09:06 -
bakara,bakara suresi,cemal-i ilahi,cennet,cömertlik,elif lam mim,iman,infak,sadaka,Surelerin Faziletleri,takva,zekat
15 comments
Bakara suresinin ilk 5 ayeti
Bakara suresinin ilk
5 ayeti
الم ﴿1﴾ ذَٰلِكَ
الْكِتَابُ لَا رَيْبَ فِيهِ هُدًى لِلْمُتَّقِينَ ﴿2﴾ الَّذِينَ
يُؤْمِنُونَ بِالْغَيْبِ وَيُقِيمُونَ الصَّلَاةَ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ
يُنْفِقُونَ ﴿3﴾ وَالَّذِينَ
يُؤْمِنُونَ بِمَا أُنْزِلَ إِلَيْكَ وَمَا أُنْزِلَ مِنْ قَبْلِكَ وَبِالْآخِرَةِ
هُمْ يُوقِنُونَ ﴿4﴾ أُولَٰئِكَ
عَلَىٰ هُدًى مِنْ رَبِّهِمْ وَأُولَٰئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ﴿5﴾
Meali:
1. (Elif, Lâm, Mîm.)
2. İşte o kitap, bunda
şüphe yok, müttakiler (kötülükten korunacaklar) için hidayettir.
3. Onlar ki gaybe iman
edip namazı dürüst kılarlar ve kendilerine verdiğimiz rızıktan (Allah yolunda)
harcarlar.
4. Ve onlar ki hem sana
indirilene iman ederler, hem senden önce indirilene. Ahirete de bunlar
kesinlikle iman ederler.
5. Bunlar, işte
Rabblerinden bir hidayet üzerindedirler ve bunlar işte felaha erenlerdir. (Bakara 1-5)
Bakara suresi Medine’de nazil olmuştur. 287 ayet, 6120
kelime, 25500 harften müteşekkildir. Böyle olmakla Kur'an-ı Kerimde bulunan en
uzun suredir. En kısa sure ise Kevser
suresidir. En uzun ayet yine bakara suresi
içerisinde bulunan 282. Ayet, deyn yani borç ayetidir. En kısa ayeti ise “وَالْفَجْرِ”
ve “وَالضُّحَىٰ” ayetleridir.
Bakara suresinin surelerin en büyüğü olmasındaki hikmet,
Bakara suresinin surelerin en büyüğü olmasındaki hikmet,
bakara suresinde, hükümler tafsilatı ile açıklanıp, darbı meseller verilip, hüccet ve deliller getirildiği içindir. Hiçbir sure bakara suresinin şamil olduklarına şamil değildir. Bu nedenle usulü tefsir alimleri tarafından bakara suresine “…………………………..……” “Kur'an'ı kerimin çadırı” denilmiştir.
İbn-i arabi hazretleri “ahkamül Kur'an” isimli kitabında şöyle
demiştir; “bazı şeyhlerimden, hocalarımdan işittim, üstadım şöyle diyordu; bakara suresinde bin emir, bin nehiy
(haram-yasak), bin hüküm (hikmet) ve bin haber vardır. Bakara suresi çok ve
büyük fıkhi mevzuları içerdiği için, Abdullah ibn-i Ömer hazretleri tam sekiz yılını
bu surenin tefsirini tahsil ve talimiyle geçirdi.”
İmam Fahreddin razi hazretleri tefsiri kebirinde şöyle
buyurmaktadır: “bil ki, bazı vakitler, dilimin üzerinde şöyle bir kelime geçti;
“muhakkak bu kerim surenin faidelerinden ve inceliklerinden onbin mesele
istinbat etmek (inceleyip çıkarmak) mümkündür.” (ruhul beyan tefsiri 1/118)
İşte böylesine muazzam bir sure olan bakara suresinin ilk beş
ayetinden bahs etmeye çalışacağız, Cenab-ı Hakk aklen ve ruhen anlamaı ve
mucibi ile amel edebilmeyi nasip eylesin.
الم bakara suresini ilk ayeti hurufu mukatta diye isimlendirilen الم harfleridir. Bu harflerin bi zatihi kendisinde ve bu harfler
ile başlanmasında pek çok esrarı ilahi mevcuttur.
Ebu Bekr-i Sıddik buyuruyor ki; “her kitabın bir sırrı vardır.
Allah’ın kur’an’da ki sırrı da bu, surelerin başında bulunan harflerdir.”
(mevızei hasene 544)
Bu harfler ile yani Kur’an-ı Kerimin müteşabih harfleri ile
başlamasının sebeplerinden biri ukala (akıl sahiplerinin) ve hikmet
sahiplerinin mertebelerinin bilinmesi içindir. Akıl ve hikmet sahibi kimseler
bununla acziyetlerini itiraf etsinler, bundan ibret alsınlar ve Kur'an-ı
Kerimin ayetlerinin üzerinde düşünsünler diyedir.
İlim sahipleri, surelerin başındaki sure açan bu değerli harflerle
ilgili murat-ı ilahinin ne olduğu hakkında çok konuşmuşlardır.
1-
Denildi ki; müteşabih harfler gizli
ilimlerden ve kapalı sırlardandır. Yani Cenab-ı Allah’ın ilmini ve manasını
kendisine ayırdığı müteşabihlerdir. O Kur’an-ı Kerimin sırrıdır. Biz bunların
zahirine iman eder ve onları bilmeyi Allah’a havale ederiz. Bunların kur ’anı
kerimde zikredilmesinin faydası onlara iman edilmeyi istemektir.
الم derken ا (elif) ……. (Allah), ل (lam) …….. (latif
–kullarına lütfeden), م (mim) ……. (mecid) demektir. O zaman kelimeler ……. (enallahül
latifül mecid) diye “ben Allah azimüşşanım, latif ve mecidim” diye te’vil
edilir.
Kur’an-ı Kerimde geçen pek çok surenin
başında hurufu mukatta vardır. –elif lam ra- kef ha ya ayn sad- kaf- gibi pek
çok yerde Cenab-ı Hakk hurufu mukatta ile hitap etmiştir.
..… elif lam ra kavli şerifi ………………………...
Ben azimüşşan Allah’ım ve görüyorum demektir.
….. kef ha ya ayn sad …. Ben azimüşşan,
kerim (çok ikram eden), hâdi (hidayet veren) , alim (her şeyi hakkıyla bilen),
sadık (vadinde doğru olanım) demektir.
İne Cenab-ı hakkın kavli şerifi olan ….…
kaf Allah’ın …… kadir (gücü yeten, takdir eden) ve ….. kahir (kahreden)
olduğuna işarettir.
….… nun Cenab-ı Allah’ın ….. nur
(aydınlatıcı, nurlandıran) ve …… nasır (yardım edici) olduğuna işarettir.
Bunların her biri Cenab-ı Hakkın bir ismi
şerifinden alınmadır. Araplarda, bazı harfler ile iktifa etmek (yetinmek) bir
alışkanlıktır.
Cenab-ı Hakk’ta buna uygun bir dille
kur’an-ı Kerimi inzal etmiştir.
2-
Yine denildi ki; kur’an-ı
Kerimde pekçok surenin başında zikredilen bu harfler, kur’an-ı Kerimin normal
harflerden telif edildiğine delalet etmesi içindir. O harflerde …. Elif ba
harfleridir.
Elif lam mim, ve diğer mukatta
harfler, iki sevgilinin arasında, harfler ile konulmuş ve ikisinden başkasının
muttali olup anlayamayacağı muamma birer şifre kabilindendir. Gerçekten bu
şifreyi Cenab-ı Allah, hiçbir nebiyyi
mürselin ve mukarreb yani Allah’a yakın olan meleğin güç yetiremeyeceği vakitte
peygamber efendimiz ile beraber olduğu zaman koymuştur. Cebrail as ve
başkasının esrar ve hakiatine ulaşamayacağı şifrelerle, Cebrail as’ın lisanı
ile konuşmak için bu harfleri vazettmiş, koymuştur. Nitekim;
Cebail as …… kef ha ya ayn sad ayeti
kerimesini getirip ….kef dediğinde efendimiz Hz. …… bildim
dedi. …. Ha dediği zaman, efendimiz
hazretleri ………….. Bildim dedi. Cebrail as … ya dediği zaman efendimiz Hz. …..
bildim dedi. Cebrail ….. ayn dediği zaman efendimiz haz ………… bildim dedi.
Cebrail as … sad dediği zaman, efendimiz Hz. ……………. Bildim dedi. Cebrail as
efendimiz hazretlerine;
……………………….….. benim bilmediklerimi sen
nasıl bildin diye sordu. (ruhul beyan
tefsiri 1/121)
İbn-i abbas
ra buyuruyor ki; “elif Allah, lam Cebrail as, mim de Muhammed demektir.” Yani
Allah, Cebrail as vasıtası ile kitabı Kur’an-ı Kerimi Muhammed as’a indirdi.
Demektir.
Yine bazı
alimler; “bu harfler kula; namazda elif gibi dikilmesini, lam gibi eğilip rukü
yapmasını ve mim gibi secdede toplanmasını tembih ediyor” buyurmuşlardır.
(mevızei hasene 544)
Bazı arifler
demişlerdir ki; mukatta harfleri hakkında söylenilen bütün sözler, nazari ve
itibaridir. Nazari sözler, söyleyenin tahminidir, gerçek değildir ancak,
Cenab-ı Allah’ın bu ayetlerde ki maksadını kendisine keşifle bildirdiği kişiler
hariç.” (ruhul beyan tefsiri1/123)
Cenab-ı Hakk
Musa as’a tevratı indirdiğinde, Tevrat bin sure, her surede bin ayet idi. Musa
as şöyle niyaz etti: “ya rabbi! Bu kitabı okumaya ve ezberlemeye kim güç
getirebilir.” Cenab-ı Allah:
-
Ben bundan daha büyük bir kitap
indireceğim! Dedi. Musa as;
-
Ya rabbi kimin üzerine indireceksin?
Allah cc
-
Peygamberlerin sonuncusunun üzerine,
buyurdu. Musa as
-
Ya rabbi! Onun ümmeti nasıl
okuyacaklar? Ömürleri kısadır. Ded, Cenab-ı Hakk
-
Ben o kitabı onlara kolaylaştıracağım.
Hatta sabileri ( küçük çocukları) bile onu okuyacaklar. Buyurdu. Musa as
-
Ya rabbi bunu nasıl yapacaksın? Diye sordu.
Cenab-ı Hakk:
Ben gökten 103 kitap indirdim.
50’si Şit’e, 30’u İdris’e, 20’si ibrahim’e, Tavrat’ı sana, Zebur’u Davud’a, İncil’i İsa’ya, Kur’an-ı Kerim’i Muhammed mustafa’ya indireceğim. Kur’an-ı Kerim öyle bir kitaptır ki; bütün kainatı bu kitapta zikrettim. Bütün bu kitapların manalarını Muhammed’in kitabında zikredeceğim ve hepsini 114 yüzondört surede toplayacağım. Bu sureleri otuz cüz kılacağım. Cüzler yedinin yedisinde olacaktır. Yedinin manası fatihanın yedi ayetinde olacaktır. Sonra manaları yedi harfte olacaktır. O yedi harf ………..(bismillahi) Allah’ın adı iledir, harfleridir. sonra bütün bunların hepsi الم elif lam mim’in elifinde olacaktır. Sonra bakara suresini açar ve elif lam mim derim.”
50’si Şit’e, 30’u İdris’e, 20’si ibrahim’e, Tavrat’ı sana, Zebur’u Davud’a, İncil’i İsa’ya, Kur’an-ı Kerim’i Muhammed mustafa’ya indireceğim. Kur’an-ı Kerim öyle bir kitaptır ki; bütün kainatı bu kitapta zikrettim. Bütün bu kitapların manalarını Muhammed’in kitabında zikredeceğim ve hepsini 114 yüzondört surede toplayacağım. Bu sureleri otuz cüz kılacağım. Cüzler yedinin yedisinde olacaktır. Yedinin manası fatihanın yedi ayetinde olacaktır. Sonra manaları yedi harfte olacaktır. O yedi harf ………..(bismillahi) Allah’ın adı iledir, harfleridir. sonra bütün bunların hepsi الم elif lam mim’in elifinde olacaktır. Sonra bakara suresini açar ve elif lam mim derim.”
Cenab-ı Hakk tevratta böyle
zikredip vadetti. Sonra onu Muhammed mustafa hazretlerine indirdiğinde,
Yahudiler bunun o kitap olmasına karşı çıktılar. Onun için Cenab-ı Hakk ذَٰلِكَ
الْكِتَابُ işte o kitap buyurdu.
لَا رَيْبَ فِيهِ Kur’an-ı
Kerim’de şüphe yoktur. Muhakkak Kerim’in
kendisi tarafından indirildiğinden yani Hz. Allah tarafından indirildiğinden
şüpheye mahal yoktur. İnsanlar onun
hakkında şüpheye kapılsalar da kapılmasalar da Kur’an-ı Kerim hakkdır.
-----
هُدًى لِلْمُتَّقِينَ müttekıler için hidayettir. Müttekıler için yani
delalette iken takva ile müşerref olup, takva üzerinde daimi olan kişiler için
hidayettir yani irşad eden yol gösteren ve her şeyi açıklayan büyük bir
beyandır.
Bu Kur’an-ı Kerim’e bakan mü’min, kafir herkese şamildir. Bu
itibar ile Cenab-ı Hakk Kur’an-ı Kerim hakkında: هُدًى
لِلْمُتَّقِينَ Kur’an-ı Kerim insanlara
hidayettir, buyurdu. Yani bütün insanlara hidayet kaynağıdır. Yani Kur’an-ı
Kerim bütün insalığa geldi ama hususi olarak, takva ehline hidayet ve yol
göstericidir.
Birçok insanın hidayeti bulamaması onu, Kur’an-ı Kerim’i
hidayet kaynağı olmaktan çıkartmaz. Güneş güneştir, körler onu görmese
bile. Bal baldır, ağzının tadı
bozulanlar, balın tadını hissetmeseler bile. Misk misktir, her ne kadar koku
alma duygusu kaybolmuş kimseler, miskin kokusunu duymasalar bile.
Öyleyse Kur’an-ı Kerim hidayete ulaşmak isteyen kimseler
için hidayet vesilesidir. Hidayeti arzu edenler için Kur’an-ı Kerim lezzeti bol
olan bal, kokusu doyumsuz olan misk, sıcak ve aydınlığı çok olan güneş gibidir.
Hatta onlardan daha da çok üstündür.
لِلْمُتَّقِين müttekı kelimesinin
anlamı, koruyucudur. İttika kelimesinden alınmadır. İttika ise iki şey
arasındaki sur, duvar gibi engele denir. Yani mütteki insan, sanki Allah’ın
emirlerine sarılmayı ve yasaklarından kaçmayı, kendisiyle, cehennem azabı
arasında bir siper olarak koymaktadır. Yani takva sahibidir.
Takva; şer’i şerifin örfünde, kişinin ahirette kendisine
zarar verecek şeylerden tam, mükemmel bir şekilde korunmasından ibarettir.
Takvanın üç mertebesi vardır.
Birincisi; küfürden kaçarak; yani imana girmekle, insanın
ebedi azaptan korunmasıdır.
İkincisi; yani günah olan bütün fiilleri terk etmektir.
Hatta topluluğun yanında küçük günahları bile terk etmektir. İşte şer-i şerifte
takva olarak bilinen budur.
Üçüncüsü; sırrını,
içini, kendisini Cenab-ı Hakk ile olmaktan meşgul edecek şeylerden, uzaklaşarak
külliyen, tamamen Allah’a yönelmektir.
Herşeyi açıklayan Mübin olan kitabın, Ku’an-ı Kerimin
hidayeti bu mertebelerin hepsine şamildir.
Peki acaba biz ne derecedeyiz. Acaba takvanın hangi
mertebesine ulaştık.
Umumun yani sıradan insanların hidayeti islam iledir. Demek
ki biz takvanın birinci mertebesine Cenab-ı Hakk’a iman etmek sureti ile
ulaştık. Elhamdülillah. Umum sınıfından çıkıp havas sınıfına dahil olduk yani
hususi insanlardan olduk.
Havassın yani seçkinleri hidayeti, yakıniyyet tam bir iman
ve ihsan iledir. Acaba bu mertebeye ulaşabildik mi, imanımız kamil bir dereceye
ulaşabildi mi, günah olan bütün fiillerden kaçınıyor, hatta küçük günahları
bile terk etmeye çalışabiliyor muyuz? İşte bunun için nefsimizi muhasebeye
çekmemiz gerekir. Ve bu mertebeye ulaşınca da ehass olur ki;
Ehassın yani en seçkinlerin hidayeti, hicabın keşfi yani
gözlerinden perdelerin kalkması ve herşeyi olduğu gibi görmekledir. Bu takvanın
en üst mertebesidir. Evliyaullahın mertebesi budur.
İşte Müslümanın ulaşması gereken takva derecesi budur.
Beyazıt-ı Bestâmi hazretleri, Hemedân taraflarında, ustur
otunun tohumlarından satın almıştı. Bestâma vardığında tohumların içinde iki
karınca gördü. O tohumlar ile birlikte
yine Hemedân’a döndü. O iki karıncayı Hemedân’da bıraktı.
Yine imam-ı Azam Hz. Alacaklı olduğu kişinin ağaçlarının
gölgesinde oturmazdı. Çünkü haberde kendisinden faydalanılan her borç faizdir
denilmiştir. İmamı Azam Hz.’de bu hususa dikkat ederek, gölgeye bile dikkat
göstermiştir.
Eba yezid hazretleri, sahrada arkadaşıyla beraber
elbiselerini yıkadılar. Arkadaşı kendisine;
-
Üzüm bağı duvarına asalım
dedi. O:
-
Duvarlarına kazık çakamayız
dedi. Arkadaşı:
-
Şu ağaca asalım dedi. O:
-
Dalları kırabiliriz, olmaz
dedi. Arkadaşı:
-
Yere serelim dedi. O:
-
Yer davarların, hayvanların
otlağıdır. Hayvanların otlaklarını örtüp haklarına tecavüz edemeyiz. Dedi.
Arkadaşı: peki elbiselerimizi nasıl kurutacağız diye sordu. O:
-
Sırtımızda kurutacağız dedi
ve öyle etti. Elbiselerini kendi sırtına serdi. Rükûa varır gibi durdu.
Elbisenin bir tarafı kuruyunca diğer tarafını çevirdi. Diğer tarafı kuruyuncaya
kadar öylece kaldı.
Peki, bu mertebeye nasıl ulaşacağız? Ehli takva takva sahibi
nasıl bir kimse olmalıdır? Cenab-ı Hakk surenin devamında takva sahibi
kimseleri açıklıyor, buyuruyor ki;
الَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِالْغَيْبِ onlar yani takva sahipleri ki gayba inanırlar.
İman, kalp ile tasdik etmektir. Tasdik olunan Cenab-ı Allah,
tasdik eden kulunu güven ve emniyete kavuşturur. Yani onu yalandan emin kılar,
fiili olarak onun nefsini azaptan korur.
“el-kevâşi’de şöyle dedi: şeriat’ta iman, kalp ile itikad,
dil ile ikrar ve azalar ile amel etmektir. İslam, hudû yani boyun eğmek ve
teslim olmaktır. Her iman islamdır, ama her islam iman değildir. İslam ile
beraber kalben tasdik olmadığı zaman, adam zahiren yani görünüşte Müslüman
olur; içten tasdik etmemiş olur. Zahiri teslimiyyet olmadan da, içten tasdik
etmiş olmaz.
Mevlana Ebus-Suud hazretleri, tefsirinde şöyle dedi: şer-i
şerifte; peygamberimiz hazretlerinin dininden, tevhid, peygamberlik, ölümden
sonra dirilme, ahirette ceza ve benzerleri gibi; bilinmesi zaruri olan şeyleri
tasdik etmeden iman tahakkuk etmez, gerçekleşmez.
İmanın alametleri ise 3 şeydir;
(1)
Hakiki bir itikad, inanç,
(2) imanı dil ile ikrar etmek ve (3) icabıyla amel etmektir.
Ömer bin el Hattab hazretlerinin (Hz. Ömer efendimizin)
şöyle dediği rivayet edilmiştir;
“Biz bir ara Rasûlullah hazretlerinin yanında oturuyorduk.
Yanımıza elbisesi gayet beyaz, saçları simsiyah üzerinde yolculuk eseri
görünmeyen ve bizden kimsenin kendisini tanımadığı bir adam çıkageldi. Nihayet
efendimiz sav hazretlerinin önünde oturdu. İki dizini efendimiz hazretlerinin
dizlerine dayadı. Ellerini dizlerinin üzerine koyup oturdu. Ve:
-
Ya Muhammed! Bana İslam'dan
haber ver, İslam'ı anlat, dedi. Rasûlullah hazretleri:
-
İslam: senin Allah’tan
başka ilah olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın rasulu olduğuna şehadet etmen,
namazı dosdoğru kılman, zekatı vermen, ramazan orucunu tutman ve yoluna gücün
yeterse Beyti (Kabe’yi ziyaret ve) haccetmendir, buyurdu. O kişi
-
Doğru söyledin. Dedi. Haz
Ömer diyor ki;
-
Biz onun sualine ve
tasdikine hayret ettik. O kişi sonra:
-
İman nedir? Dedi.
Rasulullah sav
-
İman: senin, onu görür
gibi, Allah’a ibadet etmendir. Çünkü her ne kadar sen onu görmüyorsan da
muhakkak Allah seni görüyor, dedi. O;
-
Doğru söyledin, dedi. Sonra
-
Bana kıyametin saat ve
vaktinden haber ver, dedi, Rasulullah sav:
-
Bu hususta sorulan
(peygamber efendimiz), sorandan daha alim değildir, buyurdu. O:
-
Doğru söyledin, dedi.
Sonra:
-
Bana kıyametin
işaretlerinden haber ver? Dedi. Rasulullah sav Hz.
-
Cariyenin sahibesini
doğurması, yalın ayak, çıplak ve koyun çobanlarının yüksek binalar yapmakta
birbirleriyle yarıştıklarını görmekliğindir, dedi. O:
-
Doğru söyledin, dedi. Sonra
ayrıldı gitti. Bir zaman sonra rasulullah bana buyurdular ki;
-
Ya Ömer o adamın kim
olduğunu bildin mi? Ben:
-
Allah ve rasulu daha iyi
bilirler, dedim. Efendimiz hazretleri:
-
O Cebrail aleyhisselam idi.
Size dininizin emirlerini öğretmek için geldi. Cebrail, hep benim kendisini
tanıdığım surette gelirdi, ancak bu sureti hariç, buyurdular.
Demek ki iman, sadece Allah’ı ve peygamber efendimizi
inanarak tasdik etmekten ibaret değil, bu tasdik ile birlikte, aynen
görürmüşçesine, aşk ve şevkle, ihlas ile Cenab-ı hakka ibadet etmek, peygamber
efendimizin sünnetlerini işleyerek, yolundan ilerlemektir. Diğer bir tabir ile
sadece kâl ile yani söz ile iman ettim demek değil, hal ve harekâtına, ameline de inancını
yansıtmakla olur. Ancak böyle olduğu zaman kul tam manası ile iman etmiş, imanı
kamile ulaşmış olur.
وَيُقِيمُونَ الصَّلَاةَ o takva sahipleri namazı ikame ederler, namaz kılarlar.
الصَّلَاةَ kelimesinin
bir manası namaz olduğu gibi, başka manaları da vardır.
Dua manasına gelir.
Sena, övgü manasınadır.
Kıraat yani okuma manasına gelir.
Rahmet manasına gelir.
Bu kadar manayı ihtiva eden الصَّلَاةَ
kelimesi ile namazın isimlendirilmesinin sebebi ise;
Namazın kıyamında kıraat yani okuma, ka’delerinde yani
oturuşlarında sena ve dua olduğu ve namazı kılan kimseye rahmet olduğu içindir.
Bu ayette beş vakit namaz murat edilmektedir. Namazı ikamet etmek:
ona devam etmektir.
İşte içerisinde bu muazzam manaları saklayan namaza dikkat
etmek, devam etmek lazımdır. Ancak devam ederken tadili erkana riayet ederek,
en güzel surette kılmaya özen göstermelidir.
İbrahim en nehai hazretleri şöyle dedi: bir adamın rüku ve
secdelerini hafif tuttuğunu, yani tadili erkana riayet etmeden namaz kıldığını
görürsen onun ailesine acı. Yani o kimsenin geçim sıkıntısından dolayı ailesine
acıyın.
Demek ki namazda tadili erkana riayet etmemek geçim
sıkıntısına sebebiyet vermektedir. Öyle ise namazı nasıl kılmak lazım, bakınız;
Zahit Hatem bir gün, Ali Asım bin Yusuf’un huzuruna vardı.
Asım ona dedi ki;
-
Ey Hatem! Namazı güzel
kılıyor musun? Hatem:
-
Evet, dedi. Asım;
-
Nasıl kılıyorsun? Diye
sordu. Hatem:
-
Namaz vakti yaklaştığı zaman,
abdestimi güzelce alırım. Sonra namaz kılacağım yere yerleşirim. Hatta bütün
uzvum, bende karar bulur. İki kaşımın arasında Kâbe’yi görürüm. Makamım yani
kabrim önümde, Cenab-ı Allah üzerimde ve kabrimde olanları bilmektedir. Sanki
ayaklarım sırat köprüsünün üzerindedir. Cennet sağımda, cehennem solumdadır.
Ölüm meleği Azrail aleyhisselam arkamda durmaktadır.
Bu namazı son namazım olarak zann ve kabul
edip “Allahu Ekber” diyerek ihsan ile yani Cenab-ı Allah’ı görür gibi, tekbir
alırım. Kıraatı yani fatiha ve zammı sureleri tefekkür ile yani manalarını
düşünerek okurum. Tevazu ile rükûa eğilirim. Tazarru ile secde ederim. Sonra
namazı tamamladığımda otururum. Ümitle
teşehhüdü okurum. Dil üzerine selam veririm, sonra ihlas için selam veririm.
Böylece korku ve ümit arasında namazımı kılarım. Sonra sabra dayanırım.
Sonra Asım sordu:
-
Ey Hatem! Senin namazın hep
böyle mi? Hatem:
-
Ta otuz (30) yıldan beri
namazım bu şekildedir, dedi. Asım ağlamaya başladı. Ve:
-
Ben hayatımda asla böyle
bir namaz kılmadım, dedi.
Peki şimdi düşününce acaba bizler Hz. Hatem gibi bir rekat
namaz kılabildik mi? Kimimiz on kimimiz 20 kimimiz 30 yıldır acizhane namaz
kılıyoruz ancak kıldığımız namazlardan bir tanesi bu kadar ihlaslı bu kadar
takvalı olabildi mi? Ya da Hz. Asım gibi bu namazı dinlerken, kendi
gafletimizden pişmanlık duyarak gözümüzden bir damla yaş akıtabildik mi?
İşte Cenab-ı hakkın ayeti kerimede takva sahiplerinin
özellikleri olarak haber verdiği namaz ibadetinin asıl bu haliyle işlenmesi,
yerine getirilmesi lazımdır.
Ancak farz olan namaz emri ile insanlar birkaç tabakaya
ayrılırlar;
Birinci tabaka: namazı farz olarak kabul etmeyenlerdir ki;
bunların reisleri Ebu cehildir. Akıbetleri ise; sekar cehennemidir (müdessir
suresi 42-43-44-45-46)
İkinci tabaka: namazın Allah’ın emri olduğunu kabul edip
namaz kılmayanlardır. Bunlar kitap ehli olanlar yani Yahudi ve Hristiyanlardır.
Akıbetleri ise; cehnnemdeki gayya vadisidir. (Meryem suresi 59) Gayya
cehennemde bir dereke yani çukurdur. Cehennemin en korkunç ve ürkütücü yeridir.
Her gün cehennem ehli defalarca ondan kurtulmak isterler.
Üçüncü tabaka: bazı namazlarını kılarlar bazı vakitleri
tembellikten dolayı kılmayanlardır. Bunlar münafıklardır. Münafıkların
varacakları yer cehennemin veyl vadisidir. (nisa suresi 145) cehnnemin veyl
vadisi vardır. Veyl, dünyanın bütün dağları içine konsa bile onu tıkamaz yani
yine akar.
Peygamber efendimiz şöyle buyurmuştur;
“kim bir namazı vakti geçesiye kadar terkederse (kazaya
bırakırsa), cehennem ateşinde, bir hukub azap olunur. Biri hukub seksen yıldır.
Her yıl 360 gündür. Ahiretin her günü sizin günlerinizle bin sene kadar
uzundur. (mektubatı imamı rabbani c1 sf
274)
Alimler dediler ki; namazı geciktirip vaktinde kılmamak
büyük günahlardandır. Büyük günahların küçüğü, denildiği gibi, 70 kere
annesiyle zina etmiş gibidir.
Dördüncü tabaka: namazın farz olduğunu kabul edip,
şartlarıyla vakitlerinde kılmaya riayet ettiler.
Bunların reisi Muhammed Mustafa’dır s.a.v. Bunların akıbeti
ise Firdevs cennetidir. Firdevs, cennetin en yüksek ve en kıymetli yeridir.
Orada mü’minler, arzularının son mertebesine kavuşup, Rabblerini görürler.
Hukema yani hikmet ehli şöyle dediler: “yıldız ol. Eğer buna
gücün yetmiyorsa, ay ol. Eğer buna da gücün yetmiyorsa güneş ol. Yani bütün
geceyi aydınlatan yıldız gibi, bütün geceyi namaz kılarak geçir. Ya gecenin
bazısını aydınlatan ay gibi, sen de gecenin bir kısmını ibadetle geçir. Veya
gündüzleri aydınlatan güneş gibi sen de geceleyin namaz kılamıyorsan, bari
gündüzleri namaz kıl, demektir.
Mükatil hazretleri dedi ki: efendimiz hazretleri Mekke'de
iken, akşam vaktinde iki rekat, sabah namazı vaktinde iki rekat namaz kılardı. Miraca
çıktığı zaman beş vakit namaz kılmakla emrolundu.
Namaz miraç gecesi farz kılındı. Çünkü miraç, vakitlerin en
üstünü, hallerin en şereflisi ve münacatların en izzetlisidir. Namaz da imandan
sonra taatin en faziletlisidir. Böylece ibadetlerin en faziletlisi, vakitlerin
en faziletlisinde farz oldu. Namaz, kulun rabbine vasıl olması, ulaşması ve ona
yaklaşmasıdır.
Rasulullah s.a.v. hazretleri miraca çıktığında, semavat ve
melekûtun gizliliklerine şahit oldu, seyretti. Göklerde olan meleklerin
ibadetlerini gördü. Onların ibadetleri çok hoşuna gitti o ibadetlerin ümmetine
de farz olmasını istedi. Cenab-ı Allah, bütün meleklerin ibadetini, beş vakit
namazın içinde topladı. Zira meleklerin bir kısmı kıyamda yani ayakta durup
ibadet ediyorlardı. Kimi rükûdaydı. Onlardan kimi de secde halindeydi. Kimi
hamd ediyordu; kimi de tesbih okuyordu. Ve bunların dışında ibadetler de
yapıyorlardı. Cenab-ı Allah, beş vakit namaz kıldıklarında gök ehlinin bütün
sevablarını o yüce rasul hazretlerinin ümmetine verdi.
Çünki efendimiz hazretleri o gece yani İsrâ (miraç) gecesi,
melekleri, ikişer, üçer ve dörder kanatlı şekillerde gördü. Ameller üzerine
müvekkel olan melekler, ibadetlerin ruhlarıyla göğe yükselirken, Cenab-ı Allah,
meleklerin bu suretlerini namazların nurunda topladı. Zira ibadet nurani bir
suret ve şekil ile edilir. Bu konuda birçok işaretler vardır. Belki Cenab-ı
Allah melekleri salih amellerden yaratır. Bu konuda sahih hadis-i şerifler
vardır. İşte böylece Cenab-ı Allah, meleklerin kanatlarını üç mertebe üzere
yarattı. Senin kendisiyle Allah’a uçacağın, Allah rızasını kazanacağın
kanatlarını, namazlarını da meleklerin kanatlarına uygun olarak, iki rekat, üç
rekat, dört rekat kıldı ki, melekler sana istiğfar etsinler.
Cenab-ı Hakk evvela 50 vakit olarak farz kılmış ancak
peygamber efendimizin, ümmeti üzerine hafifletilmesini istemesi üzerine her
vakitte 10 hasene verilmek sureti ile 50 vaktin sevabı kendisine verilmiş olur.
Namazın beş vakit olmasının başka bir hikmeti de, geçmiş
ümmetlerin her biri değişik vakitlerde namaz kılıyordu. Cenab-ı Hakk dünya ve
ahiretin faziletlerinin hepsini, efendimiz hazretlerinde ve onun ümmetinde
topladı. Onun ümmetini de böylece ümmetlerin arasında en faziletli ümmet kıldı.
Sabah namazını ilk önce kılan Âdem aleyhisselamdır.
Öğle namazını ilk önce kılan İbrahim aleyhisselamdır.
İkindi namazını ilk önce kılan Yunus aleyhisselamdır.
Akşam namazını ilk önce kılan İsa aleyhisselamdır.
Yatsı namazını ilk önce kılan Musa aleyhisselamdır.
Beş vakit namazın bu şekilde efendimiz sav hazretlerinin
ümmetinde beş vakit olarak karar kılmasının sırrı budur.
Yine bir rivayette denildi ki; Âdem as, beş vakit namazın
hepsini kılıyordu. Ondan sonra peygamberlerin arasında bu beş vakit
bölüştürüldü.
Vitir namazını ilk önce efendimiz sav hazretleri miraç
gecesinde kıldı. Ve onun için, efendimiz sav hazretleri “rabbim bana namazı
ziyade etti” buyurdular. Yani Allah, beş vakit namazdan fazla olarak vitri bana
ziyade kıldı.
İlk secdeye varan Cebrail as’dır. Bundan dolayı
peygamberlerin arkadaşı ve onların hizmetkarı oldu.
İlk önce ……… sübhanallah (Allah noksan sıfatlardan
münezzehtir) diyerek tesbih eden Cebrail as’dır.
İlk önce …….. elhamdülillah (hamd Allah’a mahsustur) diyerek
hamd eden Âdem as’dır.
İlk önce …….. la ilahe illallah (Allah’dan başka ilah
yoktur) diyerek tevhit kelimesini söyleyen nuh as’dır.
İlk önce …… Allah ekber diyen İbrahim as’dır.
İlk önce ….. la havle ve la kuvvete illa billahil aliyyil
azim (azim, büyük ve aliyy, yüce olan Allah’dan başka, hiçbir kuvvet ve hali
değiştirecek yoktur.) diyen efendimiz sav hazretleridir.
Namazın şartlarından biri abdesttir. Abdestin her edep,
sünnet ve farzında bir sır olup, taharet, maddi ve manevi temizliğe işaret
eder; insan ancak abdest ile namaz kılmaya hazır olur.
Ellerini yıkamak; kişinin nefsini günahların kirinden
temizlediğine ve aynı zamanda kalbin hayvani, kibir, hırs, şehvet, gadap,
cimrilik ve kin gibi şeytani kötü sıfatlardan doğan kirden ve pasdan
temizlemeğe işarettir.
Yüzü yıkamak; dünya sevgisinin zulmetinden kirinden, kişinin
himmet ve gayretini temizlemeğe işarettir. Gerçekten dünya sevgisi bütün
hataların başıdır.
Namazın şartlarından biri de “istikbal-i kıble” yani kıbleye
dönmektir. İstikba-i kıblede, Hakk Teâlâ hazretlerinin rızasını istemenin
dışında kalan her şeyden yüz çevirmek, rabba daha yakın olmak ve münacaatlar
için rabbin huzuruna teveccüh etme ve Allah’a yönelmeye işaret vardır.
İftitah tekbiri alırken elleri kaldırmak, himmet elini yani
çalışma ve gayretini, dünya ve ahiretten kaldırmaya ve bütün ibadetleri sadece
Allah rızası için işlemeye işarettir.
Tekbir, Hakk Teâlâ hazretlerine tazimdir. Bu da Cenab-ı
Allah’ın, kulun kalbinde ki bütün isteme, muhabbet, tazim ve izzetten daha
büyük olduğuna delalet eder.
Niyetin tekbire yakın olması ise, Allah’ın rızasını aramada
kulun niyetinin doğru ve sadık olduğuna işarettir.
Sağ eli sol elin üzerine koymada ve her iki eli göğsün
üzerine koymada; Mâlikinin önünde kulluğun tarifini yapmak ve kalbi ma sivadan,
Allah’ın gayrısındaki muhabbetten muhafazaya işarettir.
Namazda fatiha suresinin ve okunmasının vacip olması ve
namazın fatihasız caiz olmaması; kulun, alemlerin rabbine, şükür, sena ve hamd
ederek, gerçekten rabbinin lütuf ve ikramlarını istemeye hazırlandığına ve
hidayeti istediğine işarettir.
Kıyam, rükû ve secde kulun alemi ervaha döndüğüne işaret
olduğu gibi aynı zamanda kulun gayb alemindeki meskene döndüğüne işarettir;
ondan geldiği gibi… insanın bu aleme taalluku, bu aleme gelmesi, bu alemle olan
alakası, ilk önce nebatat, bitki, sonra hayvaniyyet ve daha sonra insanlıkla
olmuştur.
Kıyam insanın özelliği, rükû hayvanın özelliği ve secde ise
nebatat, bitkilerin özelliğidir.
Kul, insani tekebbürden yani büyüklük taslama düşüncesinden
kurtulup; hudû ve büyük bir inkisar, kalp kırıklığı ile hayvani rükûa döner.
İnsan, rükû ile hayvani sıfatlardan kurtulur. İnsan hilm ve eziyete tahammül
ile kar eder. Sonra insan, hayvani rükûdan nebati secdeye döner. İnsan secde
ile, bitkiliğin zilletinden ve süfliliğin aşağılığıdan kurtulur. Ebedi ve daimi
olan büyük kurtuluşu içeren, huşunun kazancı ile insan kar elde eder.
Huşu, kullukta yükselmenin en mükemmel alametidir.
İşte kul, hakkı ile namaz kıldığı
vakit, kullukta yükselmiş olur.
وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَ ve kendilerine verdiğimiz rızıktan Allah yolunda infak
ederler.
İnfak malının bir kısmını farz ve nafile olarak Allah yolunda hayır yolunda sarfetmektir. Farzdan maksat zekat, nafileden maksat sadaka ve diğer hayru hasenattır.
İnfak malının bir kısmını farz ve nafile olarak Allah yolunda hayır yolunda sarfetmektir. Farzdan maksat zekat, nafileden maksat sadaka ve diğer hayru hasenattır.
İnfak
namaza en yakın ibadettir. O namazın çok yakın ve kendisinden ayrılmayan
arkadaşı kardeşi gibidir.
her şeyin zekatı kendi cinsinden olur. Enes bin malik hazretlerinden rivayet olunduğu gibi…
her şeyin zekatı kendi cinsinden olur. Enes bin malik hazretlerinden rivayet olunduğu gibi…
…… (
zekatüddari en yettehıze fiha beytün liziyafetin) ( ruhul beya 1/156)
“evin
zekatı, içinde bir odayı misafir için ayırmaktır.”
Zenginlerin
infakı mallarından olur. Malı ihtiyaç sahiplerinden saklamamaları ile olur.
Abidlerin
zekatı, nefislerinden olur. Nefis ve hayatlarını Allah yolunda hizmetten
alıkoymamakla olur.
Ariflerin
zekatı, kalplerinden olur. Kalplerini murakabenin hakikatlerinden kesmezler.
Yani gaflete düşmez, her an Cenab-ı Hakk ile meşgul olurlar.
Kısacası;
zenginlerin infakı cepten mal çıkartmalarıdır. Fakirlerin, gönül erlerinin
zekatı ise ağyarı yani Allah’tan başka her şeyi kalplerinden çıkartmaları ile
olur.
-
Öyle ise gücümüz yettiğince Allah yolunda infak için
uğraşmamız gerekmektedir. Var ise malımızı yok ise canımızı ortaya koyarak
infakta bulunmamız gerekmektedir.
Zira
ayette önce iman ayeti zikredildi. Çünkü önce iman gelir. İman kalp ile olur.
Sonra namaz gelir; o da beden ile olur. Daha sonra infak gelir; o da mal ile
olur. O bütün ibadetlerin toplamıdır.
İmanda
kurtuluş vardır.
Namazda
münacat ve yalvarma vardır.
İnfakta
dereceler vardır.
İmanda
beşarat vardır, müjdeler vardır. Zira zerre miktarı imanı olan kimsenin
cezasını çektikten sonra cennete gireceği müjdesi vardır.
Namazda
keffaret yani günahların silinmesi vardır.
İnfakta
ise temizlik vardır. İnfak olunan nimeti riya kibir gibi günahlardan temizler.
İmanda
şeref vardır.
Namazda
yakınlık vardır.
İnfakta
malın artması vardır.
Bu
ayette dört şey zikredilmiştir. Takva, gayba iman, namaz, infak yani zekat ve
sadaka vermek. Bu dört özellik ise hulefai raşidinin sıfatıdır. Ayeti kerimede
onların faziletleri beyan olunmuştur. (Ruhul beyan tefsiri 1. Cilt)
Peygamber
efendimiz şöyle buyurdu:
Yüce
Allah yeri yarattığı zaman, yer depreşmeye başladı; bunun üzerine dağları
yarattı, onun üzerine koydu. Bundan sonra yer depreşmeden durdu.
Melekler
bu işe şaşırdılar ve şöyle dediler;
-
Ya rabbi! Yarattıkların arasında dağlardan daha güçlü bir
şey var mıdır?
şöyle buyurdu;
şöyle buyurdu;
-
Evet var, demirdir.
Tekrar
sordular;
-
Ya rabbi! Yarattıkların arasında demirden daha güçlüsü
var mıdır?
-
Evet var, ateştir.
Tekrar
sordular;
-
Ya rabbi! Yarattıkların arasında ateşten daha güçlüsü var
mıdır?
-
Evet var, sudur?
Tekrar
sordular;
-
Ya rabbi! Yarattıkların arasında sudan daha güçlüsü var
mıdır?
-
Evet var, rüzgardır.
Tekrar
sordular;
-
Ya rabbi! Yarattıkların arasında rüzgardan daha güçlüsü
var mıdır?
Şöyle
buyurdu;
-
Evet var… bu, ademoğlunun verdiği bir sadakadır. Bu
sadakayı sağ eli ile verirken, sol elinden gizler. İş bu sadaka, rüzgardan daha
güçlüdür. (dürretül vaizin 2/127)
Götürülen sadakanın, yaratılmışlar arasında en güçlü
duruma gelmesi için şartlarına uymak gereklidir.
·
Sadakanın başta gelen şartı; onu gizli tutmaktır.
Bu sebepten ötürü: geçmişte gelip geçen büyük zatlar,
sadakalarını insanların gözünden saklamaya çok çok önem vermişlerdir. O kadar
ki; aralarında gözü görmeyen dilenciyi arayan dahi çıkmıştır. Ta ki, kendisine
kimin sadaka verdiğini bilmeye…
Yine onlardan bazısı vereceği sadakayı fakirin elbisesine
uyurken iliştirmiştir.
Bazısı fakirin geçeceği yol üzerine bırakmıştır ki,
geçerken oradan bulsun ve alsın…
·
İkinci şartı ise; sadaka verilen dille elle eziyet edip
minnet altında bırakmamak…
·
Üçüncü şartı; sadakayı, malının en temizinden çıkarıp
vermektir.
·
Dördüncü şartı; güler yüzle sevindirici bir şekilde
vermektir, asık yüzle istemeye istemeye değil…
·
Beşinci şartı ise; sadakaya layık bir yer aramaktır.
Sadaka verileceği zaman, ilim sahibi Allah’tan korkan bir
kimseye sadaka vermek daha yerinde olur. Zira o kimse aldığı sadaka ile,
Allah’a itaatı yolunda yardım bulmuş olur.
Ya da verilecek sadaka eli darda olan salih bir kimseye
verilebilir.
Peygamber efendimiz;
“sadaka
sahibinin elinden çıktığı zaman, beş cümle konuşur; onlar sırası ile şöyledir;
1.
Der ki;
-
Ben küçüktüm beni büyüttün.
2.
Der ki;
-
Bundan önce sen benim bekçimdin; şimdi de ben seni
bekleyeceğim.
3.
Der ki;
-
Ben düşmandım, şimdi beni dost eyledin.
4.
Der ki;
-
Ben fani idim, şimdi beni baki eyledin.
5.
Der ki;
-
Ben azdım, çoğalttın.”
Peygamber
efendimiz bir hadisi şerifinde;
-
Din kardeşini doyuncaya kadar yediren, kanıncaya kadar
içiren bir Müslümanı; yüce Allah, cehennemden uzak eder. Sonra onunla cehennem
arasına yedi hendek açar ki; bir hendekle diğer hendek arası beş yüz senelik
yoldur.
Sonra
cehennem şöyle yalvarır:
‘Ya
rabbi! İzin ver sana şükür secdesi edeyim; Muhammed ümmetinden birini azabımdan
azad etmeyi diledin. Zira, ben, ümmetinden sadaka veren bir kimseye azab etmek
için Muhammed’den utanıyordum; ne var ki, emrine de itaat etmek zorundayım.’
Bunun
üzerine Cenab-ı Hakk; bir lokma ekmek, bir avuç hurma ile sadaka verenin
cennete girmesi için emir verir.” Buyuruyor.
İsrailoğulları
arasında çetin bir kıtlık oldu; bu kıtlık, ard arda senelerce sürdü.
Bir
kadının yanında bir lokma ekmek vardı; onu yemek için ağzına koydu. Tam o
sırada kapıdan bir dilenci seslendi.
-
Allah için bana bir lokma ekmek ver.
O
kadın da, hemen o bir lokma ekmeği ağzından çıkardı; o dilenciye verdi.
Sonradan,
odun toplamak için o kadın ormana gitti. Küçük bir oğlu vardı, onu da yanında
götürdü.
Çocuğun
yanından ayrıldığı bir sırada bir kurt geldi; çocuğu kapıp götürdü.
Çocuğun
anası, sesi duyar duymaz geldi; durumu anlayınca kurdun peşine düştü.
Bunun
üzerine Hz. Allah, Cebrail as’ı yolladı; o da gelip kurdun ağzından çocuğu
çıkarıp anasına verdi. Sonra da o kadına şöyle dedi:
-
Ey Allah’ın hayır sahibi kadın kulu; verdiğin bir lokmaya
karşıt bu çocuğun kurtarılmasından hoşnut musun?
Gündelik
hayata çokça kullandığımız “verilmiş sadakası varmış” sözünün ne güzel bir
tezahürüdür bu hadise.
Peygamber
efendimiz sadaka hakkında buyuruyor ki;
“sadaka
vermekte, beş önemli özellik vardır; şöyle ki;
1-
Malın uğurunu bereketini artırır.
2-
Hastaya şifa olur.
3-
Sadaka verenlerden, Allah belayı def eder.
4-
Sadaka verenler sıratı şimşek gibi geçip giderler.
5-
Sadaka verenler, hesaba çekilmeden, azaba uğramadan cennete
girerler.”
Bir
dölengeç (delice,doğan) kuşu Süleyman aleyhisselama gelip şöyle dedi:
-
Adamın birinin bir ağacı var; ben de onun üzerine
yavruluyorum. O adam da geliyor, yuvamı bozuyor, yavrularımı atıyor.
Süleyman as ağacın sahibini çağırdı ve şöyle dedi;
-
Olmaya ki, bir daha böyle bir şey yapasın…
Daha sonra iki şeytanı çağırdı ve onlara şöyle dedi:
-
Gelecek sene, bu adam yine bu kuşun yuvasını dağıtır,
yavrularını atarsa… onu tutun, ikiye ayırın, bir parçasını doğuya, bir
parçasını da batıya atın.
Ertesi sene oldu; ama o adam Süleyman as’ın dediklerini
unuttu. Ağaca çıkacağı zaman bir loma sadaka verdi. Sonra çıkıp o kuşun
yuvasını dağıttı, yavrularını da attı.
Bunun üzerine kuş yine geldi, durumu Süleyman as’a
anlattı; o ağacın sahibini şikâyet etti.
Bu şikayet üzerine, Süleyman as o iki şeytanı çağırdı;
kendilerini cezalandırmak istedi. İkisine de şöyle dedi;
-
Neden size verdiğim emri yerine getirmediniz?
Şöyle dediler;
-
Ey Allah’ın halifesi, bu ağacın sahibi ağaca çıkmak
istediği zaman onu yakalamak istiyoruz. Ama o, daha önce Müslüman bir kimseye
bir parça ekmek sadaka veriyor.
Bundan
sonra yüce Allah gökten iki meleği onun yardımına yolluyor; o melekler de tutup
birimizi doğuya atıyor, birimizi batıya… o verdiği sadaka sebebi ile şerrimizi
ondan uzaklaştırıyor.
Hz.
Enesin rivayetine göre peygamber efendimiz şöyle buyurmuştur;
“sadaka,
bela çeşitlerinden yetmiş belaya engel olur; onların en küçüğü cüzam ve alaca
hastalığıdır.” (dürretül vaizin 1/126-133)
وَالَّذِينَ
يُؤْمِنُونَ بِمَا أُنْزِلَ إِلَيْكَ o takva ehli ki sana
indirilen Kur’anı kerime başından sonuna kadar iman ederler.
وَمَا أُنْزِلَ مِنْ قَبْلِكَ ve
senden önce indirilene iman ederler. Yani Tevrat incil ve diğer önceki
kitaplara iman ederler. Hepsine iman etmek farzı ayındır.
وَبِالْآخِرَةِ هُمْ يُوقِنُونَ ve
onlar yani takva ehli yakıni bir iman ile ahirete inanırlar.yani onar ahireti
katıyyen bilirler.
Ahirete
yakıni olarak inanmanın semeresi (meyvesi), ahirete hazırlanmaktır. Şu on vasıf
sahiplerinin hala gafletten uyanmadığını ve ahirete imanının yakınini
göstermediği söylendi.
Aldanan
kişiler;
1-
Allah’ın kendisini yarattığına kesin inanıp; fakat
kendisine (can-ü gönülden ihlas ile) ibadet etmeyen,
2-
Kendisine rızık verenin Cenab-ı Allah olduğuna kesin
inanıp, bu iman ile mutmain olup huzura kavuşmayan.
3-
Dünyanın geçici olduğuna kesin inandığı halde, ona itimad
eden.
4-
Varislerinin kedisinin hakiki düşmanı olduğuna inandığı
halde, onlar için mal toplayan ve içinde harama bulaşıp ahiretini heder eden.
5-
Ölümün geleceğine kesin inanıp da; ölüm için
hazırlanmayan.
6-
Kabrin kendisi için varılacak bir yer olduğunu bilip onu
hayır ve hasenat ile tamir etmeyen.
7-
Deyyan olan haz Allah’ın kendisini hesaba çekeceğine
inanıp; delil ve hüccetlerini sağlan yapmayan, yani kurtuluşuna sebep olacak
hayır ve hasenat işlemeyen.
8-
Sıratı geçeceğine inanıp; günah yükünü hafifletmeyen.
9-
Cehennem ateşinin, facirlerin (kötü kişilerin) yeri
olduğuna kesin olarak inanıp; ondan kaçmayan.
10-
Cennetin ebrarın yani iyilerin yurdu olduğuna inanıp;
cennet için amel işlemeyenler… bunlar aldanan kişilerdir. (ruhul beyan tefsiri
1. Cilt)
Bazı
alimlere tevhidden yani bir olan Allah’a iman etmekten sorulduğu zaman; “tevhid
yakındır.” Demişlerdir. Yakınden sorulduğu zaman da; “ bütün mahlukatın harekat
ve sekenatın Cenab-ı Hakk’ın fiili ile ve kudretiyle olduğunu bilmektir. Zira,
Allah tektir, şeriki yoktur. Bunu böyle işleyen hakiki muvahid olmuş olur.”
Yani hakiki imana sahip olmuş olur.
Peygamber
efendimize soruldu;
“bir
şahıs çok günah işliyor, fakat hakka yakınıyyeti çok kuvvetlidir. Başka bir
şahsın da ibadeti çok fakat yakınıyyeti zayıftır. Bunların hangisi daha
hayırlıdır?”
Pegamber
efendimiz; “ çok günah işlediği halde kuvvetli yakıniyyeti olan kimse daha
hayırlıdır.” Buyurdu. Çünkü o şahsın, her günah işlediğinde, azim ve yakinle
Hakk’a tevbe ederek günahlarını bağışlatıp cennete girmesi mümkündür.
(abdullatif 13- 15)
Ebu
turab buyuruyor ki;
“bir
genci gördüm. Sahrada (çölde) azıksız yürüyordu. ‘eğer bu genç yakin sahibi
değilse (imanı kuvvetli değilse), helak olur.’ Dedim. Sonra kendisine
yaklaştım;
-
Ey genç! Sen bu yerlerde azıksız mı yürüyorsun? Diye
sordum. Genç bana;
-
Ey yaşlı! Başını kaldır, Allah’tan başka bir şey görüyor
musun? Dedi. O zaman ona
-
İşte şimdi istediğin yere git. Dedim”
Öyle kuvvetli bir imana sahip ki, çölün ortasında dahi
olsa rabbinin kulu ile beraber olduğunu rızkını nasip edeceğini biliyor ve
diyor ki, sen Hz. Allah’tan başkasını görüyor musun, o bana yar ve yardımcıdır.
(ruhul beyan 1. Cilt)
أُولَٰئِكَ
عَلَىٰ هُدًى مِنْ رَبِّهِمْ وَأُولَٰئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ . Bunlar,
işte Rabblerinden bir hidayet üzerindedirler ve bunlar işte felaha erenlerdir.
الْمُفْلِحُون
arzuya ulaşan, arzuya nail olan demektir. Sanki kendisine zaferin bütün
değişik yolları açılmıştır. Ona kapanan hiçbir yol yoktur.
Onlar
cennete girmekle umduklarına nail oldular. Kıyamet gününde cehennemin ateşinden
kurtuldular. Onlar için dünya ve ahirette hayır kapıları kesinleşmiştir.
Felah
yani kurtuluş üç şeyde olur;
1-
Nefse karşı zaferdir. Nefse karşı zafer, nefsin heva ve
hevesine uymamak; dünyanın hoş ve süslü görüntüsüne aldanıp yoldan çıkmamak ve
şeytanın vesveseleri ve kötü arkadaşlar fitnesinden felah bulup yüzünün akıyla
çıkıp kurtulmaktır. Nefsi emmare dünya ve şeytanın kötü imtihanlarında başarılı
olmaktır. Onlara yenilmemektir.
2-
Kurtuluştur; küfürden delaletten bid’at ve cehaletten,
nefsin gururu, aldatması ve şeytanın vesvesesinden, imanın gitmesinden, imanı
kaybetmekten, kabrin yanlızlığından, yeniden dirilişin korkularından, sırat
köprüsünde ayağının kaymasından, şiddetli sert ve haşin olan cehennem
zebanilerinin kendisine musallat olmasından, cennetlerden mahrum olmaktan,
kat-i nida ve ayrılıktan kurtulmasıdır.
3-
Kişinin ebedi mülkte ve sürekli olan cennet nimetlerinde
baki olması, zevali olmayan sonu olmayan bir mülkü bulması, değişmeyen ve
başkasına intikal etmeyen nimetlere kavuşması, ardında asla bir hüzün olmayan
bir sürura sevince kavuşması, beraberinde ihtiyarlık olmayan bir gençliğin
olması, beraberinde şiddet ve zorluk olmayan rahat, beraberinde hastalık
olmayan sıhhat, hesabı olmayan büyük ve sonsuz bir nimet, perdesi olmayan bir
kavuşmadır. Yani gerçek felah kişinin perdesiz olarak Allah’ın cemalini
müşahede etmesidir.
15 yorum:
noktalı kısımlara arapca kelimeler eklenecektir. yanlarında türkçe anlamları zaten mevcuttur. anlayışınıza teşekkür ederim
mükemmel tebrik ederim her ay 2 sohbet yazmanızı isterim
merhaba! öncelikle sohbetler için allah razı olsun sohbetlerıme ekleme yapacağım yalnız ben bunu worda kopyaladığımda arapça olanlar karışıyor.nasıl yazıyorsunuz bilgi verirseniz memnun olurum
Sayın Adsız imkan buldukca ekliyorum ancak bazen her ay bile ekleyemiyorum malesef mazur göreceğinizi umarım. .
sayin ay zerresi malesef world böyle bir sorun veriyor. Aslinda yazilar karışmıyor sadece soldan sağa sıralanıyor kelimeler. Ben boyle oldugunda seçim yönünü değiştiriyorum. Yani arapca yaziyi ince sagdan başlayıp sola dogru seciyorum yapistirip kontrol ediyorum eger olmadi ise soldan baslayip saga dogru seciyorum ve yapistiriyorum o zanab oluyor. .. kolay gelsin. Mevlam yardımcınız olsun..
Teşekkür ederim.peki sağ dan yazimi nasil etkinlestiriyorum onuda soylerseniz memnun olurum
Sagdan yazmak için world dosyasının üst tarafında sağ sol yada ortadan yazmak üzerine simgeler bulunur o simgelere tıklayarak sagdan yazabilirsiniz. .. sıra sıra satır şeklinde olan simgelere tıklayacaksınız...
çook teşekkürler
Halis hocamdan allah razi olsun devamini bekleriz talebe arkadasi memduh turk
erkek değilim ve ismim de halis değil dolayısı ile, yine de duanızı üzerime alınabilirim sanıyorum. teşekkür ederim
Rabbim razı olsun ilminı kat kat arttirsin..
selamun aleyküm bu kimin tefsiri?
Aleyküm selam, çoğunlukla ruhul beyan tefsirinden derledim efendim..
287 ayet değil 286 ayettir.
Kıymetli sohbethocası hocam çok istifade ediyorum lakin zaman zaman dürretül vaizin kaynaklı hadislere yer veriyorsunuz bu eser güvenilir mi acaba
Hocam selamün aleyküm ilk yılım fahri olarak görev yapıyorum sohbetlerinizden çok faydalandim sağolun yenileri eklerseniz inşallah bana yardımcı olursunuz allah sizden razı olsun
Yorum Gönder