Sayfalar

29 Mart 2012 Perşembe

HULEFA-İ RAŞİDİN VE ESHAB-I KİRAM


هُوَ الَّذِي أَرْسَلَ رَسُولَهُ بِالْهُدَىٰ وَدِينِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَهُ عَلَى الدِّينِ كُلِّهِ ۚ وَكَفَىٰ بِاللَّهِ شَهِيدًا
مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللَّهِ ۚ وَالَّذِينَ مَعَهُ أَشِدَّاءُ عَلَى الْكُفَّارِ رُحَمَاءُ بَيْنَهُمْ ۖ تَرَاهُمْ رُكَّعًا سُجَّدًا يَبْتَغُونَ فَضْلًا مِنَ اللَّهِ وَرِضْوَانًا ۖ سِيمَاهُمْ فِي وُجُوهِهِمْ مِنْ أَثَرِ السُّجُودِ ۚ ذَٰلِكَ مَثَلُهُمْ فِي التَّوْرَاةِ ۚ وَمَثَلُهُمْ فِي الْإِنْجِيلِ كَزَرْعٍ أَخْرَجَ شَطْأَهُ فَآزَرَهُ فَاسْتَغْلَظَ فَاسْتَوَىٰ عَلَىٰ سُوقِهِ يُعْجِبُ الزُّرَّاعَ لِيَغِيظَ بِهِمُ الْكُفَّارَ ۗ وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ مِنْهُمْ مَغْفِرَةً وَأَجْرًا عَظِيمًا
“peygamberini, hidayetle ve bütün  dinler üzerine çıkarmak için, hak din ile gönderen O’dur. Şahit olarak Allah kafidir. Muhammed as Allah’ın peygamberidir. Onunla beraber olanlar, kafirlere karşı şiddetli ve kendi aralarında merhametlidirler. Onları, ruküa varırken, secde ederken görürsün. Allah’tan fazl ve rıza isterler. Yüzlerinde secde izinden nişanları vardır. Onların tevratta ki vasıfları budur. İncilde ki vasıflarına gelince;  önce ince bir filiz çıkaran, sonra kuvvetlenen, sonra kalınlaşıp gövdesi üzerinde dimdik duran bir ekin gibidirler. Ekinciler bundan memnundurlar. Allah’ın (onlara böyle misaller getirmesi) kafirleri

kızdırmak içindir. Allah onlardan inanıp salih amel işleyenlere, magrifet ve büyük ecir vadetmiştir.” (fetih 28-29)
İkrime hz.’den gelen rivayete göre; “bu ekin, hz Ebu Bekir ile filizini çıkarmış,
hz Ömer ile kuvvetlenmiş, Hz. Osman ile kalınlaşmış, hz Ali ile de gövdesi üzerinde dimdik durmuştur.”
Hz. Hasan ra. Şöyle riavayet etmiştir;  “Muhammed as Allah’ın rasulüdür. Onunla beraber olanlar” dan maksat Hz. Ebu bekrin-is Sıddıktır. Çünki mağarada onunla beraberdi. Onunla beraber olduğunu inkar eden kafir olur.ayetlerde geçtiği için inkarla kafir olur   “kafirlere karşı şiddetlidir”lerden maksat Hz. Ömer’dir.  Çünki o Mekkelilere çok sert davranıyordu.  “kendi aralarında merhametlidirler”den maksat Hz. Osman’dır. Çünki o, çok şefkatli ve merhametli ve büyük bir haya sahibi idi. “. Onları, ruküa varırken, secde ederken görürsün.” Den maksat Hz. Ali’dir. “Allah’tan lütuf ve rıza isterler” den maksat, cennet ile müjdelenenlerin kalanlarıasera-i mübeşşeranın kalanları  (yani Talha, Zübeyr, Abdurrahman, Said, Sa’d ve Amir’dir.) ekin meselesi de, Allahü tealanın , eshabı kiram için yaptığı bir temsildir. Çünki onlar da islamiyetin başlangıcında az iken sonra çoğaldılar. Zayıf iken güçlendiler, gün be gün ilerleyerek öyle bir hale geldiler ki, artık insanlar da onlardan hoşlanmaya başlandılar.”
El’esilet-ül-müfheme isimli kitapta şöyle bir sual cevap vardır:
Sual: Allahü teala, ashabı kiramı, filizini çıkarmış bir ekine benzetti de niye hurmaya veya başka büyük ağaçlara benzetmedi?
Cevap: peygamber efendimizin eshabı, başta az iken çoğaldılar. Ekinlerde böyledir. Başta çok zayıftırlar, sonra büyümeye başlarlar, sonra filizlenip çoğalırlar. Bir de ekinler biçilir, sonra tekrar ekilir. Müslümanlar da böyledir. Birisi ölünce başkası onun yerine geçer. Büyük ağaçlar ise böyle değildir. Onlar uzun seneler ayakta kalabilirler. Şu da vardır ki, ekinlerde bir dane, bazen birkaç tane başak verebilir. Bu durum ekinlerin haricindeki bitkiler için söz konusu değildir.  Mü’minlerin de amelleri arttığı gibi cesetleri de artar. (Ruhul beyan tefsiri)
Eshab; peygamber efendimizi bir kez bile olsun iman gözü ile görüp sohbetinde bulunan kimselere denilir. Eshab-ı kiram peygamber efendimizin en zor zamanlarında onun yanında bulunmuşlar ve İslam’ın yayılması için malları ile canları ile mücadele etmişlerdir. İşte bundan dolayıdır ki, cenab-ı hakk pek çoğu hakkında ayeti kerime inzal etmiş kur’an-ı azimüşşanda onları ve ahlaklarını övmüştür.
Hadis-i şerifte buyruldu ki;
“Muhammed'in nefsi elinde olan Allah'a yemin ederim ki; biriniz Uhud (dağı) kadar altın infak etse, onların bir avucuna yetişemez.”
Bu hadis-i şerifin manası şöyledir; biriniz Allah yolunda Uhud dağı kadar altın sadaka verse bunun sevabı, eshabımdan olan bir zatın vereceği bir avuç yiyecek sevabı kadar olmaz. Yarım avuç kadar da olmaz. Bunun sebebi şu olabilir; onlar, çok iyi niyetliydiler. İhlasları çok fazla idi. Hem de o zaman bu dinin yayılması için onların hayırlarına şiddetle ihtiyaç vardı. Hatta onların bu hayırları, dinin güçlenip yayılması için zaruri idi, denilebilir. Eshab-ı kiramın diğer taatları da böyle kıymetlidir. Fakat onlardan sonra gelen Müslümanların zamanında bu şartlar tamamen değişmiştir.
Ebu Musa radıyallahü anh’ın bildirdiği bir hadis-i şerifte, rasulüllah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdular ki;
“yıldızlar gökler için emenedir. Yıldızlar gittiği zaman, göklerin başına vadedilen şeyler gelir. Ben de eshabım için emeneyim. Ben gittiğim zaman eshabımın başına vadedilen şeyler gelir. Eshabım da ümmetim için emenedir.  Bunun için eshabım gittiği zaman, ümmetimin başına vadedilen şeyler gelir. (müslim)
“Yıldızlar gökler için emenedir”  ‘emene’ kelimesi emniyet ve güvence manasına gelen bir mastardır. Cevheri Hz. De böyle söylemiştir. Buna göre yıldızların emniyetle vasıflandırılmaları, “bu adam adaletlidir.” (yani çok adildir) kabilindendir. Hulasa yıldızlar gökler için emniyet sebebidir. “yıdızlar gittiği” yani dağıldığı “zaman göklerin başına” yarılmak ve defter misali dürülmek gibi “vadedilen şeyler gelir. Bende eshabım için emeneyim.” Bu ifade ‘fitneler ve aralarında çıkacak ihtilaflar gibi’ vadedilen şeyler gelir.  “Eshabım da ümmetim için emenedir.  Bunun için eshabım gittiği zaman, ümmetimin başına” bid’atlerin zuhur etmesi ve heveslerine göre hareket eden insanların galip olması gibi “vadedilen şeyler gelir.”
Rasulullah as. Bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyuruyor:
“Kıyamet gününde ilkler ve sonlar (yani bütün insanlar) toplanır. Sonra Sırat köprüsünün sağında bana bir minber dikilir. Ben de üzerinde otururum. Sonra ikinci bir minber dikilir, üzerinde İbrahim as oturur. Sonra iki minberin arasında bir kürsü kurulur, üzerine Ebu Bekir radıyalahü anh oturur. Sonra bir melek gelir, benim minberimin ilk basamağı üzerinde oturur. Sonra şöyle nida eder. Ey Müslümanlar! Beni tanıyan tanıyor. Tanımayan da tanısın! Ben cehennemin sorumlusu Malik’im. Şüphesiz Allahü teala cehennemin anahtarlarını Muhammed’e vermemi emretti. Muhammed de onları Ebu Bekir’e vermemi emretti. Siz de buna şahit olun! Sonra başka bir melek gelir ve mimberimin ikinci basamağına oturur. Sonra şöyle nida eder; ey Müslümanlar! Beni tanıyan tanıyor. Tanımayan da tanısın! Ben cennetin sorumlusu rıdvan’ım. Şüphesiz Allahü teala cennetlerin anahtarlarını Muhammed’e vermemi emretti. O da, onları Ebu Bekir’e vermemi emretti. Siz de buna şahit olun! Sonra celil olan Allah bütün ceberutuyla (üstünlüğüyle) tecelli eder ve şöyle buyurur: “bir halil’e, bir Habib’e ve bir sıddıka merhaba!”
Peygamber efendimizden sonra insanların en yücesi sahabe-i Kiram efendilerimizdir. Onlarında en yücesi Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali efendilerimiz yani hulefai raşidindir.
Peygamber efendimizden sonra insanların en üstünü Hz. Ebu Bekrinis Sıddıktır. P.E ‘e hiç şeksiz şüphesiz iman etmiştir. Miraç sabahı bir kafir demesine rağmen….Ondan sonra ömerul faruk gelir. Hakkı batıldan ayırdığı için kendisine “Faruk” denilmiştir. Ondan sonra Osman-ı zinnureyn gelir. Zinnureyn yani iki nurun sahibi, denilmesinin sebebi, rasulullahın iki kızıyla evlenmesidir. Başta Hz. Rukiye ile evlendi. O vefat edince, ümmü gülsüm ile evlendi. Bu da vefat edince, rasulüllah “üçüncü bir kızım olsaydı onu da sana tezvic ederdim.” Buyurdu. Ondan sonra alüyyül Mürteza radıyallahü anhtır. (mevıze-i hasene 77-88)
Kur’an-ı Kerim de pek çok ayet ile sahabei kirama ve bahusus hulefai raşidine işaret vardır. Nitekim;
الَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِالْغَيْبِ وَيُقِيمُونَ الصَّلَاةَ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَ
Onlar ki, gayba iman edip, namazı doğru dürüst kılarlar ve kendilerine merzuk kıldığımız şeylerden infak ederler. (bakara 3)
Önce iman gelir. İman kalp ile olur. Sonra namaz gelir; o da beden ile olur. Daha sonra infak gelir. O da mal ile olur. O bütün ibadetlerin toplamıdır.
İman da kurtuluş vardır.
Namazda münacat ve yalvarma vardır.
İnfakta dereceler vardır.
 İmanda beşarat (miskali zerre kadar imanı olanın cezasını çektikten sonra cennete gireceği müjdesi) vardır.
Namazda keffarat (günahların silinmesi) vardır.
İnfakta temizlik vardır.
İmanda şeref vardır.
Namazda yakınlık vardır.
İnfakta malın artması vardır.
Denildi ki, bu ayeti kerime de dört şey zikredildi. Takva, gayba iman, namaz kılmak ve infak yani zekat vermek.
Bu dört özellik hulefai raşidinin yani dört büyük halifenin sıfatıydı. Ayette olanların faziletinin beyanı vardır.
Takva Hz. Ebu Bekir’in sıfatıdır. Onun için cenab-ı Allah şöyle buyurdu:
فَأَمَّا مَنْ أَعْطَىٰ وَاتَّقَىٰ * وَصَدَّقَ بِالْحُسْنَىٰ * فَسَنُيَسِّرُهُ لِلْيُسْرَىٰ
 (leyl 5-6-7)
“ve her kim malını hayır için verir ve takva sahibi olursa (korunursa) ve en güzel olanı  (şehadet kelimesini) tasdik ederse (doğrularsa) biz onu en kolay yola muvaffak kılacağız.”
Gayba iman, Ömerul Faruk Hz.nin sıfatıdır. Onun için cenab-ı Allah şöyle buyurdu;
يَا أَيُّهَا النَّبِيُّ حَسْبُكَ اللَّهُ وَمَنِ اتَّبَعَكَ مِنَ الْمُؤْمِنِي
 (enfal 64)
“ey (şanlı) peygamber! Sana Allah kafidir ve sana tabi olan, mü’minler  (sana yetişirler)”
Namaz kılmak, Hz. Osman-ı Zin-nureyn’in sıfatıdır.
أَمَّنْ هُوَ قَانِتٌ آنَاءَ اللَّيْلِ سَاجِدًا وَقَائِمًا يَحْذَرُ الْآخِرَةَ وَيَرْجُو رَحْمَةَ رَبِّهِ ۗ قُلْ هَلْ يَسْتَوِي الَّذِينَ يَعْلَمُونَ وَالَّذِينَ لَا يَعْلَمُونَ ۗ إِنَّمَا يَتَذَكَّرُ أُولُو الْأَلْبَابِ
 (zumer 9)
“yoksa o, gece saatlerinde kalkan, secdeye kapanıp kıyam durarak daima vazifesini yapan, ahireti sayar ve rabbinin rahmetini umar kimse gibi olur mu? Deki; hiç bilirlerle bilmezler müsavi olur mu? Ancak temiz akıllı olanlar anlar!”
İnfak Hz. Ali mürtezanın sıfatıdır. Cenab-ı Allah haz Ali hakkında şöyle buyurdu;
الَّذِينَ يُنْفِقُونَ أَمْوَالَهُمْ بِاللَّيْلِ وَالنَّهَارِ سِرًّا وَعَلَانِيَةً فَلَهُمْ أَجْرُهُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْ وَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ
 ( bakara 274)
“mallarını gece ve gündüz, gizli ve aşikar hayra sarfeden kimseler, işte onların Rablarının yanında ecirleri sırf kendilerinindir ve onlara bir korku yoktur ve mahzun olacak değildir onlar.”
(ruhul beyan tefsiri 1/156-157)
İşte cenab-ı Hakk ayetleri ile ahlaklarını överek işaret ettiği Hulefai raşidin hazeratını bu şekilde daha Kur’an-ı Kerimin başında zikrediyor.
İman, ihlas ve ahlakta çok yüce olan her bireri birer fazilet numunesi olan peygamber efendimizin yıldızlara benzetmiş olduğu ashabı kiramı şüphesiz bir şekilde sevmek mü’min bir kimsenin imanının kemale erebilmesi için şarttır.
İbn-i Abbas :
“on beş şeye devam edin, bunların beşine dilinizle, beşine azanız ve vücudunuzla, beşine de kalbinizle devam edin.
Dilinizle olan beş kelime; “sübhanellahi  (1) velhamdülillahi (2) vela ilahe illallahü (3) vallahü ekber (4) vela havle vela kuvveye illa billlahil aliyyil azim. (5)”
Vücudunuzla olan beş vazife; “beş vakit namazdır”
Kalbinizle olan ise; “beş kişiyi sevmektir: peygamber, Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Alidir.” Buyurdu. (Abdullatif 192)
Zira o Mubarek zatlar evvela peygamber efendimize ve onun ümmetine olan muhabbetlerinden dolayı , günahkar olan ümmeti muhammedin bağışlanması ve cehennemden azat olunması için cenab-ı hakk’a yalvarmış iltica etmişlerdir.
 Bir gün peygamber efendimiz bir yerde oturuyordu. Yanında da Ebu Bekir Ömer Osman Ali Fatıma ve Aişe hazeratı vardı. Bu sırada hüngür hüngür ağlamaya başladı. Bunun üzerine Hz. Ebu Bekir;
Anam babam sana feda olsun ey Allah’ın Rasulü! Niçin ağlıyorsun? Peygamberimiz:
-          Nasıl ağlamıyayım ki, ümmetimin yolu çok uzundur. Boyunlarında çok ağır günahlar vardır. Onların günahları yağmur ve kar tanelerinden, deniz köpüğünden ve ağaçların yapraklarından fazladır.
Hz. Ebu Bekir;
-          Ey Allah’ın Rasulü! Kalbini ferah tut! Onların yüklerini hafifletmek için günahlarının yarısını alacağım!
Bunun üzerine peygamber efendimiz, Hz. Ebu Bekir’e teşekkür ettikten sonra Hz. Ömer’e yönelerek buyurdu ki;
-          Ebu Bekir’in dediklerini işittin! Peki, sen ümmetimin günahları hakkında ne diyorsun?
Hz. Ömer dedi ki;
-          Ey Allah’ın Rasulü! Ben Ebu Bekir’in söylediği ve yaptığı gibi yapamam! Yalnız onların günahlarının üçte birini yüklenirim.
Peygamberimiz bu sefer Hz. Osman’a yöneldi. Hz. Osman:
-          Ben Ömer’in yaptığı gibi yapamam! Fakat onların günahlarının dörtte birini yüklenirim.
Peygamberimiz ona da teşekkür ettikten sonra Hz. Ali’ye yöneldi. Hz. Ali dedi ki;
-          Ben sırat köprüsünün kenarında duracağım. Ümmetin günahkârlarının ateşe düşmelerini engelleyeceğim. Durumları sıkışınca onlara feda olup ateşe gireceğim.
Peygamberimiz ona da teşekkür ettikten sonra Hz. Aişe’ye yönelip buyurdu ki;
-          Peki, sen ümmetimin günahkârları için ne yapacaksın? Sen onların annesisin, annenin çocuklarına şefkatli olması lazımdır.
Bunun üzerine Hz. Aişe:
-          Hayır, Fatıma’nın huzurunda bir şey demem.
Bunun üzerine Hz. Fatıma buyurdu ki;
-          Söyle ve çocuklarına şefaat et! Annenin huzurunda kızının konuşması adet değildir.
Hz. Aişe bu sefer dedi ki;
-          Ya Fatıma! Allah’ın izzetine yemin ederim ki, senden önce bu konuda bir şey söylemiyeceğim.
Bundan sonra Hz. Fatıma peygamber efendimize dönerek dedi ki;
-          Mizanın kurulacağı yere gelip, ümmetinin hesabını takip etmek için orada duracağım.
Peygamber efendimiz buyurdu ki;
-          Peki, ne yapacaksın ey gözümün nuru? Hz. Fatıma;
-          Ümmetini günahları sevaplarından ağır gelirse, oğlum Hasan'ın zehirle kirlenmiş gömleğini onların sevap kefesine koyacağım. Şayet sevap kefeleri yine de ağır gelmezse, bu sefer oğlum Hüseyin'in kanla kirlenmiş gömleğini ilave edeceğim. Şayet onların sevaplarının ağır gelmesi için bu da yetmezse başımdaki örtüyü çıkarırım. Saçımı göstereceğim. Hâlbuki Hz. Fatıma validemiz eteği azcık sıyrıldığı için günlerce gözyaşı döktüğü için böyle fedakârlık yapıyor. Örtüyü mizana koyacağım ki, onların sevapları ağır gelsin.
Sonra peygamber efendimiz Hz. Aişe’ye dönerek buyurdu ki;
-          Ey mü’minlerin annesi! Sen ne diyorsun, sen ne yapacaksın?
Hz. Aişe bir şey söylemeyince peygamber efendimiz;
-          Ömer için söyle, dedi. Hz. Aişe
-          Hayır, söylemeyeceğim, dedi peygamber efendimiz:
-          Ali için söyle, dedi. Hz. Aişe
-          Hayır dedi. Bunun üzerine peygamber efendimiz;
-          Ya Hümeyra, peki kimin için söyleyeceksin, dedi. Hz. Aişe:
-          Allah Teâlâ için söyleyeceğim, dedi. Sonra odasına girdi. Seccadeye kapanıp ağlayarak dedi ki: “İlahi, seyyidi ve Mevlaye! Sen beni mü2minlerin annesi yaptın, kalbime evlat şefkati koydun ve onların sevgisini gönlüme ilka ettin. Sen bilirsin ki, bir ana, çocuğunun cehenneme girmesine razı olamaz. Bunun için onları benimle cennete gönder! Yoksa beni de onlarla Cehenneme koy!”
Hz. Aişe’nin bu duası üzerine mülk ve melekût âleminden bir sayha (feryat) koptu. Sonra Cebrail as yere inerek efendimize dedi ki;
-          Bu ne haldir ya Rasulallah! Allah teala buyuruyor ki; Aişe-i Sıddıka’ya de ki O’nu, cehenneme göndermem benim keremime yakışmaz. Çünkü o, habibimin zevcesidir. Ve ya Aişe! Çocukları annelerinden ayırmak da caiz değildir.” (mecmüat-üs-sufiyye)
Bu hadis-i şerifte zikredilen bazı şeylerin henüz meydana gelmeden Hz. Fatıma'nın haber vermesi normaldir. Çünki onları peygamber efendimiz’den işitmiştir. Bunlar Rasulullahın mucizeleri kabilindendir. Bunun gibi mucizeler çok ve meşhurdur. (mev-ızei hasene 97-98)
Kamil mü’min olmak isteyen bir kimsenin, daha bizleri hiç tanımadığı halde Cenab-ı Hakka böyle yalvaran ve bizlerin günahlarını sırtlanmayı dahi arzu eden bu zatları çok sevmesi, onları bugz ve adavet beslememesi ve hiçbir suretle haklarında kötü konuşmaması lazım gelir.
İrbad bin Sariye naklediyor;
“Rasulullah bir gün bize namaz kıldırdı, sonra bize döndü beliğ bir vaaz verdi. Gözlerden yaşlar boşandı. Kalpler ürperdi. Birisi;
-          Ey Allah’ın rasulü bu konuşma ayrılık konuşmasına benziyor. Bize ne tavsiye edersiniz? Dedi. Hz. Peygamber:
-          Size Allah’a asi olmaktan sakınmanızı, başınızda Habeşli bir köle de olsa dinleyip itaat etmenizi tavsiye ederim. Benden sonra içinizde yaşayacak olanlar pek çok ayrılıklar görecekler. Böyle bir zamanda siz sünnetime ve doğru yolu bulmuş olan halifelerimin sünnetine azı dişlerinizle bütün gücünüzle sarılın. Dinde yeni ortaya çıkan bidatlerden sakının. Zira her yenilik bidat, her bidat da sapıklıktır. Dedi.  (hayatüssahabe 44)
Cenab-ı hakk cümlemize onların yolundan gidebilmeyi ve onları hakkı ile sevebilmeyi nasip eylesin.
Sohbetimizi Ebu bekrinissıddık hazretlerinin duası ile nihayete erdirelim;
“Allah’ım! Peygamberin Muhammed, dostun İbrahim,  sırdaşın Musa, kelime ve ruhundan olan İsa hürmetine, Musa’ya inen Tevrat, İsa'ya inen İncil, Davud'a inen Zebur, Muhammed sallallahü aleyhi ve selleme inen Kur’an hürmetine; bütün peygamberlerine yaptığın vahiy hürmetine, mahlûkatın üzerindeki kaza takdirin, senden isteyenlere verdiğin, fakir ettiğin zenginler, zengin kıldığın fakirler, hidayete erdirdiğin sapıklar hürmetine; Musa as’a bildirdiğin kulların, rızıklarını böldüğün yeryüzün, hareketten sükûna erdirdiğin dağların, ayakta tuttuğun arşı azamı taşıttığın ism-i azam’ın hürmetine;  Ku’an-ı Kerimde nazil olan Tahir, Ehad ve Samed isimlerinin hürmetine, gündüzleri aydınlatan ve geceleri karartan ismin hürmetine, azametü kibriyan ve nur-i veçhin hürmetine; senin kuvvet ve kudretinle Kur’an-ı Kerimi okuyup anlamaya ve onu etime, kanıma, kulağıma ve gözüme duyurmanı ve bütün vücudumu hareketlerinle ona uydurmanı senden dilerim. Kuvvet ve kudret ancak sendedir. Ya erhame’r rahımin.” (en güzel dualar 255)

1 yorum:

Yorum Gönder