16:45 -
fazileti,Gündelik Hayat,hakiki şehitler,hükmen sehit,hükmi şehitler,şehitler,şehitliğin,şehitliğinfazileti,şehitlik
4 comments
Şehitlik ve Fazileti
وَلَا
تَحْسَبَنَّ الَّذِينَ قُتِلُوا فِي سَبِيلِ اللَّهِ أَمْوَاتًا ۚ بَلْ أَحْيَاءٌ
عِنْدَ رَبِّهِمْ يُرْزَقُونَ
فَرِحِينَ
بِمَا آتَاهُمُ اللَّهُ مِنْ فَضْلِهِ وَيَسْتَبْشِرُونَ بِالَّذِينَ لَمْ
يَلْحَقُوا بِهِمْ مِنْ خَلْفِهِمْ أَلَّا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ
يَحْزَنُونَ
يَسْتَبْشِرُونَ
بِنِعْمَةٍ مِنَ اللَّهِ وَفَضْلٍ وَأَنَّ اللَّهَ لَا يُضِيعُ أَجْرَ
الْمُؤْمِنِينَ
Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma. Bilakis
onlar diridirler, Rab'leri katında rızıklanmaktadırlar.
Allah’ın fazlından kendilerine bahşettiği saadetle
şadgâm olarak merzuk olurlar, arkalarından şehadetle kendilerine yetişemeyen
mücahidler hakkında da şunu istibşar ederler ki onlara bir korku yok, onlar da
mahzun olmayacaklar.
Allah’ın bir nimetini bir de fazlını ve Allah müminlerin
ecrini zayi' etmeyeceğini istibşar ederler. (Al-i İmran 169/171 – Elmalılı
hamdi yazır meali)
Bu ayeti kerimeler, Uhud şehitleri hakkında nazil
olmuştur. Uhud savaşı hicretin 3. Senesinde Mekkeli 3000 kişilik müşrik
ordusuna karşı 700 kişilik Müslüman ordusunun karşılaşması ile meydana gelmiş
Müslümanlar 70 şehit vermişler, Peygamber efendimizin mübarek amcası hz. Hamza
bin Abdulmuttalip vahşice şehit edilmiş, müşriklerden 45 kişi öldürülmüş ve iki
tarafta birbirine üstünlük sağlayamayıp, müşriklerin geri çekilmesi ile
nihayete ermiştir.
Hz Hamza, halkı tarafından sevilir ve sayılırdı.
Müslüman olduktan sonra bütün Müslümanlar rahat etmişlerdi. Peygamber efendimiz
bundan dolayı Haz Hamza’yı çok severdi. Allah’ın Arslanı olan hz Hamza
peygamber efendimizden iki yaş büyüktü.
Peygamber efendimizin kıymetli amcası, Allah’ın arslanı
hz Hamza, bedir savaşı esnasında Hind isimli müşrik bir kadının babasını ve
kardeşini öldürmüş, Uhud’da pek çok müşriğin kafasını uçurmuştu. Hind, Cübeyr
İbn-i Mutim isimli bir müşriğin kölesi olan Vâşi’ye (Mekke’nin fethinden sonra
Müslüman olmuştur, asla lanet olunmaz, sahabedendir.) hz Hamza’yı öldürdüğü
takdirde pek çok vaatlerde bulundu. Yine hz Hamza, Cübeyr İbn-i Mutim’in
amcasını da öldürmüştü. Cübeyr, kölesi Vâşi’ye, Uhud’da hz Hamza’yı öldürdüğü
takdirde, kendisinin azad edilip, hürriyetine kavuşturulacağını da vaad
etmişti.
Köle Vâşi de hürriyet ve mal arzusuyla, bir kayanın arkasına
gizlendi. Oradan hz Hamza’yı gözetlemeye başladı. O sıralarda haz Hamza
kılıcını savuruyor,müşrikleri harman gibi bir yerden kaldırıp diğer tarafa
ölmüş olarak atıyordu.
Vâşi, bu arada saklandığı yerden çıkıp tam arkasından
mızrağını atarak hz Hamza’yı sırtından vurdu. Hz Hamza yaralandığı halde, hem
de öldürücü yara aldığı halde, yıkılmak nedir bilmiyordu. Önüne gelen
müşrikleri temizlerken Kelime-i Şehadet getiriyordu. Böylece Uhud da hem şehid
hemde şehitlerin reisi oldu. (muhtasar siyer-i nebi 199)
Savaştan sonra, Rasulü Ekrem efendimiz, muharabe
sahasında dolaşmaya başlayıp, şehid olan Müslümanları kontrol ediyor ve
üzüntülerini ifade ediyorlardı. Bir ara amcası Hz Hamza’yı gördüler. Halinden
şiddetle müteessir oldular. Kulakları kesilmiş, karnı hunharca deşilmişti.
Tanınmayacak halde idi. Bu hale Rasulü Ekrem pek ziyade üzüldüler. Şimdiye
kadar böyle üzüldükleri görülmemişti. Gözleri yaşlarla doldu.
Peygamber Efendimiz, haz Hamza’nın cesedi başında
dikilerek;
“hiçbir zaman senin kadar musibete uğranmamış ve
uğranmayacaktır. Ben bunun kadar beni gazaplandıran bir yerde durmamışımdır.
Ey Rasulullahın amcası!
Ey hayırlar işleyen Hamza!
Ey üzüntüleri gideren Hamza!
Ey Rasululahı koruyucu olan Hamza!
Allah sana rahmet etsin! İyi bilirim ki; sen hısım ve
akrabalık haklarını gözetir, daima hayırlı işler işlerdin. Eğer senden sonra
yas tutmak gerekseydi, sevinmeyi bırakıp sana yas tutardım…” diye hitabette
bulundu. (muhtasar siyer-i nebi 208-209)
Yine sahabe-i Kiramdan Sa’d İbn-i Rabi o savaşta şehid
olmuştur.
Peygamber efendimiz İbn-i Mesleme’ye dönerek: “acaba
Sa’d İbn-i Rabi ne haldedir? Şehitler arasında mıdır? Yoksa yaralı mıdır? Onun
durumundan bana haber veriniz. Çünkü on müşrikle çarpıştığını gördüm.” Buyurdu
ve eliyle vadinin bir köşesine işaret ederek “ben onu bir ara orada görmüştüm!”
dedi.
Ensardan Muhammed ibn-i Mesleme, Peygamber Efendimizin
işaret ettiği tarafa doğru gitti. Her tarafa baktı. Bulamadı. Şehitlerin ve
yaralıların yanına gitti. Aramaya başladı. Belki ağır yaralıdır, kendisine yardım
lazımdır düşüncesiyle nihayet; “Ey Sa’d! Beni Rasulu Ekrem gönderdi. Neredesin?
Şehitler arasında mısın? Yaralılar arasında mısın? Ses ver!” diye çağırmaya
başladı.
Rasulullah’ın ismini duyan Sa’d İbn-i Rabi: “buradayım,
yaralılar, şehitler arasındayım.” Diye inilti şeklinde seslenebildi.
Muhammed ibn-i Mesleme tekrar bakınmaya başladı.
Nihayet kulağına gelen sesin sahibini buldu. Vücudu yaralar içerisinde olup
yüzü hala gülüyordu. Mesleme onun yanına kadar gelebilmiş ve yerden başını
kaldırarak konuşmasını sağlamıştı.
Sa’d İbn-i Rabi şöyle dedi;
“Rasulullah’a benim selamımı ilet. Şu anda cennet
kokularını duyuyorum. Kavmim Ensar’a da selamımı söyle: Peygamberimiz’e ihlasla
bağlılık ve itaat konusunda kirpikleriniz kımıldar oldukça son derece gayret ediniz.
Değilse, Allah katında mazur olamazsınız.” Deyip vefat etti. (muhtasar siyer-i
nebi 207-208)
Peygamber efendimiz, bu elim savaş ile alakalı olarak İbn-i
Abbas’tan rivayet edilen bir hadisi şerifinde;
“Uhud’da şehit olan kardeşlerimiz var ya! Allah onların
ruhlarını yeşil kuşların içine koydu. Bunlar cennetin nehirlerine giden, cennet
meyvelerinden yiyen ve Arşın gölgesine asılmış, altından kandillere girip
istirahat eden kuşlardır. Şehitler böylece güzel güzel yiyip içip dinlenince
şöyle dediler;
-Kardeşlerimize bizden kim haber götürecek ve bildirecek ki
bizler cennette diriliriz, rızıklanıyoruz? Bu haber gitmeli ki onlar cennete
karşı isteksiz olmasınlar ve harpte korkak davranmasınlar! Allahü teala onlara
cevaben;
-Sizin haberinizi ben duyuracağım buyurdu.”(ruhul beyan
tefsiri 4/238-239)
Ve başta okumuş
olduğumuz Al-i İmran suresinin 169-170-171. Ayeti kerimeleri nazil oldu.
“Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma.
Bilakis onlar diridirler, Rab'leri katında rızıklanmaktadırlar.
Allah’ın fazlından kendilerine bahşettiği saadetle
şadgâm olarak merzuk olurlar, arkalarından şehadetle kendilerine yetişemeyen
mücahidler hakkında da şunu istibşar ederler ki onlara bir korku yok, onlar da
mahzun olmayacaklar.
Allah’ın bir nimetini bir de fazlını ve Allah
müminlerin ecrini zayi' etmeyeceğini istibşar ederler. (Al-i İmran 169/171 –
Elmalılı hamdi yazır meali)”
Evet, bu nimet muazzam bir nimettir. Kula bahşedilmiş
ölümlerin en güzelidir. Her ne kadar zahiren bakan göze zor, meşakkatli, elemli
gibi gözükse de Rabbimizin mükâfatları karşılığında manevi anlamda batıni
anlamda ölümün en güzel halidir, şehitlik.
Çünkü sadece şehit olan kimse dünyaya geri dönmeyi murat
edecektir. Şöyle ki, Peygamber efendimizin hadis-i şerifinde beyan ettiği
üzere;
“cennete giren hiç kimse geri dönmek istemez, yeryüzünde
olan her şey orada vardır. Ancak şehit böyle değil. O, mazhar olduğu ikramlar,
üstünlükler ve kerametler sebebiyle yeryüzüne dönüp on kere şehit olmayı
temenni eder.” (ruhulbeyan tefsiri 4/234)
İşte, her ne sebeple ölürse ölsün, kişi dünyada ki meşakkat
ve sıkıntıların yanında ahiret mükafatlarını görünce, cennet-i ala’ya dahil
olunca, hiçbir şey için, asla dünyaya geri dönmek istemez. Ancak şehit olan kimseye Cenab-ı Hakk ölüm
anından itibaren kıyamete kadar her anında öyle yüce mükafatlar ihsan eder ki,
şehit olan kimse, “keşke, der, defalarca şehit olsam ve bu mükafatlara tekrar
nail olabilsem”.
Bu sebeple, her ne kadar dünyalık gözümüzle baktığımızda
ölümü acı, ıstıraplı yahut sıkıntılı gibi görünse dahi, şehitlik mertebesine
ulaşmış olan bir kimsenin hakikatte çektiği hiçbir ıstırap ve sıkıntı yoktur.
Çünkü Peygamber efendimiz hakk ve sabit olan hadis-i
şerifleri ile öyle beyan buyuruyorlar;
“Şehit, öldürülmenin acısını duymaz; ancak birinizin
çimdik’ten duyduğu acı kadar acı duyar.
Şehitler için 7 haslet vardır;
1-
Kanından ilk damlanın yere
akması ile, onun bütün günahları mağfiret kılınır.
2-
Yerini cennette görür.
(ölüm esnasında makamının cennet olduğunu görür.)
3-
Kabir azabından kurtulur.
4-
Büyük korkudan emin olur.
(kıyamet günü korkusu)
5-
Başına vakar tacı konulur
ki, bu tacın yakutlarından biri, dünya ve dünyanın içinde bulunanlardan daha
hayırlıdır.
6-
Yetmiş üç huri ile evlenir.
7-
Akrabalarından yetmiş
kişiye şefaat eder.” (ruhul beyan tefsiri 4/233)
İşte tüm bu mükafatların hepsi şehitlik mertebesine
ulaşabilen kimseler içindir. Fakat, bizlerin bildiği üzere Allah yolunda
savaşarak ölen kimseye şehit denilir. Bu şekilde okuduk ve bu şekilde öğrendik.
Fakat hakikatte şehit 3 kısma ayrılır;
1-
Hem dünyevi hemde uhrevi
şehit; bu, ilahi kelimetullah için çarpışır, ta ki ölünceye kadar. Böyleleri
için hem dünyevi hem de uhrevi hükümler caridir.
dünyevi hükümler yani, kefensiz ve yıkanmadan defnedilmesi, elbisesinin kefen sayılması, akan kanının temizlenmemesi gibi hükümlerdir.
uhrevi hükümler ise, hadislerde anlatılan, yalnızca şehitlere mahsus olup diğer ölülerin kavuşamayacağı makam ve mükafatlardır.
dünyevi hükümler yani, kefensiz ve yıkanmadan defnedilmesi, elbisesinin kefen sayılması, akan kanının temizlenmemesi gibi hükümlerdir.
uhrevi hükümler ise, hadislerde anlatılan, yalnızca şehitlere mahsus olup diğer ölülerin kavuşamayacağı makam ve mükafatlardır.
2-
Dünyevi şehit; bunlar,
yalnızca dünya garazı için ölmek, mal kazanmak, mal sahibi olmak, herkese
bahadırlığını göstermek gayesi ile ölenlerdir. Dünyevi ahkam ona varsa da
ahiret ahkamı cari değildir.
3-
Ahiretçe şehit; bunlara,
dünya ahkamı cari olmaz, sadece ahiret ahkamı cari olur, yıkanır kefenlenir.
Ahirette de son derece keramat ve derecata ulaşmış olur. (abdullatif 462-463)
Yani bir kimse 3 şekilde şehit
sayılır. Birincisi tam manasıyla şehittir. Hakiki şehittir. Kanı bile temiz,
üzerindeki kıyafeti kefeni, makamı en yüksek makamlardan biridir. İman sahibi
olup, Allah yolunda cihad ederken ölen kimselerdir.
Ancak ikincisi, bizim gözümüzde
şehit gibi gözükse dahi, Hakk Teala’nın katında hiçbir kıymeti yoktur. Biz onu
Allah için savaşıp öldü sandığımız halde, öyle gördüğümüz halde, hakiki niyeti
Allah rızası olmayan, İmanı olmayan yahut sadece insanları memnun etmek için,
ilgi çekmek için, iltifat almak için, dünyalığını kurtarmak için mücadele
ederken ölen kimselerdir. Niyetini biz bilemediğimiz için şehit desek bile,
niyetlerin hakikatini bilen Cenab-ı Hakk indinde hiçbir kıymeti ve fazileti
yoktur.
Uhud savaşı esnasında Kuzman
isimli bir kimse, muharabeye çıkmaktan kaçınmıştı. Kadınlar onu; “sen, yoksa
kadın mısın?” diye ayıplayınca, arlanarak kılıcını ve yayını alıp harbe koştu.
“ey Evs hanedanı! Ölmek, sizin için, utanmaktan ve kaçmaktan hayırlıdır. Sizde
benim yaptığım gibi şeref ve şan için çarpışınız.” Diyerek müşriklerin ortasına
kılıçla daldı. Müşriklerden Halid ibn-i Alem’i tepeden tırnağa kadar zırha
bürünmüş olmasına rağmen, omzuna indirdiği bir kılıç darbesi ile göğsüne kadar
yardı. Vail ibn-i As’ı bir vuruşta yere serdi. Yine müşriklerden 7-8 kişiyi
daha öldürdü. Kendisi de yaralanarak Zaferoğullarının evine getirildi.
Müslümanlardan birisi ona;
“ey Kuzman! Seni tebrik ve
cennetle tebşir ederim. Vallahi bugün senin uğradığın musibet (ölüm/şehitlik)
sana Allah’tandır.” Deyince,
“niye tebrik ve tebşir
ediliyorum?! Vallahi ben, kavmimin gayretinden başka bir maksatla çarpışmadım.
Böyle olmasaydı çarpışmazdım.” Dedi. Yaralarının sancısı şiddetlenince de ok
çantasından bir ok alıp kolunun damarını keserek intihar etti. (muhtasar
siyer-i nebi 212)
İşte bu ikinci kısım gibidir.
Zahiren bakıldığı zaman nice cengaverlikler göstermiş, Allah için savaşmış ve
canını kaybetmiş olmasına rağmen hakikatine bakıldığında, niyeti, arzu ve
gayesi Allah rızası olmayıp dünyevi kaygı ve arzulardır.
Sonuncusu ise, biz şehit diye
düşünmesek bile, Allah katında şehit sayılan ve şehitlere yapılan her türlü
ikram ve mükafata nail olan kimselerdir. Hükmi olarak şehit olan kimselerdir
ki;
1-
Zulmen öldürülüp diyet
lazım gelen kişi,
2-
Nefsini malını veya
evladını korurken ölen ve öldürülen kişi,
3-
Hükümdarın haksız hapsi
veya dövdürülmesi ile ölenler,
4-
Yangında yanarak ölenler,
5-
Suda boğulanlar,
6-
Zelzelede yapı altında
kalanlar,
7-
Yırtıcı hayvan tarafından
parçalananlar,
8-
Uzak memlekette (gurbette)
ölenler,
9-
İshalden veya istiskadan
(karında su toplanması) ölenler,
10- Taun hastalığından veya o zamanda başka bir hastalıktan, sabırla
ve cevrini umarak ölenler. Akciğer vereminden ölenler,
11- Nifas halinde ölenler, sıtmadan ölenler,
12- İlahi hudutlar dahilinde aşktan ölenler,
13- Sar’adan ölenler,
14- Hamilelikten dolayı ölen kadın,
15- İlim yolunda ölenler,
16- Ezan okunurken ölen,
17- Helal rızık peşinde iken ölen,
18- Cuma gecesinde ölen,
19- Kuma sahibi olup sabr-ı
tahammül göstererek ölen,
20- Fesat zamanın da Rasulullah’ın sünnetine sarılıp o yolda ölen.
21- Günde 25 defa <<Allahümme barik li fil mevti ve fi ma
bâdelmevt>> duasını okuyan.
22- Kuşluk namazını kılıp her ayda 3 gün oruç tutan.
23- Hastalığında <<La ilahe illa ente subhaneke inni küntü
minezzalimin>> diyen, en aşağı 40 defa bunu söyleyen.
24- Her gece Yasin-i Şerif okuyan.
25- Her sabah üç kere << Eûzü billahissemiîl alimi
mineşşeytanirracim>> diyerek Haşr Suresinin ahirinden (besmele ile
beraber) üç ayet okuyan.
(Fudayl r.a. buyuruyor ki; <<sabah
namazını müteakip Sure-i Haşr’ın sonunu –hüvallahüllezi- okuyanlar o gün ölürse şehit olarak ölürler.
Akşam vakti okuyanda sabaha kadar ölürse şehit olur. (ihyau ulumiddin
1/777)>>)
26- İffetini sabırla korurken ölenler.
27- Yemekten kusma ile ölenler. ( abdullatif 463-464)
Çünkü bunların ölümleri, ansızın ölen kişinin ölümüne
benzemez. Manevi şehitler, ölüme yaklaşırken akılları başlarında, başlarına
gelen hadisenin bütün vehametini hissettikleri halde sabır ile Rabbinin kendisi
hakkında ki hükmüne rıza gösterir. İman ve sabrı ile bu mertebeye ulaşır.
(ruhulbeyan tefsiri 1/519-520)
Bununla beraber şehadet hakkında Kaşani hz. Buyuruyorlar ki;
“Allah yolunda öldürülenler iki sınıftırlar;
1-
Küçük cihad ile
öldürülenler
2-
Büyük cihad ile
öldürülenler… (ruhul beyan tefsiri 4/237)”
Ancak bu cihatlardan kasıt bizim anladığımız gibi, büyük
kapsamlı savaşlar, yada küçük dar alanlarda yapılan muharabeler değildir.
Cihad-ı Asğar (küçük cihad) ile öldürülmek, Allah teala
hazretlerinin rızasını talep etmek için kişinin Allah yolunda can vermesidir.
Yani bizim zahirde anladığımız savaş ve mücadele ile sırf Allah için canını
feda etmesidir.
Cihad-ı Ekber (büyük cihad) ile öldürülmek ise, nefsi
kırmak, muhabbet kılıcıyla nefsi öldürmek, hevaü hevesi bastırmak ve ona hakim
olmaktır.
Peygamber efendimiz bazı gazalardan döndükten sonra,
“biz küçük cihattan büyük cihada döndük” dediğinde Sahabe-i
Kiram hazeratı soruyorlar;
“büyük cihat nedir?” Efendimiz hazretleri buyurdular ki;
“kulun kendi hevaü hevesiyle mücahede etmesidir.”
(ruhulbeyan tefsiri 4/237)
Elbetteki şüheda ecdadımız hem küçük hemde büyük cihattan
kanlı elbiselerinin içinde alınlarının akı ile çıkmışlar hakiki şehitlik
manasına tam manası ile erişmişlerdir. Nitekim, gerek Çanakkale de, gerek
İstanbul’un fethi esnasında bulunan pek çok yaşı küçük yahut büyük olduğu
halde, kimisi silah kimisi kılıç tutmayı bilemezken, geride kıymetli anası,
babası, eşi evladı kalsa dahi, Dini Mübin-i İslamı yüceltmek adına cihad-ı
Asğar ile cihad ederken, pek çok hatırada okuduğumuz üzere, kendilerinin
ihtiyacı bile olsa kardeşinin ihtiyacını önce tutmakla, koskoca üzüm
bağlarından tek bir adet üzüm tanesi bile koparmadan geçmekle nefisleri ile
mücahede etmişler ve Cihad-ı Ekber ile cihad etmişlerdir.
İşte şehitlik mertebesi, kazanması hem kolay hemde zor ancak
mükafatı muazzam olan en güzel ölüm şeklidir.
Kıyamet günü olduğu zaman hz Allah buyurur;
“bana mahlukatımın içinde hayırlı kıldıklarımı çağırın!”
derler ki;
“ya Rabbi! Onlar kimlerdir?”
“Kanlarını mallarını ve nefislerini yolumda saçıp veren
şehitlerdir.”
Şehitler Rabbül Alemin’in huzuruna çıkarılır, kılıçları
boyunlarında olduğu halde; cennetteki meskenlerine girerler. (ruhulbeyan
tefsiri 4/234)
Kıyamet gününde bir toplum ellerinde yalın kılıçları olduğu
halde ve yaralarından kanları aktığı halde doğruca arşın sağ tarafına gelirler.
Kanları misk gibi kokar, sonra doğruca cennete varırlar.
Melekler;
-
Hani hesap, hani mizan,
bunları görmeden nasıl geldiniz? Derler.
Onlar, kılıçlarını yere
saplayarak;
-
Biz, zalim hükümdarlar
değildik ki, başkalarına zulmedelim; zengin değildik ki, malımızın hesabını
verelim. Dünya da bu kılıçtan başka bir şeyimiz yoktu. Bununla da durmadan
Allah rızası için kafirleri öldürür ve gaza ederdik, nihayet şehit olduk.
Derler.
Bu sırada Allahü Teala;
-
Ey Rıdvan! Kullarım doğru
söylüyorlar, bırak cennete girsinler, buyurur. Onlar da hesapsız olarak cennete
girer ve nurdan kürsüler üzerine otururlar. Herbirinin yetmiş köşkü var ve her
köşkte çadır ve her çadırın içinde yetmiş taht ve her tahtın üzerinde cennet
hurilerinden yetmiş hizmetçisi vardır. Şehitler devamlı olarak bunlarla zevkü
sefa da kalırlar. (envarul aşıkin 579)
4 yorum:
Ben çook faydalandim Allah razi olsun hocam
Hocam cok guzel bir blog acmissiniz.lutfen yazilariniza devam edin.ben gecen hafta sans eseri bir konu arastirirken buldum,sohbetlerinizin hepsini inceledim sahih ve cok guzeller.hatta buyuk hocalarimiz seyfettin alkan,huseyin kumas a. Gibi sohbetleri varsa onlarida yazsaniz faidelensek.allah razi olsun,allaha emanet olun
Sohbetlerin devamini bekliyoruz insallah...
hususi cemaat sohbetleri yayınlamıyorum. Anlayışla karşılayacağınızı umut ediyorum
Yorum Gönder