikretmekle bizlerin dikkatini çekmek istiyor. Alemleri yaratanın ancak Hz. Allah olduğuna ve ondan başka ilah olmadığına dikkatimizi verelim ve yine Cenab-ı Hakk’ın isimleri içince en kıymetli ve hatta bazı rivayetlerde ismi azam olduğu haber verilen ismine dikkat edelim diye lafza-i celal’i evvela zikrederek اللَّهُ لَا إِلَٰهَ إِلَّا هُوَ buyuruyor.
· اللَّهُ Bu mübarek isim Allah Teala Hz.’nin doksan dokuz isminin içinde en büyüğüdür yani ism-i azamdır. Çünkü bu tüm ilahi sıfatları kendisinden toplayan zata delalet eder. Hatta bundan hiçbir sıfat şaz kalmaz yani Allah teala Hz.’nin zatıyla ilgili hiçbir sıfat bu ismin dışında kalmaz. Diğer isimlerden her biri ise tüm sıfatlara delalet etmeyip sadece manalardan ilim, kudret, fiil ve başka şeylerden birine delalet etmektedirler.
· Allah isminde bazı hususiyetler vardır ki diğerlerinde yoktur. Zira her kelimeden bir harf alınır, düşürülürse o kelimenin manası bozulur. Hatta harf almak şöyle dursun yanlızca bir harf benzeri ile değişmiş bile olsa mana tamamen değişir. Bakın, halaga خلق kelimesi خ hı harfi ile yazılırsa halk etmek yaratmak manasınadır. Ancak hı harfinin noktası silinir ve benzeri olan ح ha harfi ile yazılacak olursa manası traş etmek olur. Bakınız sadece bir noktanın silinmesi ile benzer dahi olsa mana bu kadar değişiyorsa, hatta aralarında hiçbir alaka ve benzerlik olmayacak şekilde tegayyür ediyorsa bir harf eksiltildiğinde mana ne kadar çok değişir. Böyle olmakla farkında olmadan muhafazan Allah imanımıza zarar vermiş oluruz. Ancak Allah lafzı böyle değildir. Allah lafzının manası harf alınsa da bozulmaz.
Eğer اللَّهُ isminin başındaki elif alınır, silinirse o zaman للَّه kalır. Hz. Allah ayeti kerimesinde şöyle buyuruyor
لِلَّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ
Allah’ındır hep Göklerdeki ve Yerdeki… (bakara 284)
Eğer eliften sonra birinci lam hazfedilirse, alınırsa لَهُ lehü kalır. Yine Hz. Allah ayeti kerimesinde buyurdu ki;
لَهُ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ ۖ يُحْيِي وَيُمِيتُ ۖ وَهُوَ عَلَىٰ كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ
Göklerin ve yerin mülkü onun, hem diriltir hem öldürür, hem o her şey'e kadirdir (hadid 2)
Yine ikinci lam hazfedilir, silinirse ها he tek başına kalır ki o da zamir olup Allah teala Hz.’ne racidir.
هُوَ اللَّهُ الَّذِي لَا إِلَٰهَ إِلَّا هُوَ
O öyle Allah ki ondan başka İlah yok (haşr 22)
§ Ancak ayet-el kürsi okumaya başlayınca çok dikkat etmek lazımdır. Zira pek çoğumuz farkına varmadan belki de küçük yaşlarda ağızdan ezberlemenin vermiş olduğu bir gaflet ile ilk lafızları okurken elim bir hataya düşüyoruz. Ve okurken –Allahü la ilahe illa hüv- demek yerine –alla hüla yada allahüla- şeklinde okuyoruz. Şöyle bir kendimize dikkat ettiğimiz zaman pek çoğumuz bu hataya düşüyoruz. Halbuki az öncede ifade etmiş olduğumuz gibi bir nokta dahi değişse mana farklılaştığı gibi bir hecenin yeri değişmekle mananın değişmemesi elbette mümkün olamaz. Zira la nefi edatıdır, yani Türkçemizde bulunan olumsuzluk eki gibidir. Türkçede olumlu olan bir kelimeyi mesela “olmak” kelimesini “ma” eki ile “olmamak” şeklinde olumsuzluk manasına getirdiğimiz gibi Arapçada da bu la hecesi ile yapılmaktadır. Zira manayı biraz daha parçaladığımız zaman
اللهAllah لا اله cinsi ilah yoktur, bakın mana tamamen olumsuz oldu ama devam edince الاالله ancak Hz. Allah vardır. Şeklinde mana tamamen isbat edilmiş oldu. İşte الااللهgelmeden önce mana tamamen olumsuz olduğu için eğer ki olumsuzluk eki olan la kelimesinin yeri değiştirilir ve birde Allah lafzına bitiştirilirse mana ne kadar çok değişecektir. Onun için okurken de manasını tam olarak anlaymasak dahi kelime ve hecelerin yerlerini değiştirmemeye gayret göstermek lazımdır.
§ Burada zikredilecek bir diğer kısım da Cenab-ı Hakk ayetin evvelince kelime-i tevhidi zikretmiştir. Elbette kelime-i tevhid hakkında anlatılacak pek çok mevzu vardır. Fakat burada bir hadis ile ifade etmek istiyorum.
Peygamber efendimiz ihya-u ulumid din degeçen bir hadisi şerifinde buyuruyor ki;
لا اله الا الله خِصْنِي فَمَنْ دَخَلَ خِصْنِي اَمِنَ مِنْ عَذَابِي
“la ilahe illallah benim kal’amdır.kal’ama giren kimse azaptan emin olur.”
Rasulullah efendimiz kelime-i tevhid benim kalemdir buyruluyor. Eski zamanlarda insanlar savaş olduğu zaman korunmak için düşmandan kendilerini muhafaza etmek için kalelere sığınır, saklanırlarmış. Kale ayakta durduğu yıkılmadığı müddetçe düşmandan kendilerini korumuş olurlarmış. İşte bir mü’minin bir Müslümanın en büyük düşmanı en büyük korkusu küfür ve imansızlıktır. Ve Rasulullah efendimiz de buyuruyor ki kelime-i tevhid benim kalemdir. Yani ben o kalede kendimi koruyorum. Kim kendini korumaz ister bu kaleye dahil olur, kelime-i tevhidi dilinden düşürmez onun yolundan ayrılmazsa elbette kendisini cehennem ateşinden azaptan yani küfrün neticesinden korumuş muhafaza etmiş olur.
· الْحَيُّ الْقَيُّومُ o hayy ve kayyümdür.
Hayy diri olan hayat sahibi manasınadır. Kayyum ise mübalağa ile ayakta tutan kaim olan manasınadır.
§ Bazı rivayetlerde الْحَيُّ الْقَيُّومُ el hayyül kayyum ism-i azamdır denilmiştir. Zira İsa as, ölüleri diriltmek istediği zaman bu isimler ile dua ederdi.
§ Yine deniz ehli yani deniz yolculuğu yapan kimseler boğulmaktan korktukları zaman الْحَيُّ الْقَيُّومُ yani ey hayy ve kayyüm olan Allah’ım diye dua ederler.
§ Hz. Ali efendimiz buyuruyor ki; “bedir günü olduğu zaman efendimizin ne yaptğına bakmak için gittim. Peygamber efendimiz secde halinde olup şöyle dua ediyordu “الْحَيُّ الْقَيُّومُ ey hayy ve kayyüm olan Allah’ım” defalarca gidip geldim. Hep peygamber efendimizi bu halde buldum. Bu kelimelere başka bir şeyi eklemiyordu. Allah teala Hz. Fethi müyesser kılasıya kadar hep bu hal üzere dua ettiler.”
§ Çünkü Hayy ismi şerifi bütün isim ve sıfatlarının manaları üzerine şamildir, işaret eder. Kadir; kudret, Alim; ilim, Semii; işitmek, Basir; görmek, Mütekellim; kelam, konuşmak, Murid; irade, dilemek, Baki; ebedi ve ezeli olmak. İşte bütün bu sıfatların hepsi Hayy isminin ayrılmaz lazımlarıdır. Hayy diri dendiği zaman bu sıfatlarında bulunması lazımdır.
§ Yine Kayyum isminin tecellisi ile kul, bütün mahlûkatın fani olduğunu müşahade eder, görür. Zira mahlûkat kendi kendine var olamayacağına göre elbette mahlukatın var olması kıyamı, Hz. Allah’ın kayyum olmasına bağlıdır.
İşte böyle olmakla الْحَيُّ الْقَيُّومُ el Hayyül Kayyum tek bir isim gibi bütün sıfatlara şamil olur ve ismi azam mesabesine yükselmiş olurlar. Ancak kul Allah teala Hz.’nin azametini düşünerek dua ettiği zaman bütün isimler, bütün dualar ismi azam olur. Cenab-ı Hakk idrak edebilmeyi nasip etsin.
· لَا تَأْخُذُهُ سِنَةٌ وَلَا نَوْمٌ ۚ Onu ne gaflet basar ne uyku.
سِنَةٌ uyuklama ağırlık ve gevşekliktir. Uykudan önce insanın mizacına arız olan uyuklamadır. Uyuklama uykunun başlangıcıdır.
نَوْمٌ uykudur. Uyku, hayat sahiplerine arız olan bir haldir.
Bundan murat bu ikisinin (uyuklama ve uykudan) herhangi bir şeyin noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah teala Hz.’den meydana gelmeyi nefyetmesidir.
Bu cümle teşbihi nefyetmek Allah teala Hz.’nin الْحَيُّ الْقَيُّومُ hayy ve kayyum olduğunu te’kid etmek içindir.
Çünkü uyku ölümün kardeşidir. Ölüm ise hayatın zıddıdır. Allah teala Hz. Hayy ve hakikidir. O noksanlık ifade eden bütün sıfatlardan münezzehtir.
· Musa as Allah teala Hz.’nin uyuyup uyumadığı hakkında meleklere
- Rabbimiz uyur mu? Diye sordu.
Allah teala Hz. Meleklere musa as’ı üç gün uykusuz bırakmalarını uyumasına izin vermemelerini emretti. Sonra Musa as’a
- Eline su dolu iki cam bardak al! Dedi.
Musa as içi su dolu iki bardak aldı. Onu uyku tuttu. Musa as uyudu. Bardaklar elinden düşüp kırıldılar. Sonra Allah teala Hz. Musa as’a şöyle vahyetti;
-“ben kudretimle gökleri ve yeri tutmaktayım. Eğer beni uyku ve uyuklama tutacak olursa, o zaman yer ve gök senin elindeki bardaklar gibi düşüp zail olurlar.” Buyuruyor Cenab-ı Hakk.
Bu cümle hem Hz. Allah’ın uyku gibi noksan sıfatların hepsinden münezzeh olduğunu ifade ediyor hem de yukarıda zikretmiş olduğumuz Kayyum ismi şerifinin manasını daha iyi anlamamızı sağlamış oluyor.
· İbn-i Melek buyurdu ki; bu uykunun Allah teala Hz. İçin muhal (imkânsız) olduğu konusunda bir beyandır. Çünkü uyumak bir acizlik alametidir. Oysa Allah teala Hz. Acizlikten münezzehtir ve yücedir.
İşte ayet-i kerimede bahsedilen bu vasıftan kulun alacağı ders uykuyu terk etmesidir. Muhakkak ki Hz. Allah’ın kullarına uymaları için vermiş olduğu ruhsat o yüce Allah’ın fazlü keremidir. Lakin çok uyumak tembelliktir. Allah teala Hz. İse tembelleri sevmez.
· Ebu Yezid-i bestami Hz. Buyuruyorlar ki;
- Bana, ancak gecelerimi gündüz yaptıktan sonra (uykuyu terk ettikten sonra) manevi kapılar açıldı.
Öyle ise evliyaullahın yapmış olduğu üzere ve tavsiyeleri ile ancak uyku çok bastırdığı zaman uyumak kalan zamanı ibadet ile geçirmek lazımdır.
· Sa’di (ks) buyuruyor ki; “akıllı olan kimse, ancak uyku kendisini kahrettiği ve kendisine galebe çaldığı zaman başını yastığa koyup uyur… Akıllı kişi, uykunun tam bastırmasıyla farkına varmadan uyuyan kimsedir.”
İşte bizlerinde uykumuzun bu şekilde olması lazımdır. Yoksa yatağa girip uykuyu beklemek ve sağa sola kıvranmaktansa çalışıp, ibadet edip, uyku galebe çalınca, galip gelince ağırlaşınca uyumak lazımdır.
· Bir adam bir cariye satın alıyor. Akşam olunca cariyesine yatağını sermesini söylüyor. Cariye de ona;
- Efendim, senin de bir efendin var mı? Diye soruyor. Adam “evet” diyor. Cariye tekrar soruyor,
- Peki, uyur mu? Adam
- Hayır! Efendim uyumaz! Diyor. Cariye
- O halde, senin efendin uyumazken sen uyumaktan haya duymaz mısın? Diyor.
İşte hepimizin efendisi Mevlası olan Hz. Allah uyumaktan münezzehtir. Hal böyleyken kulun vaktinin çoğunu uyku ile geçirmesi değil rabbini memnun etmek için çalışması lazımdır.
Peygamber efendimiz dürretül vaizin kitabında geçen bir hadisi şerifinde (1/571) buyuruyor ki;
“sizden biriniz uyuduğu zaman şeytan onun alnına 3 düğüm atar. O kimse uyanıpta Allah’ın adını anar ise düğümün biri çözülür. Abdest aldığı zaman ikinci düğümde çözülür. Kalkıp namaz kılarsa üçüncü düğümde çözülür. Ve sabaha da pek neşeli bir şekilde çıkar. Şayet o kimse anlatılanları yapmazsa şeytan o düğümleri atmakla kalmaz; o kimsenin kulağına ayrıca bevleder.” Buyuruyor.
Yani gerek sabah namazı ve gerek teheccüd namazı gibi nafile namazlar dahi olsa kişinin ibadet için uykusunu bölmesi hem maddi hemde manevi açıdan faidelidir.
· Bilal-i Habeşi Hz. Bir şiirinde şöyle söylüyor;
يَا ذَا الذِّي اسْتَغْرَقَ فِي نَوْمِهِ
مَا نَوْمُ عَبْدٍ رَبُّهُ لاَ يَنَامُ
اَهَلْ تَقُولُ اِنَّنِي مُذْنِبٌ
مُسْتَغِلُ اَّليْلَ بِطِبْنِ اْلمَناَمِ
“ey derin uykuların sahipleri! Rabbi uyumayan bir kulun uykusu bu değildir. Sen bütün geceyi tatlı ve güzel uykuyla geçirdikten sonra mı “hiç şüphesiz ben günahkârım” diyorsun”
Bilal-i habeşi Hz. Bu beyitleri seher vaktinde zikrederlerdi. Yani bir kişi en kıymetli vakitlerin tamamını uykuda geçirdikten sonra gündüz uyanınca ben günahkârım diyerek eyvah etmemeli, bu kıymetli vakitlerde uyanarak o günahlara tevbe ve istiğfar etmelidir. Aksi takdirdi gayret ve çaba sarf etmeden sadece söz ile ben günahkârım demenin eyvah etmenin hiçbir faidesi yoktur.
· لَهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ Göklerdeki ve Yerdeki hep onun
Bu cümle Allah teala Hz.’nin kayyumluğunu ikrar etmek ve Allah teala Hz.’nin gerçek manada kayyum olduğuna kesin delildir.
Zira her şey Hz. Allah’ın mülküdür. Mülkünde dilediği gibi tasarruf eder, yaratır-yok eder, diriltir- öldürür, azap eder – sevap verir. Mülk ve tasarrufunda şeriki ortağı da yoktur, ona mani olabilecek kimsede yoktur.
Devamlı surette okuduğumuz mülk suresinde dahi bu gerçeği ikrar ediyoruz
تَبَارَكَ الَّذِي بِيَدِهِ الْمُلْكُ وَهُوَ عَلَىٰ كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ
Ne yücedir o ki mülk onun elinde ve o her şey'e kadîrdir
Evet, her şey Hz. Allah’ın elinde, onun kudretindedir. Cenab-ı Hakk müsaade etmeden yaprak kımıldamayacağı gibi istediği anda herşey yok olmaya mahkûmdur. Zira fatiha suresini okurken ifade ettiğimiz;
مَالِكِ يَوْمِ الدِّينِ
Hz. Allah din gününün sahibidir, malikidir.
Derken kasdedilen din günü kıyamet günüdür. Ve işte o günde Cenab-ı Hakk kıyamet ile her şeyi yok edecek ve hesap için tekrar diriltecektir.
· مَنْ ذَا الَّذِي يَشْفَعُ عِنْدَهُ إِلَّا بِإِذْنِهِ ۚ kimin haddine ki onun izni olmaksızın huzurunda şefaat edecek
Ruhul beyan tefsirinde bu lafzın manası; Allah’ın izni olmadıkça onun katında istikrar etmiş bir halde olan hiç kimse şefaat edemez.
Bu vecih ile bu surette, Allah katında olanlar ve mertebe bakımından ona yakın olanlar onun yanında şefaat edemediklerine göre Allah’tan uzak olanların şefaatinin akıldan uzak olduğu ve asla düşünülemeyeceğini kuvvetlendirmektedir.
Yine ayeti kerimede بِإِذْنِهِ kavli ile Cenab-ı Hakk buyuruyor ki; Allah teala katında hiçbir kimse hiçbir halde şefaat edemez, ancak kendisine şefaat izninin verildiği hal hariç.
Cenabı Hakk bu kavli şerif ile müşriklere cevap veriyor. Zira müşrikler “bizim putlarımız (haşa) Allah’ın ortaklarıdır, onlar Allah’ın katında bize şefaat edeceklerdir.” Diyorlardı. İşte cenabı Hakk bu ayeti kerimeyle Allah’ın izni olmadan, Allah katında hiçbir kimsenin hiçbir kimseye şefaat etmeye yetkisi olmadığını ispat etmiş oluyor.
Yine cenabı Hakk bu kavli şerifi ile şefaatin asla meydana gelmeyeceğine inanan mutezileye yani bozuk düşünceli insanların bozuk düşüncelerini reddediyor. Zira Hz. Allah ayeti kerimede إِلَّا بِإِذْنِهِ kavli ile bazı kullarının şefaat edeceklerini bildiriyor.
Te’vilat-ı necmiye’de buyruluyor ki bu istisna yani şefaat etme izni peygamber efendimize racidir. Çünkü Cenabı Hakk peygamber efendimize makam-ı Mahmut'u vadetti.
Bu şefaat makamıdır, şefaat-ı uzma yani büyük şefaat makamıdır.
Peygamber efendimiz buyuruyorlar ki;
اَتَانِي آتٍ مِنْ عِنْدِ رِبِّي فَخَيَّرَنِي بَيْنَ اَنْ يُدْخِلَ نِصْفَ اُمَّتِي الْجَنَّة وَ بَيْنَ الَّشفَاعَةِ فَاخْتَرْتُ الَّشفَاعَةَ وَهِيَ لِمَنْ مَاتَ لَا يُشْرِكُ بِاللهِ شَيْأً
“bana rabbimin katında gelen bir melek, ümmetimin yarısının cennete girmesiyle şefaatin arasında beni muhayyer bıraktı. Ben şefaat etmeyi seçtim. Şefaat Allah’a şirk koşmadan ölenler için olacaktır.”
Envarul aşıkin isimli kitapta (491) buyrulyor ki;
“Allah teala, adem oğullarını aç, susuz ve çıplak olarak bir yere topladığı vakit kafirleri:
- Ey kafir, ey gâdir, ey facir ve ey hain, diye dört isimle, mü’minleri de:
- Ey arif, ey sadık,ey gazi,ve ey mü’min, diye dört isimle çağıracaktır. Sonra hüküm ve kaza için Allah teala’nın emri üzere arş ve kürsi hazırlanır. O günün dehşetinden insanlar çil yavrusu gibi öteye beriye dağılacak, fakat etraf meleklerle kuşatılacak, ehli ve vahşi tüm hayvanlarla insanlar bir arada bulunacaklar ve büyük korkular içinde kalacaklardır. Cehennemin heybeti, Malik’in hışmı (cehennem bekçisi melek) ve Allah korkusu insanları tamamen şaşırtacak, hiç kimse yanındakinin erkek veya kadın olduğunun farkına varamayacak, herkes kendi başının derdine düşecek ve söylendiği gibi gerçek mahşer manzarası ortaya çıkacaktır. Halk böyle bir süre bekledikten sonra usanacak ve bir an önce bu dehşetten kurtulmak için şefaatçi arayacak ve mahşer halkı insanların ilk babası Adem (as)’a başvuracaktır:
- Ey atamız, sen bizim atamız olduğun gibi, aynı zamanda ilk peygambersin. Allah teala seni kudret eli ile yarattı. Kendinde malum olan ruhtan sana üfledi. Melekleri sana secde ettirdi. Allah katında senin sözün geçerlidir. Bizim perişan halimizi görüyorsun. Bize şefaat ette bu dehşetten kurtulalım. Derler. Adem as ağlayarak;
- Bildiğiniz gibi ben cennette yasak olan şeyden yedim ve cennetten çıkarıldım. Bu hatam karşısında bu günün dehşetinden size şefaat edebilecek durumum yoktur. Siz Nuh(as)’a gidin, zira o ilk rasuldür.” Der.
Mahşer halkı nuh(as)’a gider. Ağlayarak şefaat etmesini dilerler. Nuh as
- Ben, “ya rab, bu kafirlerden yeryüzünde bir tane bile bırakma.” Diye dua ettim ve Allah onları tufana garketti. Bu benim için bir eksikliktir. Bu gün bende ancak nefsim ile meşgulüm. Siz İbrahim as’a gidin. Der
Mahşer halkı İbrahim as’a gider ağlayarak:
- Şu perişan halimizi görüyorsun sen Allah’ın dostusun, Allah teala seni reddetmez. Sen bize şefaat et, derler. İbrahim as
- Bende bu gün ancak nefsimle meşgulüm. Zira üç yerde yalan şekilde beyanatım olmuştur. Bunlardan birisi o zamanın teamülüne uyarak güya yıldızlara bakmışçasına, “ben hastayım” dediğimdir. Diğeri putları kırıp baltayı en büyüklerinin boynuna astığım vakit, “bunlara sorun, eğer konuşursalar onları işte bu en büyük kırdı” dediğimdir. Üçüncüsü de eşim sare’yi elimden almak istedikleri vakit “o benim kız kardeşimdir.” Şeklinde konuşmamdır. Görünüşte bunlar yalan iseler de gerçekte değillerdi. Çünkü hastalığım cismi bakımdan değil, putlara ve yıldızlara tapmalarından üzüldüğüm için ruhi bakımdandı. “putları belki büyükleri kırdı” sözü de, “eğer konuşursalar” kaydı ile mukayyettir ki, konuşmazlarsa ben kırdım demektir. Zaten konuşamazlardı.
Sare için hemşirem demem de, Adem as’ın evlatları ve din kardeşi olmam bakımındandır. İşte bu sebeplerden ancak nefsimle meşgulüm, fakat siz musa as’a gidin. Der.
Mahşer halkı musa as’a gider ve:
-ey musa sen Allah’ın kelimisin, sana tevrat’ı indirmiş bir peygambersin. Gel bize şefaat et, diye müracaat ederler. Musa as
- ben Kıptilerden birisini öldürdüm, ölümüne sebep oldum. Bunun için bu gün nefsimle meşgulüm ve bu şefaate muktedir değilim, siz İsa as’a gidin. Der. İsa as
- benim kavmim benden sonra bana ilahlık isnad etti ve “Allah’ın oğlu” dediler. Bu benim için bir kusurdur. Bu bakımdan ben size şefaate muktedir değilim, belki nefsimle meşgulüm. Siz Muhammed as’a gidin. Eğer şefaat mümkünse bunu ondan başkası yapamaz. Der
mahşer halkı son ve en büyük ümid olarak, âlemlere rahmet olarak gönderilen iki cihan güneşi Muhammed sav’e gelerek:
mahşer halkı son ve en büyük ümid olarak, âlemlere rahmet olarak gönderilen iki cihan güneşi Muhammed sav’e gelerek:
- ya Rasulallah, senin geçmiş ve gelecek günahların bağışlanmıştır nitekim Kur’an-ı Kerimde
* إِنَّا فَتَحْنَا لَكَ فَتْحًا مُبِينًا
وَمَا تَأَخَّرَ وَيُتِمَّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكَ وَيَهْدِيَكَ صِرَاطًا مُسْتَقِيمًا لِيَغْفِرَ لَكَ اللَّهُ مَا تَقَدَّمَ مِنْ ذَنْبِكَ
“ey Muhammed, doğrusu biz sana apaçık bir zafer verdik. Allah böylece, senin geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlar..” (fetih 1-2) buyrulmuştur. Der ve ağlayarak kendilerine şefaat etmelerini isterler.
Rasulü ekrem hemen secdeye kapanarak:
- Allah’ım, senden nefsimi ve aile efradımı istemiyorum, şu kullarının içinde bulundukları sıkıntıdan kurtulmalarını diliyorum. Der.
Allah teala
Allah teala
- Habibim başını kaldır, bu gün secde günü değil. Sana va’d ettim. Sen razı oluncaya kadar sana vereceğim. İlk ve umumi şefaat senindir.
عَسَىٰ أَنْ يَبْعَثَكَ رَبُّكَ مَقَامًا مَحْمُودًا
“belki rabbin seni övülecek bir makama (ahiretteki şefaat makamına) yükseltir. (isra 79) buyrulduğu gibi bu büyük şefaat ve övülecek makam senindir. İstediğin kadar sana vereceğim. Buyururur.
Aslında bu büyük şefaat ve övülecek makam, peygamberimize mahsustur. Çünkü, peygamberimiz bütün mahlukatın efendisidir. Fakat dünyada bunu herkes bilip kabul etmemiştir. Zaten mahşer halkının diğer peygamberlere müracatının sırrı da budur. Orada bu durumu gördükten sonra herkes, “hakikaten mahşer halkının efendisi bu zattır.” Diyecekler ama o zaman da iş işten geçmiş olacaktır.
· يَعْلَمُ مَا بَيْنَ أَيْدِيهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ Onların önlerinde ne var arkalarında ne var hepsini bilir.
Bu cümlenin manası yanlızca anladığımız gibi olmayıp çok derin manalar ihtiva etmektedir. Zira bu cümlede Cenab-ı Hakk
يَعْلَمُ مَا بَيْنَ أَيْدِيهِمْ “önlerinde var olanı” yani ahireti demektir. Zira onlar gideceklerdir önlerinde ahiret var.
وَمَا خَلْفَهُمْ “ve arkalarında var olan” ise dünyadır. Çünkü insanlar dünyayı arkalarına atmaktadırlar.
يَعْلَمُ مَا بَيْنَ أَيْدِيهِمْ “önlerinde var olanı” gökten yere kadar var olan demektir.
وَمَا خَلْفَهُمْ “ve arkalarında var olan” cümlesiyle de göklerde var olanlar murat edilmektedir.
يَعْلَمُ مَا بَيْنَ أَيْدِيهِمْ “önlerinde var olanı” ecellerinin sona ermesinden sonra demektir.
وَمَا خَلْفَهُمْ “ve arkalarında var olan” yani yaratılmadan önce olanlar demektir.
Yine; hayır ve şer olarak yaptıkları şeylerdir. Onu takdim ettiler ve bundan sonra yaptıklarıdır. Yani işledikleri ve işleyecekleri şeylerdir.
Bu kelam ile bu cümle ile maksat, Allah teala Hz.’nin şefaat eden ile şefaate nail olanların hallerini, azap ve sevaba müstehak olanların taalluk
Eden durumlarını bildiğini beyan etmesidir.
· وَلَا يُحِيطُونَ بِشَيْءٍ مِنْ عِلْمِهِ إِلَّا بِمَا شَاءَ ۚ onlar ise onun dilediği kadarından başka ilmi ilahîsinden hiç bir şey kavrayamazlar.
· وَسِعَ كُرْسِيُّهُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ onun kürsîsi bütün Gökleri ve Yeri kucaklamıştır.
Kürsi; üzerinde oturulan ahşaptan bazılarının üzerine konularak yapılan ve oturmaya yarayan şey demektir. Burada kürsi denilince sanki bir yere konulan, oturmak ve ikamet etmek akla gelmemelidir.
Yani, Allah’ın kürsisi gökleri ve yeri daraltmadı. Elbette geniştir, onları gökleri ve yeri içine aldı. Demektir. Kürsî kelimesi daha Türkçeleşmiş bir tabir ile kürsüdür. Burada geçen Kürsî (kürsü) kelimesi sadece Allah teala Hz.’nin büyüklüğünü tasvir etmek ve mücerret temsil içindir. Yoksa hakikatte ne kürsi vardır ne de üzerinde oturan…
Çünkü Allah teala Hz. Mekândan münezzehtir. Öyleyse burada kürsi’den bahsetmesinin sebep ve hikmeti nedir? Burada geçen Kürsi kelimesi, sadece Allah teala Hz.nin varlığını ve birliğini pekiştirmek içindir.
Allah teala Hz. Halka (insanlara) zatını ve sıfatlarını anlatırken, meliklerini (hükümdarlarını) ve büyüklerini görmeye alışık oldukları bir şekilde, kendi zat ve sıfatlarını tarif etti. Yani bizler daha kolay anlayalım diye bildiğimiz şekiller ile izah etti.
Aynen Hz. Allah mekândan münezzeh olduğu halde kabe’yi kendisine ev edindiği gibi. Böylece elbette manevi anlamda insanlar meliklerinin (hükümdar ve büyüklerinin) evlerini ziyaret ettikleri gibi Allah teala Hz.nin de evlerini ziyaret etmektedirler.
İşte Cenab-ı Hakk bizler anlayalım diye ayette anlayacağımız lafızlara teşbih ederek “onun kürsîsi bütün Gökleri ve Yeri kucaklamıştır.” Buyurarak kürsisi bu kadar büyük olan Hz. Allah’ın zatı şerifi ne kadar büyük olduğunu bizlere izah etmiştir.
· وَلَا يَئُودُهُ حِفْظُهُمَا her ikisini görüp gözetmek ona bir ağırlık da vermez.
حِفْظُهُمَا gökleri ve yeri muhafaza etmek demektir. Yani gökleri ve yeri muhafaza etmek Hz. Allah’a ağırlık vermez. Ona meşakkat getirmez.
Çünkü yakın ve uzak Allah teala Hz.’nin katında müsavidir.
Az ve çokluk Allah teala Hz.’nin yanında müsavidir.
Nasıl yorulsun ki?
Bir zerreyi yaratmakla bütün kainatı yaratmak onun yanında birdir.
Az bir şey yaratmak ona kolaylık demek olmadığı gibi çok şey yaratmakta ona zorluk vermez.
Zira yasin-i şerifin son ayetlerinde (82. Ayet)
إِنَّمَا أَمْرُهُ إِذَا أَرَادَ شَيْئًا أَنْ يَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ
O'nun emri, bir şeyi dileyince ona sadece "Ol!" demektir. O da hemen oluverir (Elmalılı meali)
حِفْظُهُمَا gökleri ve yeri muhafaza etmek manasına demiştik. Cenab-ı Hakk yanlızca gökleri ve yeri zikretti içindekiler demedi. Zira gökleri ve yerin muhafazası onların içinde olanlarında gözetip korunması demektir.
· وَهُوَ الْعَلِيُّ الْعَظِيمُ o öyle ulu, öyle büyük azametlidir.
Evet, buraya kadar ancak ayeti kerimenin manasını ifade ve izah etmeye çalıştık. Elbette lisanımızın döndüğü bu derin manaların haricinde bizim ifade edemediğimiz, muktedir olamadığımız, anlayamadığımız ve hatta haberdar bile olamadığımız nice manalar vardır. Cenab-ı Hakk anlayıp amel edebilmeyi cümlemize nasip eylesin.
Ayetül kürsi’nin ifade ettiği manaları sıralayacak olursak;
1- Allah teala Hz. Vardır ve birdir.
2- Uluhiyyetinde (ilahlıkta) münferittir yani tektir.
3- Allah teala Hz. Hayat ile muttasıftır, diridir.
4- Vacibü’l-vücuttur. Zatının varlığı vaciptir.
5- Başkalarını (bütün mahlukatın tamamını, zatından başka herşeyi) o yarattı.
6- Allah kayyumdur. Zatıyla kaim olup başkalarını da ayakta tutmaktadır.
7- Allah teala Hz. Mekandan münezzehtir.
8- Herhangi bir şeye hulül etmekten de münezzehtir. (başka bir şeyin içine dahil olmaz)
9- Kendisine fütur (gevşeklik zayıflık) gelmez
10- O’nun katında kendisinin izni olmaksızın kimse kimseye şefaat edemez.
11- O çok yücedir.
12- Azametlidir…
Ve daha nice manalar ayeti kerime ile ifade ve izah edilmiştir.
Ayet-ül Kürsî hususunda İmam Suyûti Hz. “el-itkan” isimli kitabında buyuruyor ki;
Ayet-ül Kürsî, hiçbir ayetin şamil olmadığı kadar Allah teala Hz.’nin isimlerine şamildir. Ayet-ül Kürsî de tam 17 yerde Allah teala Hz.’nin isimleri zikredilmektedir. Bazı yerlerde Allah teala Hz.’nin isimleri zahir yani açıkça yazılmış, bazı yerlerde ise gizli yani zamir olarak zikredilmiştir.
Peygamber efendimiz bazı hadis-i şerifleri ile Ayet-ül Kürsî’nin faziletini haber vermişlerdir.
…..
“muhakkak ki Kur’an-ı Kerim’in ayetlerinin en büyüğü, ayet-ül Kürsî’dir. Kim ayet-ül Kürsîyi okursa Allah teala Hz. Bir melek gönderir; ertesi günün o saatine kadar onun sevaplarını yazar ve kötülüklerini (günahlarını) siler.” (tirmizi 2803)
Sahabe-i kiram kendi aralarında, Kur’an-ı Kerimin hangi ayetinin daha faziletli olduğu hakkında müzakere ediyorlardı. Hz. Ali efendimiz onlara
- Ayet-ül Kürsi’den uzaklaşıp nereye gidiyorsunuz? (neden üstünlüğü başka ayetlerde arıyorsunuz. Buyuruyor.
Zira Ayet-ül Kürsî Rasulüllah efendimizin ifadesi ileKur’an-ı Kerim’in efendisidir. Zira Rasulullah efendimiz byuruyorlar ki;
سَيِّدُ النَّاسِ آدَمُ، وَسَيِّدُ اْلعَرَبِ مُحَمَّدٌ وَلَا فَخْرَ،وَسَيِّدُالرُّومِ صُهَيْبُ،وَسَيِّدُاْلفُرْسِ سَلْمَانُ، وَسَيِّدُاْلحَبَشَةِ بِلَالٌ، وَسَيِّدُاْلجِبَالِ طُورِ سِينَاءَ، وَسَيِّدُاْلاَيَّامِ اْلجُمْعَةُ، وَسَيِّدُاْلكَلَامِ اْلقُرْآنُ، وَسَيِّدُاْلقُرْآنِ اْلبَقَرَةُ، وَسَيِّدُاْلبَقَرَةِ آيَةُ اْلكُرسِيِّ
“Âdem as insanların efendisidir. Muhammed Mustafa (s.a.v.) Arapların efendisidir. Övünmüyorum. Rumların efendisi Suhayb’tır. Farsın efendisi Selman’dır. Habeş’in efendisi Bilal’dir. Dağların efendisi Tur-i Sina’dır. Günlerin efendisi Cuma günüdür. Kelamın efendisi Kur’an-ı Kerim’dir. Kur’an-ı Kerim’in efendisi Bakara suresidir. Bakara suresinin efendisi de Ayet-ül Kürsî’dir.” (bu hadis-i şerifte peygamber efendimiz alemlerin efendisi olduğu halde “Muhammed Mustafa (s.a.v.) Arapların efendisidir” buyurarak tevazu göstermişler ve devamında buna işareten “övünmüyorum” buyurmuşlardır.)
Yine diğer bir hadis-i şerifte;
مَا قَرَءَتْ هَذِهِ اْلاَيَةُ فيِ دَارِ اِلاَّ اهْتَجَرَتْهَا الشَّيَاطِينُ ثَلَاثِينَ يَوْمًا وَلَايَدْخُلُهَا سَاحِرٌ وَلَا سَاحِرَةٌ اَرْبَعِينَ لَيْلَةً يَا عَلِيُّ عَلِّمْهَا وَلَدَكَ وَاَهْلَكَ وَجِيرَنَكَ فَمَا اُنزِلَتْ آيَةٌ اَعْظَمُ مِنْهَا
“bu ayet-i Kerime ( Ayet-ül Kürsî) bir evde okunduğu zaman , şeytanlar oradan kaçarlar. Otuz gün oraya yaklaşamazlar. Erkek ve kadın sihirbazlar ve onların sihir ve büyüleri kırk gece o eve giremez. Ey Ali! Onu, (Ayet-ül Kürsî’yi) çocuklarına, ehline ve komşularına öğret. Bundan daha büyük bir ayet inmedi.” Tefsüru ebu suud c:1 sf 249
Yine Hz. Ali efendimiz şöyle rivayet ediyor:
سَمِعْتُ نَبِيَّكُمْ عَلَي اَعْوَادِ اْلمِنْبَرِ وَهُوَ يَقُولُ؛
مَنْ قَرَاَ آيَةَ اْلكُرْسِيِّ فِي دُبُرِ كُلِّ صَلَاةٍ مَكتُوبَةٍ لَمْ يَمْنَعْهُ مِنْ دُخُولِ اْلجَنَّةِ اِلَّا اْلمَوْتُ وَلَا يُوَاظِبُ عَلَيْهَا اِلَّا صِدِّيقٌ اَوْ عَابِدٌ وَمَنْ قَرَاَهَا اِذَا اَخَذَ مَضْجَعَهُ آمَنَهُ اللهُ عَلَي نَفْسِهِ وَجَارِهِ وَجَارِ جَارِهِ وَاْلاَبِيَاتَ حَوْلَهُ “ben sizin peygamberinizden minberin üzerinde şöyle dediğini işittim.
- Kim, Ayet-ül Kürsî’yi her farz namazın arkasından (hemen) okursa, cennete girmekten onu ancak ölüm men eder. Buna ancak Sıddıklar, abid olan kişiler devam edebilirler. Kim yatağına gireceği zaman Ayet-ül Kürsî’yi okursa, Allah teala Hz., onun kendisini, komşularını, komşularının komşularını ve çevresinde bulunan evlere emniyet verir.”
İşte manasını bilmeden farkına varmadan okuduğumuz Ayet-ül Kürsî’yi Cenab-ı Hakk bu kadar muazzam ve esrarlı olarak inzal etmiş. Elbette ne anlatılacaklar biter nede anlatmaya biz acizlerin lisanı yeter, takat getirir.
Cenab-ı Hakk cümlemize anlayabilmeyi, hakkıyla okuyup amel edebilmeyi nasip eylesin.
4 yorum:
ELİNİZE SAĞLIK ALLAH MUVAFFAK ETSİN ÇALIŞMALARINIZ DA AMİN
Allah razı olsun teşekkürler
ELİNİZE SAĞLIK ALLAH MUVAFFAK ETSİN ÇALIŞMALARINIZ DA AMİN
MAŞALLAH ÇOK GÜZEL BİR SOHBET VE ÇALIŞMA . EMEĞİ GEÇENLERDEN ALLAH RAZI OLSUN
Yorum Gönder